Magazin

Tayfun Atay: "TV dizileri büyüklerin küçük, küçüklerinse büyük kaçtığı bir manzara ortaya koyuyor"

"Dizilerde ebeveynler, daha 'masum' kalırken, 18-22 yaş arası karakterler 'hin' resmediliyor"

17 Eylül 2015 12:06

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" dizisiyle akıllara kazınan çocuk oyuncu Emir Berke’nin 4 yaşından 10 yaşına kadar ekranlarda olduğunu belirterek, çocuk oyuncuların erken “yaşlandığını” öne sürdü.

Tayfun Atay, TV dizilerinin yaz sezonu boyunca, “yetişkinleştirilmiş çocukluk” olarak tarif ettiği, ergenlik ve ergenlik öncesi yaş grubunu kendilerine hedef kitle olarak belirlediğini, bu dizilerin ortak özelliğinin “büyüklerin küçük, küçüklerinse büyük kaçtığı” bir manzara ortaya koyduğunu söyledi. Atay, “Güneş’in Kızları” dizisini işaret ederek, “Bu dizilerde ebeveyn kuşağı, gerek çekişme, gerek çatışma, gerekse entrika ölçeği açısından daha “masum” kalırken ön plândaki genç yahut “geçergen” (18-22 yaş arası) karakterler, daha şiddetli entrikalar çevirerek son derece “hin” resmediliyorlar” dedi.

“Emir Berke’nin kendisinin bile bir seyirci olarak şu an rol aldığı diziyi takip edip etmeyeceğinden emin değilim!” diyen Tayfun Atay’ın Cumhuriyet’te “Yumurcak’ kendi dizisini izliyor mudur?” adlı başlığıyla yayımlanan (17 Eylül 2015) yazısı şöyle:

Emir Berke Zincidi’nin “Yumurcak” macerası sürmekte. Bu bakımdan onun 5 yaşında “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinde canlandırdığı “Küçük Osman” karakteriyle yerleşikleştiği söylenebilir. Sonra “Küçük Osman”ın “Küçük Ağa”ya dönüşümünü izledik. Zincidi bu ikinci dizisinde çok daha öne çıkmış bir rolle ve hikâyede artık merkezi pozisyon almış olarak karşımızdaydı. Şimdi, önceki iki dizisi gibi yine Kanal D’de ve denilebilir ki “Küçük Ağa”da kaldığı yerden dram-komedi dizisi “Bir Deniz Hikâyesi” ile aynı minval üzere yoluna devam ediyor.

İlk bölüme bakılınca anlaşılan o ki “Küçük Ağa”da olduğu gibi yine anne ve babası arasında kalacak bir çocuğumuz var. Bir sahil kasabasında mavi-tur kaptanlığı yapan babası Hakan’la (Emre Kızılırmak) mütevazı bir hayat sürdüren Deniz (E.B. Zincidi), kendisine öldüğü söylenmiş annesi Zeynep’in (Begüm Birgören) camı-kırık çerçeveli resmi ile avunmakta iken onu birden lüks bir yattan sahile inip çay bahçesine oturmuş halde karşısında bulur. Zeynep, ailesinin (babası ve kız kardeşi) çevirdiği dolaplarla bağlantılı olarak kendisini aldattığını düşündüğü kocasını terk etmiş olup çocuğunu da öldü zannetmektedir. Ama şimdi hikâyenin, annenin bir başka erkekle evli olduğu, babanın da bir başka kadınla evliliğe adım atmaya hazırlandığı aşamada, belli ki karşılıklı aşk üçgenlerini de içinde barındıracak şekilde küçük Deniz yörüngesinde akmaya başlayacağı anlaşılıyor.

Emir Berke bakalım böyle daha kaç dizi yapacak?.. Selefi İlker İnanoğlu beyazperdede 4 yaşından 10 yaşına kadar yedi “Yumurcak” filminde rol almıştı. Emir Berke de aynen 4 yaşında (“Bu Kalp Seni Unutur mu” ile) başladığı oyunculuk hayatında şimdi 10 yaşında. Maalesef çocuk oyuncuların “yaşlanması” erken oluyor. Hele baş döndürücü bir tekno- ekonomik hızla akıp giden günümüz dünyasında bu daha da çabuk gerçekleşen bir durum.

Hemen belirtmek gerekir ki oyunculuğun sonu demek değil bu. İlker İnanoğlu’nu ergenliğin eşiğinde bıraktığımız noktadan sonra yetişkinliğinin sonbaharında tekrar oyuncu olarak karşımızda bulduk mesela. Emir Berke için böyle bile olmayabilir; giderek tecrübeli bir oyuncu olarak hiç ara vermeksizin kariyerini sürdürebilir o...

Ancak üzerinde durmak istediğim bir başka nokta var: Ben, Emir Berke’nin kendisinin bile bir seyirci olarak şu an rol aldığı diziyi takip edip etmeyeceğinden emin değilim!..

Yaz sezonundan beri üzerinde durmaktayız; artık tam anlamıyla ergenlik (12-19) ve ergenlik-öncesi (5-11) yaş gruplarını hedef kitle yapmış olan dizilerimiz, bize ergenlik- yetişkinlik eşiğinde insan ilişkileri ve hikâyeleri sunmada yarış içindeler. Bu dizilerin bir çarpıcı özelliği, (görece olmak kaydıyla) “büyüklerin küçük, küçüklerinse büyük kaçtığı” bir manzarayı önümüze çıkarmaları... Daha doğru bir deyişle bu dizilerde ebeveyn kuşağı, gerek çekişme, gerek çatışma, gerekse entrika ölçeği açısından daha “masum” kalırken ön plândaki genç yahut “geçergen” (18-22 yaş arası) karakterler, daha şiddetli entrikalar çevirerek son derece “hin” resmediliyorlar. (En karakteristik örnek olarak “Güneş’in Kızları”nı zikredebiliriz.)

Bu “resim” elbette abartılı ve “fantastik” olmakla birlikte alıcı buluyor; çünkü hayatın içinde bir karşılığı hiç yok değil. Çünkü kitle kültürü, çocukların yetişkin dünyasına “tüketici” konumunda intikal ve intibakını çabuklaştırdığı ölçüde “masumiyetin sonu”na da her yeni kuşakta öncekilerden erken ve daha “derinden” varılıyor.

“Yetişkinleştirilmiş çocukluk”, tele-dijital bir fırtına halinde hayatımızı etkileyen kitle kültürünün en önemli ürünlerinden biri. Böyle bir hayatın içinde, ebeveyn ilişkilerinin ergen ilişkilerine nazaran daha masum ve naif kaldığı tematik içerikler seyir açısından mutlaka ki karşılık buluyor ve bulacaktır.

Bu yüzden 1960-70’lerin o masum ve naif “Yumurcak” melodramlarını çağrıştıran bir başlangıç yapan “Bir Deniz Hikâyesi”, böyle bir zamanda onun 10 yaşındaki başrol oyuncusuna bile hitap ediyor mudur, bilemiyorum!..