Medya

Tayfun Atay: Tarikatlar, değer kaybına uğramama yolunda ‘Saray’da zikir gösterisi için yarışacak

"Tarikatı ayırt eden en önemli ölçüt zikirdir, zikir yoksa tarikat yoktur"

01 Eylül 2016 14:36

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yer alan Millet Camii'ndeki toplu zikir görüntüleriyle ilgili olarak "Diğer tarikatlar, değer kaybına uğramama yolunda ‘Saray’da zikir gösterisi için yarışacak" dedi.

Tayfun Atay'ın "Bir ‘saray-gösterisi’ olarak zikir" başlığıyla yayımlanan (1 Eylül 2016) yazısı şöyle:

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi içerisindeki camide gerçekleştirilen toplu zikir dün gündeme geldi. Kadirilikle Rufailiğin buluşmasından çıkan Galibî tarikatı şeyhi Ali Yetkin Şekerci yaptırmış zikri... 1000 kişinin katıldığı kaydediliyor.

Taze taze değerlendirelim!..

Söylenebilecek ilk söz, bunun tören ya da ayin (ritüel) olmayıp bir gösteri yani “şov”dan ibaret olduğudur. Bu doğrultuda da videodan izlediğimiz kadarıyla konuşmak gerekirse zikirden murat edilenin böylesi bir performansla sağlanabileceğini düşünmek mümkün değil.

 

Niçin böyle olduğunu netleştirme yolunda biraz bilgi aktarımı kaçınılmaz.

Zikir, bir ritüeldir. Ritüel çok önemli, çünkü onun aracılığıyla din, hayata geçer, somutluk kazanır, ete-kemiğe bürünür.

Zikir ritüeli de alâkalı olduğu tasavvufî ekolün İslâm anlayışının fiiliyata geçmesini sağlar. Bu nedenle de tasavvuf pratiğinin merkezinde yer alır ve onun kurumsal karşılıkları, teşkilatlanmış formları olan tarikatların da temel etkinliğini oluşturur.

Tarikatı ayırt eden en önemli ölçüt zikirdir. Zikir yoksa tarikat yoktur.

Zikir, tasavvuf ve tarikatın temel amacı olan “Allah ile bağ kurma” mistik arzusunun gerçekleşmesine vesiledir.

Ama bunun için önce yapılması gereken de “nefs”in insandaki kibrini kırmaktır.

İnsanda tüm kötü niyet, istek, his ve davranışlara neden olan doğal-biyolojik güç olarak tanımlanabilecek nefs, dinî-tasavvufî çerçevede Şeytan’dan bir parça olarak değerlendirilir. Nefsin akla odaklı olduğuna, onu hâkimiyeti altına almaya çalıştığına inanılır.

Buna mukabil insanda Allah’ı temsil eden ruh, kalpte yerleşiktir. Tasavvufun amacı da ruhun insanda nefsin (yani fiziksel-dünyevî arzuların, itkilerin, heveslerin, hırsların) kıskacından kurtulup Allah’a doğru özgürce hareketini sağlamaktır.

İşte zikir bunun için yapılır. Amaç, nefsi alt etmek, ruhu özgürleştirmektir.

“Kalbi, Şeytan’ın saldırısından korumak için” yapılabilecek tek egzersizdir zikir...

Buna bağlı olarak zikirde en önemli, hassas ve hayati husus, her şeyi unutmak ve yalnızca Allah’ı düşünmektir ki bu ancak “dünyevi iklim”den, gözlerden, daha doğrusu “temaşa” ve “teşhir”den uzaklaşmakla mümkün olur.

Çünkü zikir, kimse için değil, yalnızca ve özel olarak Allah için yapılan bir etkinliktir.

Peki, “Saray”ın camisinde “seyrine baktığımız”, böyle bir zikir midir?

Gayet açık ki hayır.

Bu, “bâtınî”, yani içe-dönük, mistik bir şekilde “kalp-gözü”nü Allah’a açma çabası değildir.

Bu, “zahir”e açık, dışa-dönük ve politik bir “gözdağı”nı belli ki bir kısım “kul”a saçma girişimidir.

Tablo, nefsi alt etmeye değil, onu beslemeye teşne bir görüntü sergilemektedir.

Nereden anlıyoruz en çok?..

Zikir halkasının ortasında iki adamın elleri cep telefonu kameralarında fener gibi dönüp durmasından anlıyoruz.

Sözüm ona “zikir” yapılırken ortalıkta tek gözü kalmış canavar gibi vızır vızır dolaşan kameralar, onun yanı sıra insanların cep telefonuyla çektikleri fotoğraflar, yaptıkları kayıtlar ve “selfie”ler, hiç de öyle Allah için değil, kendimiz için, bu dünya (“masiva”) için ve en önemlisi nefsimiz için bir “zikir-şov” yapıldığını düşündürmektedir.

Bu, elbette bir başka açıdan da politik bir gövde gösterisidir. Devletin tepesinde önceliğin kimlerden yana olduğunu “farklı olanlar”a duyurma, duyumsatma yolunda organize edilen...

Öte yandan bir “zikir borsası” da resmi tasarrufla açılmış görünmektedir. Gerisi mutlaka gelecektir. Diğer tarikatlar, bu “borsa”da değer kaybına uğramama yolunda “Saray”da zikir gösterisi için birbirleriyle yarışacaklardır.

Bu süreçte fark edilmesi en zor olan nokta, tasavvufun da, tarikatın da, tekkenin de dünya ve “Saray” karşısında “oyuncak” olup kaybettiğidir.

Peki, “Saray”ın kazandığı bir şey var mı?.. Buna da evet demek pek mümkün değil.

Tarikatların isteğinin ardı arkası kesilmez artık. “Ne isterlerse vermek”ten bakalım hangi yeni fırtınalı sulara yelken açacaksınız?!

Ayrıca...

Tekkeyi devlete bulaştırmak, laikliğe-sekülerliğe yıkıcı bir diğer darbenizdir de aynı zamanda tekke-düşmanı selefiliğin yıkıcı-yıpratıcı etkilerine de iyice açık olmanız demektir.

Olsa olsa, bir koyup üç kaybetmek denir buna!..