Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Donald Trump'ın 289 delegeye ulaşarak ABD Başkanı seçilmesiyle ilgili olarak "Antropolog Peter Worsley’in Okyanusya’daki Melanezya yerlilerinin Beyaz istilası karşısında 'Kargo Kültleri' başlığı altında toplanan kıyametçi ('milenaryan') kurtuluş beklentilerini ele aldığı çığır açıcı kitabı (1957), “The Trumpet Shall Sound' başlığını taşır. Yani, 'Trompet, çalacak'" hatırlatmasını yaptı.
Tayfun Atay'ın "Kıyamet Trump’etleri" başlığıyla yayımlanan (16 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Antropolog Peter Worsley’in Okyanusya’daki Melanezya yerlilerinin Beyaz istilası karşısında “Kargo Kültleri” başlığı altında toplanan kıyametçi (“milenaryan”) kurtuluş beklentilerini ele aldığı çığır açıcı kitabı (1957), “The Trumpet Shall Sound” başlığını taşır.
Yani, “Trompet, çalacak”…
Burada kastedilen “trompet”, Yahudi-Hıristiyan geleneğinde kıyamet günü üst üste duyulacağına inanılan boru olup bunun İslâm’daki karşılığı, Melek İsrâfil’in üfleyeceği, boynuzdan yapılmış “Sûr”dur. İsrâfil bu uzun boruyu iki defa üfleyecek, birincide yeryüzündeki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede bütün canlılar tekrar dirilecekler ve ahiret hayatı başlayacaktır.
***
ABD’de Donald Trump’un beklenmedik zaferinin ardından günlerdir siyaset bilimcilerden ekonomistlere, uluslararası ilişkiler alanında uzman stratejistlerden Amerikan toplumunun nabzını iyi tutan gazetecilere kadar pek çok kişi değerlendirmeleriyle karşımıza çıkmakta.
Onların görüş ve yorumlarını kendi antropolojik süzgecimden geçirirken Trump soyadının Worsley’in başlığındaki “Trumpet”i çağrıştırmasına engel olamıyorum.
Ve bu çağrışımın anlamsız olmadığını da düşünüyorum!..
***
Trump, dünyamızda hanidir fantezileriyle olduğu kadar gerçekliğiyle de bize kendisini duyumsatan bir “küresel kıyamet” halinin ABD’deki karşılığı olarak zuhur etmiş gibi görünüyor bana.
Bunu söylerken teolojik yahut dünyanın sonuyla ilgili tasavvur ve kehanetleri içeren “eskatolojik” bir perspektiften hareket etmiyorum. Sosyolojik-antropolojik bir motivasyonla söylüyorum bunu.
Trump’ı bir politik figür olarak en çok ayırt eden husus, onun “fantastik”liği…
1950’lerden başlayarak on yıllardır tele-dijital görsel kültürle seyir rehaveti içinde uyuşmuş ve hareketsizleşmiş, fakat bunun yanı sıra hâlihazırda muazzam bir gelecek kaygısına da sahip ABD halkına…
Tüm bu eylemsizlik hali içinde, yani kendi kaderini tayin edecek bir mücadeleye atılma zahmetine katlanmaksızın, muazzam bir görsel performans da sergileyerek kurtuluş vaadinde bulundu o.
Worsley’in kitabında “pasifist milenaryanizm” diye ayırt edilen tarzda bir çağrıyla yaklaştı yani…
***
2000’li yılların başından itibaren…
Ütopyalara elveda, “distopya”lara merhaba dediğimiz bir dünyada…
Hemen her yerde kendisini gösteren bir huzursuzluk halinin…
“Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete” haletiruhiyesinin…
Küresel sistemin baş aktörü ABD’de sadece (en gözdesi “The Walking Dead” olan) fantastik-korku dizileriyle sınırlı bir karşılık bulması tabii ki beklenemezdi.
Trump, bu halin reel-politik karşılığı olarak sökün etti.
***
Ütopyaların revaçta olduğu 1960’lı, 70’li ve biraz da 80’li yıllar, bir “Soğuk Savaş”iklimi havaya hâkim olsa bile yine de gelecekten umutlu, herkesin daha iyi ve mutlu olabileceği bir dünya hayalinin mevcudiyetiyle muteberdi.
Bugünün “distopik” dünyası ise daha iyi, mutlu ve güzel günlere umudun tükendiği, sadece bozulma, çürüme ve topluca yok oluştan ibaret bir gelecek beklentisi içindeki insanlık halimizin karşılığı.
Doğal çevre üzerinde artan insan nüfus baskısı, küresel sistemin doymak bilmez kâr hırsı içinde hâlâ bir sihirli (aslında zehirli) sözcük saydığı “büyüme”de ısrarı ve bunların ikisinin bileşkesi, bir insan-işi felaket olarak karşımızdaki iklim değişimi…
Suriye iç savaşından IŞİD’e, Putin’den Trump’a, PEGİDA’dan Marine Le Pen’e, İslamofobi’den İslamofaşizm’e kadar her tarafta “apokaliptik” bir politik sertleşmeyi karşımıza çıkaran maddi dinamikler bunlar.
***
En karakteristik örnek olan IŞİD’i alalım: Hem Batı’nın manevi boşluk ve yoksunluk içindeki, hem de Batı-dışı dünyaların maddi boşluk ve yoksunluk içindeki çocuklarında mevcut nihilizmi cihatçı bir kıyametçiliğe (“Mehdicilik”) kanalize ederek çekim merkezi oldu o…
Buna karşılık Batı’da, Papalık başta olmak üzere IŞİD gerçeğini “Armageddon”, yani kutsal kitaplarda kıyamete yakın gerçekleşecek “Büyük Savaş” beklentisiyle ilişkili açıklama girişimleri de madalyonun öbür yüzü olarak düşünülebilir.
IŞİD’e göre dünya, kıyametin eşiğinde bile değil, içinde. O yüzden “Cennet”e şimdiden (“canlı bomba” olarak) yol tutmak, onun militanlarına zor görünmüyor.
Fakat dünyanın kıyametin eşiğinde değil, artık içinde olduğunu bir inancın fanatik neferleri kadar bilimin sakin ve soğukkanlı pratisyenlerinden de duymaktayız bugün!..
***
İki yıl önce “NatGeo-Türkiye” kanalında çok çarpıcı, o ölçüde de ürkütücü bir dizi-belgesel izledik: “İklim Değişikliği ve Biz.”
IŞİD’i doğuran Suriye iç savaşının bir sorumlusu olarak önceki yıllardaki kuraklığa dikkat çeken dizi de bu kuraklığa yol açmış iklim değişiminin hâlihazırda dünyanın her yerinde etkili olduğunu vurgularken “Kıyamet koptu ve biz onu çoktan yaşamaya başladık” diyordu.
Aynı belgeselde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice, Ortadoğu başta olmak üzere dünyadaki çatışmaların ve tabii bu çatışmaların talep ettiği otoriteryanizm ve ona uyarlı liderliklerin altındaki baskı unsurları arasında şunları sıralamaktaydı: Kuraklık, sel, besin yetersizliği, su yetersizliği…
Bunların hepsinin kökü, küresel iklim değişimine dayanıyor.
Onun dibini kazıyınca da küresel-kapitalist bir arzu, erek ve hırsla yeryüzünün “kanser hücresi” haline gelmiş insan çıkıyor!..
***
Demek ki elbirliğiyle üretip içinde yaşar olduğumuz bir “kıyamet”teyiz.
Suriye ve Irak’ta IŞİD, Rusya’da Putin, şimdi ABD’de Trump, yarın Fransa’da Le Pen ve sonra diğerleri… Hepsi bu kıyamet halinin, haletiruhiyesinin farklı yerlerde, bölgelerde, kültürlerde, oralara özgü olarak önünü açtığı karakterler.
Türkiye’deki karşılığı mı?.. Artık o kadarını da siz bilin, siz söyleyin!
Arife tarif gerekmez!..