Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Yeşiller Partisi Eş Genel Başkanı Cem Özdemir'e yönelik kullandığı "Ne Türk'ü be? Bunların kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lazım" ifadesiyle ilgili olarak, "Laboratuvar testi yapalım ama kızmak, alınmak yok. “Kanlarımız”ın niteliğini belirleyen genler, Doğu ve Orta Avrupa toplulukları arasına sokuyor bizi. Yani bilim acı söylüyor, Orta Asya’daki soydaş, 'kandaş' çıkmıyor!" dedi.
İfadelerini Doç. Dr. Armağan Saatçioğlu’nun “ABO Genleri Yönünden Türkiye’nin Yeri ve Bu Ülkedeki Gensel Çeşitlilik Üzerine Biyometrik Bir İnceleme”sine dayandıran Atay, "Erdoğan’ın “kanını testten geçirmek lâzım” sözü karşısında Cem Özdemir girer mi laboratuvara girmez mi, elbette kendi bileceği iş. Fakat “kan-ırkçılığı”nın arzuladığı böyle bir testten geçmenin kim açısından daha büyük risk taşıyabileceği sanırım anlaşılmıştır" diye yazdı.
Tayfun Atay'ın, "Ya sizin damarlarınızda hangi kan dolaşıyor?" başlığıyla yayımlanan (8 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Tayyip Erdoğan’ın Almanya’da Federal Meclis’ten geçen Ermeni Tasarısı’nın hazırlanmasına öncülük etmiş milletvekili ve Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir’i “kan testi”ne tâbi tutma önerisi beni 1999’da yazdığım bir yazıya geri götürdü. Marmara Depremi’nde yardıma koşan dış dünyanın “dost eli”ni iten dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un “Yunan kanı gelmesin” sözü üzerine Birikim Dergisi’nde (Sayı:125/126) kaleme aldığım yazıya…
Ve o zamandan bugüne “kan-ırkçılığı”nın bu topraklarda hâlâ prim yapıyor oluşu dolayısıyla ne kadar değişmediğimizi düşündüm.
Ama aynı zamanda…
“Ancak inananlar kardeştir” diyen bir gelenekten çıkmakla övünen…
Hatta işine geldiğinde bu ifadeyi toplumu (“İnsaniyet”i bir kenara bırakarak) “inananlar-inanmayanlar” diye bölecek şekilde işlerliğe sokmaktan çekinmeyen bir şahsiyetin…
Yalnız bilim ve akıl dışı olmakla kalmayıp din-dışı da olan bir ırkçılığa böylesine dümen kırabilecek ölçüde nasıl değiştiğini de düşündüm!..
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Türk-kökenli Alman parlamento üyesini hedef alan sözlerini aslında bu ülkede “kan” üzerinden Türkçülük yapmaya imkân olmadığını iyi bilip rotasını çoktan “kültür Türkçülüğü”ne çevirmiş “rasyonel” milliyetçilerimizin bile tasvip edeceğini zannetmiyorum.
Şu ifadelere bakın:
“Neymiş? Birileri de diyor ki, güya Türk!.. Ne Türk’ü be?! Bunların kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lâzım!..”
Hadi, ifadeyi mecazî anlamda kullandı desek (Atatürk’ün “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözü gibi), hayır mümkünü yok! Baksanıza “laboratuvar testi”nden dem vuruyor.
Peki, o zaman “laboratuvar”a girelim ve bakalım “bilim” ne söylüyor?.. Ama hiç kimse de kızıp gücenip alınmasın!..
Bu noktada 18 yıl önce yazdığım yazıyı tekrar gündeme getirmek durumundayım.
Marmara Depremi’nde “Yunan kanı gelmesin” demiş bakan karşısında meseleye “bilimsel” ışık tutma yolunda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde hocam olmuş merhume Doç. Dr. Armağan Saatçioğlu’nun şu önemli çalışmasına başvuruda bulunmuştum: “ABO Genleri Yönünden Türkiye’nin Yeri ve Bu Ülkedeki Gensel Çeşitlilik Üzerine Biyometrik Bir İnceleme” (A.Ü.D.T.C.F. Yayınları, 1978).
Dr. Saatçioğlu, Türkiye halkının A, B, AB ve O kan gruplarından olmasını belirleyen genlerin dağılımı itibarıyla dünya topluluklarıyla karşılaştırmasını yaparak hangilerine daha yakın olduğunu ortaya koymaya çalışıyordu. Tespitleri, şaşırtıcı ve “sarsıcı”ydı.
Bir kere Türkiye halkının ABO gen frekansları yönünden diğer Türk topluluklarından çok uzakta bulunduğu anlaşılmaktaydı (s. 137). “Kanlarımız”ın niteliğini belirleyen genler, Doğu ve Orta Avrupa toplulukları arasına sokuyordu bizi (s. 125 ve 129).
Yani bilim acı söylüyor, Orta Asya’daki soydaş, “kandaş” çıkmıyordu!..
Peki, kimler bize yakındı? Sıralayalım: Königsberg, Danzig, Dresden ve Berlin Almanları; Varşovalı Polonyalılar; Praglı Çekler; Viyanalı Avusturyalılar; Macarlar, Romenler ve Minsk, Odessa, Kiev, Charkow, Tiflis Rusları ile Sırplar (s.125).
Demek ki kan gruplarımızı belirleyen genler açısından Orta Asya Türk topluluklarından çok bu Avrupa topluluklarıyla “biyolojik” akrabalığa sahiptik.
Dr. Saatçioğlu, Türkiye geneli dikkate alındığında “Yunan kanı”nın diğer Güney Avrupa topluluklarına nazaran bize daha yakın olsa bile yine de “bizim kanımız”dan gen frekans dağılımı itibarıyla anlamlı farklılıklar taşıdığını belirtmekteydi. Bununla birlikte Türkiye’nin bir bölgesinde bu genel sonuca aykırı bir tespit de yapıyordu. Erdoğan’ın memleketi Rize’nin de parçası olduğu Doğu Karadeniz için hesaplanan kan grubu gen frekansları, Atina topluluğuna ve Trieste’de yaşayan İtalyanlara ilişkin frekanslara büyük yakınlık göstermekteydi.
Saatçioğlu bu durumu, Bizans gen havuzundaki Rum genlerinin, ayrıca da Doğu ve Orta Karadeniz kıyılarında daha önce kurulmuş ve uzun zaman varlık sürdürmüş Eski Yunan kolonilerinin etkisi ile açıklamaktaydı (s.166).
Haydi bakalım kolay gelsin!..
Erdoğan’ın “kanını testten geçirmek lâzım” sözü karşısında Cem Özdemir girer mi laboratuvara girmez mi, elbette kendi bileceği iş
Fakat “kan-ırkçılığı”nın arzuladığı böyle bir testten geçmenin kim açısından daha büyük risk taşıyabileceği sanırım anlaşılmıştır.