Medya

Tayfun Atay: Artık tek geçerli tarikat Tayyibilik

"Cemaat’in yerini hangi ‘tarikat’ alır?"

07 Eylül 2016 11:12

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik düzenlenen soruşturmalarla ilgili olarak “'Eyvah, devlette FETÖ’nün yerini başka tarikatlar dolduracak!' Son günlerde çok işittiğimiz söz bu. Geceleri ekranları dolduran 'tartışma-şov'ların da şu ara gözde temalarından biri" dedi. Atay, "Tarikatların ve cemaatlerin hali, zahitlikten de, sufilikten de, ariflikten de uzak bir 'Tencere dibin kara' halidir bugün! Sonuç itibarıyla günümüz Türkiye’sinde en geçerli, hatta tek geçerli tarikat da bellidir: 'Tayyibilik'!.." ifadesini kullandı.

Tayfun Atay'ın "Cemaat’in yerini hangi ‘tarikat’ alır?" başlığıyla yayımlanan (7 Eylül 2016) yazısı şöyle: 

“Eyvah, devlette FETÖ’nün yerini başka tarikatlar dolduracak!..” 
Son günlerde çok işittiğimiz söz bu. Geceleri ekranları dolduran “tartışma-şov”ların da şu ara gözde temalarından biri… 
En son CHP Emek Büroları’nın OHAL uygulamalarına ilişkin hazırladığı raporu paylaşan Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba da dillendirmiş: “FETÖ’nün yerine başka tarikatlar yerleştiriliyor, yeni paralel yapılar inşa ediliyor” şeklinde. 
(Tabii İslâmi bünyede neye “tarikat”, neye “cemaat” diyoruz, bu konuda kafa bulanıklığımız hâlâ giderilmiş değil. Bu meseleye daha önce çok değindik, ama burada bunu tartışacak yerimiz olmadığı için bilerek göz ardı ediyoruz!) 
Aslında “Cemaat”in devletten tasfiyesi yolunda girişimlerin başladığı 17/25 Aralık - sonrasından itibaren ondan boşalan yerleri doldurmaya dönük hareketlilikler hemen kendisini gösterdi. Süleymancılar, bu bakımdan en öncelikli zikredilen gruplardan biriydi. İsmailağa çevresi, bu bakımdan bir başka iddialı oluşum. Menzilciler’in de devlette kendilerine alan açma çabası içinde olduğunu söyleyen az değil. 
Peki, bunlar gerçekten Gülen Cemaati gibi devleti ele geçirecek ölçekte tehdit grupları mı? Ya da mesela “Saray”daki Galibî zikir törenine bakıp bunların ülkedeki “Yeni- Resmiyet”in en tepesine kadar nüfuz gücüne sahip oldukları söylenebilir mi?.. 
Belli ölçülerde ve daha ziyade “sembolik” değerde varlık göstereceklerini, hatta bu bakımdan birbirleriyle yarışıp şu “dinbaz” iktidarı bunaltacaklarını dahi kabul etmekle birlikte ben bunların Gülen Hareketi düzeyine gelebilecekleri kanısında değilim. 
Bu oluşumların Cemaat’ten çok “kritik” bir farkı var çünkü. 
Evet, bir buçuk yıl kadar önce bu gazete için hazırladığım “Parti-Tarikat-Cemaat” başlıklı yazı dizisinde enine-boyuna aktardığım üzere, onlarda da “takva”dan “masiva”ya (dünya işlerine-nimetlerine) açılma var. 
Şirketleşme, holdingleşme, mala-mülke, sermayeye boğulma var. 
Ancak eksik olan, “küreselleşme” itkisi… Böyle bir durum yok. Cemaat bunu dinler-arası diyaloğa açıklıkla sağladı ve onu ayırt, yani “tefrik” eden, fakat (AKP ile) aralar bozulunca da “tekfir eden” hususiyet buydu. 
Hatta Cemaat’i AKP’den farklılaştıran (şimdilerde “giderilmesi”ni en çok zorlaştıran) nokta da onun alabildiğine “küresel” bir işlerliğe sahip olmasıydı. AKP, Türkiye’de kitleselleşti. Cemaat ise dünyada küreselleşti. 
Şimdi AKP devletinde yer kapmaya çalışan tarikat-cemaat oluşumları da hiç kuşkusuz yaygın “ulusal” kitleselleşme içindeler, dış bağlantıları da var, ama Cemaat benzeri bir “küresel” dinamiğe sahip değiller. 
Buna rağmen etkili olabilirler, çünkü parti ve hükümet saflarında, hem de üst-düzey (milletvekili, bakan, belediye başkanı gibi) üyeleri var diyebilirsiniz. 
Bence yine de yetersiz. 
Böylesi bir yapıyı bugün siyasi iktidar nezdinde etkili kılacak olan, en tepedeki şahsiyetten yana sıkı bir bağın (“intisap”) olup olmadığıdır. 
İşte burası, yukarıda belirtilenler ve daha nice tarikat-cemaat açısından “zurnanın zırt dediği yer”dir. 
Çünkü Tayyip Erdoğan, ne Necmettin Erbakan’dır, ne Süleyman Demirel, ne deTurgut Özal… 
Saydıklarımızın üçü de dindardı, ama din-eğitimli değildi. O yüzden Erbakan, İskenderpaşa Nakşi Şeyhi Mehmed Zahid Kotku’ya kalben bağlı, “ilmen” tâbiydi. Özal da öyle. Demirel de Nurcu çevrelere saygıyla ve din söz konusu olduğunda haddini bilerek yaklaştı hep. 
Erdoğan öyle değil. O, dini Nakşiler, Kadiriler, Rufailer, Nurcular, Süleymancılar ve diğerleri kadar, hatta onların çoğunu sollayabilecek “mektepli” bir çerçevede biliyor. 
Ve onu çok yakından tanıyan, İmam-Hatip’ten bir sınıf arkadaşının ifadesiyle, özde de hiç tarikat-cemaat “takmadı, takmıyor”. 
Hele şimdi olduğu noktada hiç takmayacaktır. 
Evet, (biz de “üst-akıl” modasına uyalım!) “Amerikanaklı” nın kendisini ve Parti’sini buluşturduğu Cemaat ile el ele tutuşup iktidar yolunda beraber (“paralel”) yürüdü. Yürürken de “ne istedilerse verdi”. 
Ama geçti o günler ve geride “keskin” bir tecrübe kaldı. Bu tecrübe doğrultusunda şimdi onun ekseni etrafında dönen tarikat-cemaatlerin “masum” ihtiyaç ve isteklerini karşılar mı, karşılar. Ama ileri giderlerse, bu defa ne isterlerse vermez, “Yetmedi mi, daha ne istiyorsunuz” der. 
Israr ederlerse de gereğini yapar. Sadece siyaseten ve iktisaden değil, dinî olarak da, ilmî olarak da, “irfanî” olarak da mahkûm eder onları. 
Çünkü o da biliyor ki tarikatların ve cemaatlerin hali, zahitlikten de, sufilikten de, ariflikten de uzak bir “Tencere dibin kara” halidir bugün!.. Sonuç itibarıyla günümüz Türkiye’sinde en geçerli, hatta tek geçerli tarikat da bellidir: 
“Tayyibilik”!..