Kültür-Sanat

Tamer Karadağlı: Belki de çok kompleksli olduğum için Pamuk Prens filmini çektim

"Aslında başarılı olduğum için cezalandırıldım"

02 Ekim 2016 12:49

'Çocuklar Duymasın' dizisinde canlandrıdığı Taş Fırın Haluk karakteriyle popülerliğini arttıran oyuncu Tamer Karadağlı, geçen günlerde gösterime giren 'Pamuk Prens' filminde başrolü oynamasıyla ilgili olarak "Bu yaşımda hiçbir şeyden emin olmamayı öğrendim. 'Komplekssiz değilim' bile büyük bir cümle. Bilmiyorum, belki de gerçekten görüp görebileceğin en kompleksli adamım! Belki de bu filmde oynamayı da o yüzden kabul ettim" dedi.

Tamer Karadağlı'nın Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman'a verdiği söyleşi şöyle:

Tamer Karadağlı yıllar sonra karşımda! Cuma günü de ‘Pamuk Prens’ olarak hepimizin karşısında olacak. Bence sıkı bir kara mizah, gülmemek mümkün değil. Hadi başlayalım. Bu film nereden çıktı?

-Birol Güven’le muhabbetlerimizden! Etrafta konuşulanların esprisini yapıyorduk, hatta cılkını çıkarıyorduk. Kendimizle dalga geçiyorduk aslında. Sonra, “Ya bunun filmini yapsak nasıl olur” dedik ve işte ‘Pamuk Prens’ böyle çıktı.

Esprisini yapmak tamam da, gerçeğe dönüştürürken “Ya millet yanlış anlarsa, ya rezil olursam?” diye bir tırsma olmadı mı?

-Olmaması mümkün mü? Oldu. Çünkü çok bıçak sırtı bir şey. Bazen söylemek istediğin şeyi doğru aktaramayabiliyorsun. Ki benim başıma defalarca geldi, defalarca dayak yedim! “Ya yine öyle olursa?” diye düşündüm. Ama bu filmde oynamaktan da kendimi alamadım. Zaten çok müthiş bir ikna edicim de vardı...

 Kim o?

-Arzu... Eski eşim Arzu, beni ikna eden o.

Ne dedi?

-“Sen zaten yaşadın bunları! Yeterince rezil oldun!” dedi. E haklı... Tırnak içinde ben zaten itin g.t.ne girip çıktım. Yaşamadığım ne kaldı ki? En zor şeyleri de yaşadım, en ağır eleştirilere de maruz kaldım. Ama sonunda bir şey öğrendim. Kıymetli bir şey!

Nedir o?

-Kendimi ciddiye almamam gerektiği. Arzu’nun da bana söylemeye çalıştığı buydu. Yaşadığımız şeyler bir anda kendimizi dünyanın merkezi gibi görmemize sebep olabiliyor, halbuki öyle bir şey yok. Bunlar, altı üstü bir proje. En iyi projenin içinde var olduysan şanslısın ama tüm bunlar bir illüzyon aslında. Tabii ki insan gençken çok farkına varamıyor, idrak edemiyor. Kendini bir halt sanıyor ama zaman ilerledikçe Hanya’yı Konya’yı anlıyor.

"Neticede bir magazin figürüyün"

Bu kadar komplekssiz olmayı ve kendinle dalga geçmeyi nasıl beceriyorsun?

-Bilmem. Belki de çok kompleksli olduğum içindir! Bu yaşımda hiçbir şeyden emin olmamayı öğrendim. “Komplekssiz değilim” bile büyük bir cümle. Bilmiyorum, belki de gerçekten görüp görebileceğin en kompleksli adamım! Belki de bu filmde oynamayı da o yüzden kabul ettim.

Kendini pek beğenen, hatta zaman zaman kibirli olan Tamer Karadağlı bu noktaya nasıl geldi?

-Çok acı çekerek, çok üzülerek ve çok kafaya takarak. Ama sonra dönüp bir bakıyorsun, aslında incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler. Ben sonunda şöyle bir sonuca vardım: Evet, iyi bir oyuncuyum. Buna inanıyorum ama ben yaptığım işi her ne kadar ciddiye alsam da gerçeği şu: Ben aslında bir magazin figürüyüm. İnsanların hayatını merak ettiği, “Aa kiminle birlikteymiş şimdi?” dediği, “Beraber mi? Ayrılmış mı? Yoksa aldatmış mı?” diye eklediği, “Hâlâ yazın kovboy çizmesi giyiyor mu?” diye dalgasını geçtiği bir adam. Bunlar çok da ciddiye alınacak şeyler değil. Benim de kendimi çok ciddiye almamam gerekiyor. Sonuçta ben atomu parçalamıyorum!

Hayret! Sen hep güçlü egosu olan bir adamdın...

-Evet, güçlü de durdum. Zayıf yönlerimi göstermemeye özen gösterdim. Öyle öğretildi çünkü bize.

"Aslında başarılı olduğum için cezalandırıldım"

Şimdi peki? Ne oldu, aştın mı?

-Herhalde büyüdüm. Ama işte büyümek hep yaşadığımız güzel şeylerle olmuyor. Benim başarılarımdan çok belki de başarısızlıklarım var. Beni başarılı kılan da, bu başarısızlıklar oldu. Sonunda kendimi o kadar da ciddiye almamayı öğrendim. Hayat zaten güzel. Hayatın içinde kendi yarattığın illüzyona kapılıp gidersen, kayboluyorsun. Buna gerek yok. Paşa paşa yaşa! Onu keşfettim ben. Bir de kızım var, kızımla vakit geçirmek dünyanın en güzel şeyi.

Ya bu anlattıkların da bir rolse... Sen o kadar iyi oyuncusun ki, yoksa yiyor musun bizi bu aşmış adam tripleriyle?

-Hakikaten değil! Evet, ben bir rol oynadım. ‘Çocuklar Duymasın’ güzel bir işti. İyi bir karakterdi Haluk. Birol’la beraber onu çok güzel köpürttük. İnsanlar da o kadar beğendi, o kadar karaktere inandı ki, beni o zannetti.

Sen de mi kendini ‘taş fırın erkeği Haluk’ zannettin?

-Hayır. Tabii ki bana yakın olan pek çok özelliği vardı. Ama şöyle bir önyargı oluştu: “Ya bu adam, gerçek hayatta da böyle. İngilizce bilmez, dünyayı bilmez. Kıronun teki aslında” gibi bir illüzyona kapıldı insanlar. Gerçekle illüzyon birbirine karışmaya başlayınca, belki bu işleri çok iyi bilmeyen insanlar inanabilir ama bu işin içinde olanların inanıp da o illüzyona kapılmaları çok acayipti. Filmde bunu gösterdik zaten. Ben aslında başarılı olduğum için cezalandırıldım.

Nasıl yani?

-‘Çocuklar Duymasın’a kadar herkes “Komedi oynayamaz!” diyordu. “Jön o, hep jön roller oynar!” ‘Çocuklar Duymasın’dan sonra, bu sefer de, “Sadece taş fırın erkeğini oynayabilir!” dediler. Çünkü bizler belli şeylere inanıp, onun peşinden gitmeyi seviyoruz. Yarattığımız illüzyonlara inanmayı seçiyoruz.

Bu filmde bize göstermek istediğin neydi?

-Önyargı! Evet, biz etrafta konuşulanları, söylenenleri çekelim istedik. Ama aslında çektiğimizi insanların önyargısıydı. Komedi ama trajikomik. Adam kendini yırtıyor, “Aslında ben oyuncuyum!” diye. “Bak İngilizce de oynuyorum, şunu da yapıyorum, bunu yapıyorum!” Sektörel bir film değil, sadece ünlü bir oyuncunun ne kadar komik durumlara düşebileceğini anlatıyor.

"Sürekli birileriyle boğuştum"

Peki ‘taş fırın erkeği’ imajı seni nasıl etkiledi? Filmdeki gibi mi, “Bittim ulan! Bitirdi beni bu imaj!” dediğin oldu mu?

-İnsanlarda o önyargı tabii ki oluştu. “Bu adam başka bir şey oynayamaz! Hep sert adam olması gerekiyor!” filan. Ama dünyaya da baktığımız durum farklı değil, siz Clint Eastwood’u romantik bir filmde izlediniz mi? Aynı rolü oynamak değil belki ama o rolün değişik türevlerini oynayabilmek önemli...

Bu demektir ki, ‘taş fırın erkeği’ bana hem çok şey kazandırdı hem de çok şey kaybettirdi, öyle mi?

-Öyle de denebilir. Biz toplum olarak, bir şeyi çok sevip arkasından çok nefret etmeye bayılıyoruz. Eleştirmeyi seviyoruz. Mutlaka eleştirecek bir şey buluyoruz.

Sence bu algı, sadece diziyle ilgili miydi?

-Ona paralel gidiyordu çünkü normal bir başarı elde etmedi ‘Çocuklar Duymasın’. Dolayısıyla bana pek çok alanda düşman kazandırdı.

Benim için mesela sen oyuncu olarak hep iyiydin ama başka çıkıntılıkların vardı. Belki de dizinin verdiği gereksiz bir kendine güvendi o...

-Benim bazı şeyleri kavrayabilmem için 50 yaşımı aşmam gerekti! Mesela konuşurken söylediğin şeyler, yazıya döküldüğü zaman aynı etkiyi göstermeyebiliyormuş. Bazen espri olsun diye söylediğin bir şey, yazılınca, çok ciddi algılanabiliyor ve antipatik kaçabiliyormuş. Ben bütün bu çukurlara düştüm. “Ah ben bunu böyle söylemedim ki!” dedim. Sürekli birileriyle boğuştum, kendimi ifade etmeye çalıştım. Şimdi düşünüyorum da, bunlar hep hataymış. Her yazılıp çizilene karşılık vermen gerekmiyormuş. Ama ben bilemedim, yaptım.

"Herkesin zihninde 'taş fırın erkeği' olarak kaydoldum"

Gerçekten taş fırın türü rol gelmeyince işsiz mi kaldın?

-Evet, hep belli roller geliyordu. Sert adam... Bunda ‘Çocuklar  Duymasın’ın her bölümünün yaklaşık 70-80 kere gösterilmiş olmasının da etkisi vardı. 8-9 sene ara vermiş olmamıza rağmen o kadar çok tekrarı dönüyordu ki insanlar bizim ara verdiğimizi bile anlamadı. Ve ben herkesin zihnine ‘taş fırın erkeği’ olarak kaydoldum.

 Arzu’yla durumlar nasıl?

-2007’de ayrıldık. 10 sene oldu neredeyse ayrılalı... Zeyno doğduktan 9-10 ay sonra ayrıldık biz. Bir süre Göktürk’te karşılıklı sitelerdeydik, kızıma bir problem olduğu zaman hemen ulaşabileyim diye. Ama sonra Zeyno konservatuvarda piyanoya başladı, Ankara’ya taşındılar.

 Senin için ne ifade ediyor?

-Çok özel. Çok değerli. Arzu benim geçmişim demek. Bizim tanışıklığımız çok eski zamana dayanıyor. İkimiz de Ankara Koleji’ndeydik. O benim beş sınıf küçüğümdü ama aynı okullarda okuduk, aynı mahallelerde yaşadık, aynı filmlerde seslendirme yaptık. O benim için çok önemli. Ayrı olmamız da bu gerçeği değiştirmiyor. İki haftada bir kızımı görmeye gidiyorum. Ankara-İstanbul arası mekik dokuyorum.

"Bundan sonra kanıtlayacak bir şeyim yok"

Bu film, “Taş fırından başka bir şey oynayamaz!” diyenlere mi nazire?

-Hayır, böyle iddiam yok. Artık hiçbir konuda iddiam yok. Acayip iyi bir oyuncuyum gibi bir iddiam da yok. 50 yaşıma geldim. Bundan sonra kanıtlayacak bir şeyim yok. Bunu keyif aldığım için yaptım, Arzu da oynadı.

"'Birlikte oldu' dedikleri kadınların çoğuyla birşey olmadı!"

 Bu filme göre yapımcılık bir numaralık sahtekârlık. Sence de öyle mi?

-Sahtekârlık demesek... Zor bir meslek. Yapımcı, ikna edici demek aslında. O kadar çok şeyi ikna etmesi lazım ki. Kanalı ikna edecek, oyuncuları, yazarları ikna edecek. Prodüksiyonu ikna edecek. Ellerinde 8-10 tane top, hiçbirini düşünmeden o dengeyi kurmak zorundalar.

Gerçekten kendini George Clooney ve Robert de Niro ile kıyaslıyor musun?

-Yok canım, o kadar kafayı yemedim! Ama George Clooney’yi bütün filmlerinde ben seslendiriyorum. Öyle bir kıyaslama filan niye yapayım ki? Ben Türkiye sınırları içinde iyi kötü bir şeyler yapmış bir adamım. Türkiye’yi geçtikten sonra belki dizilerim bir-iki Arap ülkesinde gösteriliyordur. “Vay be! Bütün dünya beni tanıyor!” gibi bir illüzyona kapılacak halim yok. Çok şanslıyım ki  ‘Çocuklar Duymasın’ gibi popüler ve güzel bir işin içinde yer aldım. Ama bu kendimi Robert de Niro gibi görmem anlamına gelmiyor.

Bir sürü kadınla anıldın, sevgili ilan edildin...

-Yarısından çoğu hakikaten palavraydı. Çünkü lafları yazanlarla savaşmayı seçmek, durumu kabullenmek anlamına gelecekti. Ben sadece bir şey söylememeyi seçtim. Bir şey söylemeyince “Muhtemelen olmuştur” diye bakıldı.


Söyleşinin tamamını okumak için tıklayınız