Kültür-Sanat

Tam 150 yıl önceydi

Orhan Pamuk kararı için Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, ifade özgürlüğünün tarihine ilişkin bir yazı kaleme aldı.

09 Ekim 2009 03:00
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, yazar Orhan Pamuk hakkında, İsviçre'de yayımlanan bir dergiye verdiği röportajdaki "30 bin Kürt'ü ve 1 milyon Ermeni'yi öldürdük'' sözleri nedeniyle manevi tazminat davası açılabileceğine karar verdi. Sözleri için hem ceza, hem tazminat davası açılmış, her iki davası da reddedilmiş Orhan Pamuk kararı için Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, ifade özgürlüğünün tarihine ilişkin bir yazı kaleme aldı.

Çongar'ın Taraf gazetesindeki (09.10.2009) köşe yazısı şöyle...

Tam 150 yıl önceydi

Evet, size 1859’dan bahsedeceğim ama önce biraz daha geriye gidebilir, mesela 365 yıl öncesine uzanıp John Milton’ı hatırlamaya çalışabiliriz.

1644’te, “kışkırtıcı, güvenilmez, mantıksız ve ruhsatsız fikirler” dediği düşünceleri metin halinde yaygınlaştırmak isteyenleri engellemeye yeltenen İngiliz Parlamentosu, karşısında Milton’ı bulmuştu.

Milton, o yıl yayımlattığı ve Aeropagitica adını verdiği konuşma metninin alt başlığını “Ruhsatsız Yayınların Özgürlüğü İçin” diye belirlemişti.

Sansür peşindeki İngiliz Parlamentosu’na “Bırakınız konuşsunlar, bırakınız yazsınlar,” diye sesleniyordu Milton, “eğer bütün her şey açık açık ifade edilirse, gerçekle sahtelik arasındaki yarışmayı, zaten gerçek kazanacaktır.”

Milton’ın bu çağrısı, üzerinden Fransız Devrimi’ni de içinde barındıran 215 yıl geçtikten sonra, Londra’dan yükselen bir başka özgürlükçü sese ilham verdi.

John Stuart Mill, elinizde tuttuğunuz gazete dahil hayatiyeti ifade özgürlüğüne bağlı her varlığın sebeb-i hilkati sayılabilecek eseri On Liberty (Özgürlük Üzerine)’yi 1859’da yayımladı.

Bu kitapta Mill’in, düşünce ve ifade özgürlüğünün evrensel tanımına büyük ölçüde kaynaklık eden iki temel saptaması vardı.

“Ne kadar ahlaksızca görülürse görülsün,” diyordu Mill, “herhangi bir fikri öne sürüp tartışma konusunda, eksiksiz bir özgürlüğün var olması etik bir kararlılık gereğidir.”

Velhasıl, Milton’ın “otoritenin ruhsatı, toplumun güveni ya da genel mantığa uygunluk” gibi ölçütleri karşılamayan fikirlerin özgürce ifade edilebilmesini savunduğu gibi, Mill de, yurttaşından iki asır sonra, “ahlaksız” görüldüğü gerekçesiyle herhangi bir fikrin ortaya atılmasının ve tartışılmasının engellenmesini “etiğe aykırı” buluyordu.

Yine Mill, herhangi bir cemaatin benimsediği fikirlere aykırı şeyler söyleyen bireye de şu net cümleyle sahip çıkmıştı:

“Eğer biri hariç, bütün insanlar aynı düşüncede olsalar ve yalnızca bir kişi karşı düşüncede olsa, nasıl bu birinin, elinde güç olsa, insanları susturmaya hakkı yoksa, insanların da bu birini susturmaya hakkı yoktur.”

İşte, yirminci yüzyılda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19’uncu maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesi gibi, bugün düşündüğümüzü ifade edebilme özgürlüğümüzü güvenceye alan uluslararası hükümler, ışığını büyük ölçüde, Mill’in tam yüz elli yıl önce basılan bu fikirlerinden aldı.

2009 İstanbulu’nda bir günlük gazete makalesine, 1859 Londrası’nda yazılanlarla başlamamı bağışlayın...

Doğrusu, bunun bana da “tuhaf” hatta “komik” gelen bir yanı var ama Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun Orhan Pamuk hakkında verdiği “tuhaf” karar üzerine düşünürken aklıma gelen “komik” olasılıklar, böyle biraz gerilere gidip sakinleşme isteği uyandırdı bende.

Yargıtay, Pamuk’un İsviçre’de yayımlanan bir dergiye verdiği mülakattaki “Otuz bin Kürdü ve bir milyon Ermeni’yi öldürdük” sözleri nedeniyle manevi tazminat davası açılabileceğine hükmetti. Böylece, aralarında Ergenekon sanığı Kemal Kerinçsiz’in de bulunduğu altı kişinin Pamuk aleyhine açtığı dava henüz “haklı” görülmedi ama bu davanın “görülebileceğine” karar verilmiş oldu.

Yani, sonuçta manevi tazminata hükmedilse de hükmedilmese de, Pamuk o cümlesinden dolayı tazminat istemiyle yargılanacak.

Ve Yargıtay’ın bu kararı emsal oluşturacak; bundan böyle, bu memleket, bu toplum ve bu toplumun tarihi hakkında fikrini açıklayan herkesin “manevi tazminat” istemiyle mahkemeye çıkarılmasının yolu açılacak.

Diyelim ki, Türkiye, Türkler ya da Türklerin ataları hakkında eleştirel bir tonda konuşuyorsunuz, üstelik de, bunu Pamuk’un da yaptığı gibi “biz” zamiriyle, kendinizi de içine katarak yapıyorsunuz... Ayrıca, söylediklerinizde bir hakaret unsuru yok; sadece tarihe ya da topluma ilişkin gözlemler, saptamalar yapıyorsunuz.

Farz-ı mahal, “Osmanlı döneminde Ermenilere soykırım yapıldı” diyorsunuz ya da “Yavuz Sultan Selim binlerce Alevi’yi ve Kürdü kılıçtan geçirdi” ya da daha “steril” bir örnekle, “Biz Türkler temizliğe fazla özen göstermeyen insanlarız” deme niyetiniz var, Yargıtay’ın son kararının size zımnen tavsiye ettiği şey, tek kelimeyle susmaktır...

Zira bu karardan sonra, “Sen benim atalarım soykırım yaptı diyemezsin” ya da “Benim adım Yavuz, sen adını aldığım sultanı nasıl kötülersin” ya da “Türküm ve tertemizim, bu cümleye de çok içerledim” diyen her vatandaş, size manevi tazminat davası açabilir...

Tabii, şöyle de özetlenebilir durum:

Yargıtay, bu son kararıyla, bu toplumun –Milton’dan ilhamla- “kışkırtıcı, güvenilmez, mantıksız, ruhsatsız” ya da –Mill’den ilhamla- “ahlaksız” bulacağı her türlü fikrinizi kendinize saklamanızı buyuruyor. Nitekim Orhan Pamuk’un, “Her Türk vatandaşının dava açma ehliyeti olduğu kabul edilirse bunun sonucu düşünülmüş müdür? İfade özgürlüğünden söz edilebilir mi” sözleriyle bu olasılığa işaret ederek yaptığı itiraz da, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca reddedildi.

Böylece, Türk Ceza Kanunu’nun o meşum 301’inci maddesini bile gölgede bırakacak bir “manevi tazminat” kılıcı, bu ülkede düşündüğünü söylemek isteyen her “aykırı” bireyin tepesinde sallanıp duracak artık.

Bakın, ben size “Pamuk tabii ki haklıydı, bu topraklarda bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt öldürüldü” de demiyorum üstelik.

Diyebilirdim. Ama hayır... Çok daha basit ama basitliği ölçüsünde de önemli başka bir şey söylemeye çalışıyorum.

Bu topraklarda, bir milyon Ermeni ile otuz bin Kürdün öldürüldüğünü düşünen tek kişi Orhan Pamuk bile olsa –ki öyle değil- Mill’in dediği gibi, onu susturma hakkımız olmadığını unutmayalım, diyorum.

Ve eğer, siz bu topraklarda bir milyon Ermeni ile otuz bin Kürdün öldürülmediğini düşünüyorsanız, size Milton’ın sözlerini hatırlatmak istiyorum... Düşüncenizin doğruluğuna güveniyorsanız, hiç telaş etmeyiniz, zira “eğer bütün her şey açık açık ifade edilirse, gerçekle sahtelik arasındaki yarışmayı, zaten gerçek kazanacaktır.”