Kültür-Sanat

'Susulacak zaman değil; ne tiyatro kalacak, ne orkestra, ne bale... Bitti...'

Türk tiyatrosunun en önemli isimlerinden Genco Erkal, Türkiye'de sahne sanatlarının geldiği noktayı eleştirdi

05 Aralık 2014 10:19

50 yıl aradan sonra 'Bir Delinin Hatıra Defteri'i yeniden sahneleyen usta tiyatrocu Genco Erkal, Devlet Tiyatroları’nda yaşanan kavgalara değinerek, “Büyük bir kavga var kurumun içinde, şimdi basına yanıyor. Ben bu nedenle istifa ediyorum diye çıkıyor birileri, ya da yeni atanan genel müdür için “Biz bunun yanında çalışmayız” diye müdürler istifa ediyor. Susulacak zaman değil yani. Ne tiyatro kalacak, ne orkestra, ne bale... Bitti...” dedi.

Radikal gazetesinden Bahar Çuhadar’a konuşan Genco Erkal hem yeni oyunu, hem de Türkiye’deki sanat gösterilerinin durumunu anlattı. Çuhadar’ın “Genco Erkal: Susulacak zaman değil!” başlığıyla yayımlanan (5 Aralık 2014) söyleşisi şöyle:

 

Genco Erkal: Susulacak zaman değil!

 

Gogol’ün muzip, zeki, alaycı, isyankar ve bir o kadar da yoksul, çaresiz ve deli karakteri Poprişçin 1965’ten beri ara ara Genco Erkal’la buluşuyor. Poprişçin’in 172 yıllık defteri, Erkal’ın yorumuyla en son 1992’de seyircinin karşısında dile gelmişti. Genco Erkal kendisiyle adeta özdeşleşen “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni, oyunun ilk sahnelenişinden 50 sene sonra yeniden yorumluyor. Kasımda prömiyer yapan oyunun son provaları sürerken Erkal ile Kenter Tiyatrosu’nda buluştuk. “Müthiş bir serüven” dediği “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni ve delirerek aslında içinde bulunduğu dünyaya, mahkum edildiği düzene isyan eden Poprişçin’i konuştuk.

 

2013 Ağustos’unda bir twit atarak oyunu yeniden sahnelemek üzere bir nabız yoklaması yapmışsınız. Nereden düştü aklınıza “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni yeniden sahnelemek?

Bu oyun beni hiç terk etmedi. 1965’te beri çeşitli sahnelemeler yaptım. 65, 69, 92... Bu dördüncü. Çok zengin bir metin; hep yeni bir gözle yaklaşmaya çağırıyor. “Dur canım, daha vakit var” diyordum, sonra “Bu yaştan sonra olmaz” demeye başadım. Ama “Ah bir oynasanız, ablam seyretmişti”, “Ben sizin ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni seyretmiştim” diyenler çıkıyor mesela... O zamandan bu zamana yetmiş tane oyun oynamışım, onlardan bahsetmiyor, bunu söylüyor. “E yapayım bari gitmeden evvel” dedim.

 

1965’te ilk sahnelediğinizde metne yaklaşımınız nasıl olmuştu?

O sırada İstanbul Üniversitesi’nde psikoloji okuyordum. İlk yaklaşımım oyuna psikolojik bir vaka olarak bakmaktı. İstanbul’da Bakırköy Akıl Hastanesi’ne, Ankara ’da psikiyatri kliniğine gittim geldim, hocalarla konuştum, hastalarla tanıştım. Ankara’da bir gece de kliniğin koğuşunda kaldım. Sonra Brecht ile tanıştım. Politik tiyatro yaptığımız için de; toplumsal, siyasi, Brehctçi bir bakışla ikinci yorumu yaptım. Bu hastalığı hazırlayan sosyal, politik, siyasal etkenleri anlatan bir yorumdu. 90’lardaki üçüncü yorum daha çok bir tiyatrocu yorumuydu. Dedim ki; bu adam aslında bir tiyatrocu ve bu defter de kendi hayatının defteri. Hayatının oyununu bir yandan yazıyor, bir yandan prova ediyor, bir yandan oynuyor. “Böyle yapsam daha mı güzel olur” gibi deneyerek, prova şeklinde çıkan bir tiyatrocu yorumuydu. Bu kez, üç katmanı da bulunduran ve bütün o serüvene tepeden bakan bir tamamlama yapıyorum.

 

Poprişçin’le aramızda gizemli bir ilişki var!

 

Poprişçin’e 27 yaşınızdaki halinizden farklı olarak, bugün 77 yaşında nasıl bakıyorsunuz?

Aramızda gizemli, adı konmamış bir ilişki var. Çok özdeşleştiğim yerler de var benim bu kişiyle. Daha fazla deşmek istemiyorum bu konuyu...

 

“Bir Delinin Hatıra Defteri” bir anlamda da bir başkaldırı öyküsü mü?

Tabii... Kendi dünyasına kaçıyor. İçinde yaşadığı dünyayı kabul etmiyor, büyük bir isyan var. Müthiş bir öfke var, toplumsal koşullara karşı.

 

Şimdiki prodüksiyona ne zamandır hazırlanıyorsunuz?

Ben bunu geçen sene yapacaktım. Geçen yıl Kültür Bakanlığı’na projeyi verdim. Sonra reddedildik, mahkemelik olduk bakanlıkla... Ben de bıraktım. Zaten “Yaşamaya Dair” yeni başlamıştı. Ama bu sene artık tam da 50’nci yılı olduğu için yapmaya karar verdim. Kafamda devamlı dönüyordu. Son iki aydır da fiili olarak ezber ve daha somut çalışmalar yapmaya başladım. Aslında daha da çabuk olurdu da o kadar çok turnemiz var ki... “Yaşamaya Dair”i oynuyoruz, “Ben Bertolt Brecht”i, “İnsanlarım”ı oynuyorum. Arada “Kerem Gibi”yi de oynadım. Devamlı bir yerimiz olmadığı için sürekli başka yerlerde başka şehirlerde... Kur kaldır, kur kaldır... Ama otobüste, uçakta, kuliste vakit doldurmak için tekst hep elimdeydi.

 

Erdal Beşikçioğlu’nun rol aldığı versiyonu izlediniz mi?

İzlemedim ama o beni 1994’te Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’na yaptığımız turnede izledi.

 

Tiyatro yaşamınız baskı ve sansürle mücadele halinde geçti. Hâlâ da öyle... Ben kendime “Genco Erkal’ı bu bitmeyen mücadele hali mi diri tutuyor?” diyorum...

Doğru. Beni bu mücadele ayakta tutuyor. Her seferinde yeniden güç geliyor. Her darbeyle yeniden... Öyle mi? Peki! Muammer Karaca Tiyatro’sunu kapattılar, bizi dışarı attılar. “Ben bu sene peşpeşe haftada altı oyunu altı gece oynayacağım” dedim. Benim tiyatro yapmama engel olamazsınız! Önüme hep sınavlar koyuyorum. “Onu da yapmam lazım, oh becerdim” diyorum. Ayakta tutan bu.

 

Sokakta da oynarım

 

Yılma hissi olmuyor mu? Arada oluyor... Ama susup oturmak çok kötü bir şey. Ali Paşa Hanı’nda da tatsız bir şey yaşadık. O iktidardan gelen bir şey değildi, aile içinde olan bir anlaşmazlıktan dolayı... Yıllar sonra böyle güzel bir mekan yaptım, her gece tıklım tıklım oynadık. Orada da engelleme çıktı, üstelik aile içinden olması daha da yıpratıcıydı. Ama gene mücadele, gene oynayacağım dedim. Yıkıldığı halde başka bir düzende yine oynadım. Ben öyle de oynarım, böyle de, sokakta da oynarım. Tiyatro benim için bir yaşama biçimi, onsuz bir yaşam düşünemiyorum. Ona biri zarar vermeye kalktığında canımdan vurulmuş gibi oluyorum. Belediye, Kültür Bakanı ya da aileden biri dokunmaya kalkarsa müthiş bir güçle isyan ediyorum.

 

Kültür Bakanlığı’ndan destek çıkmaması üzerine açtığınız davayı kazandınız. Süreç hangi aşamada?

Kazandık fakat Kültür Bakanlığı karara itiraz etti, üst mahkemeden cevap bekliyoruz. Bu hükümetin kültürle genel anlamda kan uyuşmazlığı var. TÜSAK yasa tasarısı, DT’ye yapılan sansür uygulamaları, oyunların değiştirilmesi...

 

Ne tiyatro kalacak, ne opera, ne bale; bitti…

 

En son ‘Macbeth’in Ankara DT’nin programından kaldırılması olayı gündeme geldi...

Daha evvel de oluyordu; bir sürü oyunun şurasını çıkar, burasını değiştir şeklinde... Bunların büyük bölümü de basına yansımamış. Büyük bir kavga var kurumun içinde, şimdi basına yanıyor. Ben bu nedenle istifa ediyorum diye çıkıyor birileri, ya da yeni atanan genel müdür için “Biz bunun yanında çalışmayız” diye müdürler istifa ediyor. Susulacak zaman değil yani. Ne tiyatro kalacak, ne orkestra, ne bale... Bitti...

 

Gezi hiç olmamış gibi olamaz

 

Böyle konuşunca çok karamsar bir tablo çizilmiş oluyor ama Gezi’den sonrasını bir tür milat olarak kabul ediyor musunuz?

Tabii mutlaka. O orada ölmez. O bir kere bir şey yapılabildiğini gösterdi. Bir araya gelip, bir karşı çıkışın mümkün olabildiğini... O hiç olmamış gibi olamaz. Yankıları olacaktır. Bütün tiyatro salonlarını Şinasi Sahnesi’ni, Akün’ü yok ediyorlar... Adamlar tiyatroları yok ediyor. Devlet Tiyatroları’nın laboratuar sahnesinin bahçesini işgal ettiler. Her yer inşaat! Onların gözünde her yer rezidans olsun, AVM olsun...

 

60’lardan bugüne bakarsak; muhalif tiyatro göze hep battı. Bugünün Türkiye ’sinde mi daha vahim durum sizce yoksa geçmiş dönemler mi daha fenaydı?

İçinde yaşadığımız için bu dönem daha kötüymüş gibi geliyor. Ama tabii neler yaşadık... 12 Mart, 12 Eylül korkunç dönemler... Linç edilme tehlikesi geçirdik, bomba, molotof attılar. Müthiş politize bir durumdu, sokaklar kaynıyordu, yansıması tiyatroya da oldu. Anadolu’ya tiyatronun gitmesi engellendi. Biçim değişiyor ama muhalefetten hiçbir iktidar hoşlanmıyor. Fazla muhalifsiniz sizi susturmanın bir yolunu buluyorlar. Bunu işin bir parçası olarak kabul ettik.

 

‘25 yaşında hissediyorum’

 

Şu anda sizce en delirtici gelişme ne?

Çok var! Her gün gazeteyi açtığınız anda delirmeye ramak kalacak haberlerle karşılaşıyoruz. Bununla yaşayacağız işte...

 

Peki neden delirmiyoruz?

Alışıyoruz! (Gülüyor) Ona tahammül etmeyi öğreniyoruz. “Tamam, bugün de bunu yapmışlar, ne yapayım Allahım” diyorsun. Bir, iki twit atıyorsun, rahatlıyorsun belki. Ertesi gün başka bir şey çıkacak çünkü...

 

77 yaşında kendinizi yaşlı hissediyor musunuz?

Hiç!

 

Kaç yaşında hissediyorsunuz?

Ayıp olmasın diye 40 diyeceğim ama 25-30 diyebilirim. (Gülüyor) Gerçekten öyle hissediyorum. Şimdilik sağlığım iyi, spor yapıyorum, düzenli yaşıyorum, sevdiğim işi yapıyorum. Şu tiyatroya geldiğim, sahneye çıktığım vakit dünyanın en mutlu insanıyım. Seyircinin de mutlu olduğunu görünce, daha ne olsun!