Kültür-Sanat

Suriye savaşı başladığında “Gölgemi Kaybettiğim Gün”

Suriyeli yönetmen Sudad Kadaan, 62. Londra Film Festivali'nde “Yeni Sinemacılar” dalında yarışıyor

20 Ekim 2018 03:00

Ayça Abakan

Fransa doğumlu Suriyeli yönetmen Sudad  Kadaan, 62. Londra Film Festivali’nde “Yeni Sinemacılar” dalında  yarışıyor. “Yom Adaatou Zouli” (The Day I Lost My Shadow / Gölgemi Kaybettiğim Gün)  adlı filminde Kadaan, Suriye iç savaşının ilk döneminde başkent Şam’da değişmeye başlayan sıradan ve gündelik yaşantıları, ilk tohumları atılan düşmanlıkları, çatışmalarla gelen ilk toplumsal ve ideolojik ayrılıkları yansıtıyor.

2011 İlkyazında Esad yönetimi karşıtı protestolarla başlayan iç savaş Suriye insanını nasıl etkiledi? Suriyeli göçmen ve mülteci kitlelerine karşı duyulan tepkilerin ardında ne var?  Sinemanın toplumlar arası gerginlikleri gidermede bir rolü olabilir mi? Sudad Kadaan ile, kadın film yönetmenleriyle düzenlenen çaylı sohbet toplantısında, bu sorulara yanıt aradım. 

Sawsan Arsheed, Reham Al Kassar, Samer Ismael, Oweiss  Moukhallalati, Ahmad  Morhaf  Al  Ali’nin rol aldığı Arapça film, çeşitli uluslarası sinema festivallerinde gösterildi ve son olarak da Venedik’te “Geleceğin Aslanı” ödülünü kazandı. İnsanların başlarına roketler düşerken “yarın” kavramının anlamını nasıl yitiriverdiğini irdeleyen Kadaan, sadece üç günlük bir zaman diliminde, Eczacı Sana’nın evine tüp gaz bulup getirebilmek için verdiği savaşımı, kendisini  birden “karşı tarafın topraklarında” bulmasını, kayıplarla yüzleşmesini anlatıyor.

Fransa’da doğmuş olmasına rağmen yaşamının önemli  bölümünü Şam’da geçiren Sudad Kadaan 2012 yılının sonunda ülkesi Suriye’den ayrılıp Lübnan’a yerleşmiş. Ayrılıp gitmiş olsa da, aile bireylerinin, arkadaşlarının tanıklıklarıyla ve haberlerden yaşananları yakından  izlediğini söylüyor; “Bizim savaş deneyimimiz kişisel değil, ortak. Yıllarca uzakta yaşasanız bile, savaş kişiliğinizin bir parçası haline geliyor.” diyor.

2011’den 2018’e...

İç  savaş başladığında, ne kadar sürebileceği konusunda “hiçbir fikri olmadığını” belirten Kadaan, 2018’in sonuna yaklaşılırken Suriye savaşının hâlâ ve çok taraflı, çok karmaşık bir hal alarak sürüyor olması karşısında, bir sinemacı, bir gözlemci olarak umut taşıyıp taşımadığını şöyle yanıtlıyor:

“Bir ülke harabeye dönüştürüldüğünde bir umarsızlık egemen olur. Bu savaşın herkese bir maliyeti oldu. Hiçbir zaman hiçbir kimse bu savaştan galip çıkmayacak. Her Suriyeli aile kayıp verdi. Kentler, köyler yıkıldı, yakıldı. Sonucu ne olursa olsun kimse galip çıkmayacak. Artık bir son verilmesi gerekiyor savaşa. Umudumuz hep var ama, bir Suriyeli olarak bu ‘son’a, sadece yerel değil, uluslararası  düzeyde karar verilmesi gerektiğini biliyoruz. Şu anda sadece bireysel olarak umut besleyebiliyoruz. Ben hayatta kalabildim, hem savaşın içinde ve hem de, mülteci olarak, sürgünde yaşadım. Sonuçta önemli olan,  onurlu bir şekilde yapmış olduklarınız üzerinde düşünebilmek, kişisel bakışla, neler yaşandığı hakkında insanları etkileyebilmenin yolunu bulmak.”

Sinemanın katkısı olabilir mi?

“Ben sinemanın dünyayı değiştirebileceğine inanan biri değilim. Ama insanı değiştirebilir, etkileyebilir. Örneğin bu film sizi biraz olsun etkileyebilir. Suriye hakkında daha farklı düşünmenize yardımcı  olabilir. Eğer bu filmle bir insanı biraz da olsa etkileyebildiysem, o insan da başkalarını etkileyebilir.  O yüzden ben bireysel düzeyde etkilemeye inanıyorum.” diyor  Sudad Kadaan.

Filmde rol alanların da “değişebildiğini” söyleyen Kadaan, “Bu filmde profesyonel  oyuncuların yanı sıra mülteciler de rol aldı. Filmi yapmak çok zor oldu, herkes ya sürgünde ya da mülteci konumunda. Oyuncular üzerinde de terapi  gibi oldu film bir bakıma. Filmdeki erkek çocuk (Halil), geçmişte en korkunç katliamlara ve mezhep çatışmalarına sahne olan Şabra ve Şatilla Kampından. Bu çocuk, ‘bunlar hayatımın en güzel günleri’ diyordu film sırasında ve çekim bittiğinde. Ona sarılacak birini bulmuştu. Savaşta ve mültecilik hayatında koşullar çok zor, ana babalar çocuklarına şefkat gösterecek zaman bulamıyorlar. Filmde (anne rolündeki) Sana’nın sarılışının çocuğu (Halil) nasıl değiştirdiğini gördük. Belki de duyguları ifade edebilmek insanı  bir şekilde tedavi ediyor.” diyor.

Türkiye’de, eğitimli, dış dünyaya açık çevrelerin de arasında yer aldığı kimi kesimlerde gözlenen ve yıllar ilerledikçe keskinleşen “Suriyeli mülteci veya göçmen karşıtlığını, açıkça dile getirilen öfkeli tepkileri, nasıl yorumluyor  Sudad Kadaan?

“Benim sizden hiç farklı olmadığımı görürsünüz”

“Biz savaş sırasında bir şey öğrendik: Hiçbir şey siyah beyaz değildir. Suriye’deki  insan  trajedisi ve mültecilerin sayısı çok büyük boyutlarda. Çok sayıda insan Türkiye’de ev buldu, Türkiye’ye giden mülteci sayısı da çok yüksek. Birçok Suriyeli düzgün  işleyen kamplarda kalabiliyor.

İnsanî bakımdan anlayamıyorum ama, Suriyelilere yönelik tepkiyi  anlayışla karşılıyorum. Ama Türkiye’de destek alan pek çok Suriyeli mülteci olduğunu da biliyorum.

Türkiye’de  oturacak ev bulan arkadaşlarımdan duyuyorum bunu. Milliyetçi kesimler Suriyeli mültecilerden korkuyor  olabilir, onların farklı olduğunu, ülkedeki  fırsatları ele geçirdiklerini düşünebilir. Ama bunda  bazı siyasetçilerin de rolü var.  Ülkedeki  toplumsal  aksaklıklardan mültecileri sorumlu tutanlar çıkabilir. Birçoklarının zorlandığının, çetin  mücadele verdiğinin  farkındayım. İşte bu nedenle bizi dinleyecek insanlara hikayemizi anlatmamız, onlara el uzatmamız gerektiğini söylüyorum. Ben size elimi uzatırsam, benim sizden hiç farklı olmadığımı görürsünüz. Bu da sizi, tavrınızı, tepkilerinizi değiştirebilir.”

Suriyeli mültecilerin sığındığı bir diğer bölge ülkesi  Lübnan’da da büyük gerginlikler yaşandığını, mültecilere saldırgan tavırlar sergilendiğini söylüyor Sudad Kadaan ve Lübnan’da bir Suriyeli olarak çevirdiği film için kaynak ve kadro oluşturmakta çok büyük zorluklar yaşadığını vurguluyor.

Tarihi anlamda hepimiz mülteci veya göçmen değil miyiz aslında?

 Gün gelecek ve bölge insanları, farklılıklarına rağmen yine yanyana yaşayabilecek mi?

Sudad Kadaan, “göç ve iltica geçmişi olmayan toplum bulunmadığını” vurguluyor gülümseyerek ve şu yanıtı veriyor:

“Bir başkasından niçin nefret edersiniz? Onu tanımadığınız için. Sanatın yardımıyla, bir şekilde yüz yüze gelerek o insanı tanımaya başlarsanız, siz de değişirsiniz. Sanatın düşünceleri değiştirmedeki önemi  burada. Birisini görmezden geldiğiniz, onu bilmek istemediğiniz için, gerçeğe karşı körlük içindeyseniz ondan nefret ediyorsunuzdur. Ama müzik, film gibi duygusal deneyimlerle ve  insan insana yüz yüze olunduğunda o körlük kaybolur. Yerel toplumla mültecileri bir araya getiren projeler de işte bu yolda yararlı oluyor, önem taşıyor.”