Yaşam

Stigma

Dünyada her 6 yetiskinden ve her 10 çocucuktan birinin tehşis edilebilir zihinsel hastalıkla mücadele ettiği düşünülüyor.

09 Şubat 2010 02:00


Dünyada her 6 yetişkinden ve her 10 çocuktan birinin tehşis edilebilir zihinsel hastalıkla mücadele ettiği düşünülüyor. Tabi tahmin edersiniz bu hastalıkların üzerindeki damga ile bu teşhis istatistiklerine gerçek hayatta ulaşmak mümkün değil. Büyük bir stigma altında insanlar değil zihinsel sorunları için profesyonel yardım almak, bu konuyu sürekli inkar etmek ve ondan kaçmak için ellerinden geleni yapıyor.

Zihinsel rahatsızlıklar hakkında yanlış bilinenler ve önyargılar sadece ülkemizin sorunu değil. Hatta bugün dünyada bu rahatsızlıklara bakış açısının bir kabuk değişim süreci içinde olduğunu kabul etmek gerekiyor. Tabi dünyanın her köşesin kabuk değişim hızı ve dinamiğinin farklı olması da normaldir.

Amerika’da 2008 yılında geçen Zihin Sağlığı Paritesi (The Mental Health Parity and Addiction Equity Act of 2008 (MHPAEA)) adlı kanun ile sağlık sigortası alanında zihin ve beden hastalıkları arasında bütün sigortalama farklılıklarını kaldırmıştır. Bu bir anlamda Amarikan sağlık sektörünün vucüdün iki bölgesini farklı kılan anlayışı resmi olarakta bitirmesidir. Evet, kimileri için bu her ne kadar kabul etmek zor olsa da rahatsızlık olarak zihinsel hastalığa sahip kişiler, bedensel hastalığına sahip kişilerden farklı değildir. 

Belli bir kesimin ruh ve zihin rahatsızlıklarına bakış açısı değişiyor olsa da, bir çoğumuz hala tehşis edilmiş bir zihin hastalığı olanlara kuşku ile bakmaktan kendilerini alamıyor. Ruh ve bedeni birbirinden ayıran görüş açısı bipolarım diyen bir kişiye, mide ülserim var diyene olduğu kadar önyargısız bakamıyor.
 
Ciddiye almadığımız veya zayıflık olarak kabul ettiğimiz depresyon veya endişenin getirdiği sorunlara müdahale edilmedikçe insanların hayatlarını, yakın çevrelerini zehirlemeye devam etiğini görüyoruz. Şizofrenden, bipolardan (eski adı ile manik-depresif) öcü gibi korkuluyor. Bir Borderline‘ı bilmedikçe ona ilk hayran olup, sonra yere çalabiliyoruz ve bu insanları bozuk para gibi harcıyoruz. Sosyopati (eski adı ile psikopat) özelliklerinin farkına bile varmayıp, onları kontrolsüz toplumun içine salıyoruz. Obsesif ve kompülsif olana, temizlik hastası, titiz, takıntılı diyerek gerçek sorunlarının kaynağına ulaşmalarına engel oluyoruz. Bu insanları bu cendereden kurtulmalarına yardım etmek kimsenin aklına bile gelmediği gibi, cesaret bulup yardım isteyenlere veya mecbur kalıp doktora gidenlere ‘deli’, ‘manyak’ gibi lakaplar takıyoruz. Kendi sorunlarımıza kendimiz teşhis koyup, onları içki veya diğer maddelerle tedavi etmeye çalışıyoruz.


Bu yanlış anlama, önyargı ve bilgisizlik bir önce bitmeli

Zihinsel rahatsızlığı olan kişilerin çok az bir kısmının kontrolsüz koşullarda saldırganlaşma ihtimali olduğunu biliyor musunuz? Çok büyük bir kısmının sadece kendine (ve belki de onu seven ve düşünen yakınlarına) zararı var. Saldırganlık konusunda herkes kadar riskli iken, saldırıya uğrama konusunda daha riskli oldukların da unutmamalıyız. Kendini ‘normal’ adleden kişilerin, ‘anormal’ adlettikleri kişilere yaptığı zulüm, ‘anormal’ olanın topluma verip verebileceği zararından ölçülemeyecek kadar fazladır.

Zihinsel bir sıkıntı yaşamak zayıflık değildir ve her birimiz ad verilmiş bir zihinsel hastalığın değişik ölçülerde karakter özelliklerini gösteriyor bile olabiliriz. Tek fark bu özelliklerin bazı kişilerin hayatlarını daha fazla kontrol ediyor olamasıdır.  Bir çoğumuz onlardan kontrolü ele almalarını veya bu ‘anormal’den azimleri ile kurtulmalarını bekliyoruz. Fakat her hastalık gibi zihinsel rahatsızlıkdan da ancak profesyonel yardımla kurtulabilir veya kontrol altına alabiliriz.

Mesela diyabet türünden bendensel sorunlar gibi bazı zihinsel sorunlar da ömür boyu sürer ancak işin güzel tarafı beden hastalıklarında olduğu gibi bu sorunları da kontrol altına alıp, tatminli ve verimli bir hayata kavuşulabilir.

Öte yandan, kimi zihinsel rahatsızlıkların tıpkı bedensel rahatsızlıklar gibi genetik boyutu vardır. Fakat bu konuda ‘bana bir şey olmaz, bizim aileden, köyden çıkmaz’ gibi inkar mekanizmalarının da esiri olmamak gerekiyor.

Hayatınızda her şey yolunda giderken bir kaza, saldırı veya doğal afet sonrası PTSD’ye (tramva sonrası stress sendromu) sahip olmayacağınızı kim söylüyor? Ya da hayatın getirdiği beklenmedik bir durum sonrası depresyondan bir türlü çıkamamak kulağa hiç yabancı gelmiyor olmalı. Çocuğunuz büyürken içindeki endişelerin katlandığını ve semptomatik dışa vurumlar yaşadığına da kolaylıkla şahit olabilirsiniz… Bunları görmezden gelerek, kabul etmeyerek nereye ulaşabiliriz? Bunun kime faydası olabilir?

Bence artık herkesin elini vicdanına koyup, önyargılarını bir kenara koyma vakti çoktan geldi. Ancak bunu yapabildikten sonra çevremizdeki bu tür sorunların kendi içimizde çözemediğimiz, bastırıp derinlere gönderdiğimiz problemlerin bir dışa yansıması olduğunu farkeder ve belki böylece kendimizi de kurtarırız.