Star yazarı Sibel Eraslan, Can Dündar ve Erdem Gül'ün tahliyelerinin yolunu açan "hak ihlali" kararı sonrası Anayasa Mahekemesi'ne yönelik AKP'li milletvekilleri tarafından yapılan "kapatılsın" çağrılarını eleştirdi. "Peh Yarabbim! Al birini vur ötekine" diyen Eraslan, "Birisi kalkar hem yerel mahkemenin yerine geçer hem temyiz mahkemesinin yerini işgal eder aynı anda... Diğeri kalkar toptan kapatalım der..." ifadesini kullandı.
Eraslan'ın Star'da "Bireysel başvuru, jüristokrasiye malzeme edilemez" başlığıyla yayımlanan (4 Mart 2016) yazısı şöyle:
Hepimiz için çok değerli bir kazanımdır: Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Hakkı. Hatırlayacağınız gibi; 7. 05. 2010 tarihli 5982 sayılı değişiklikle Anayasanın 148 ve 149. maddelerinde çerçevelendirilmişti. Bu bağlamda; “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, AİHS kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir” hakkına kavuşmuştuk. Yürüyüşü şu şekildedir:
1- Bireysel başvuru için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması zorunludur. 2- Yine bireysel başvuru için güncel ve kişisel bir hakkın doğrudan etkilenmesi gerekmektedir. 3- Bireysel Başvuru hakkındaki karar, bir tespit kararıdır, davanın esasıyla ilgili, nihai bağlayıcı karar değildir.
***
Kamuoyunda ‘’MİT yardım TIR’larının durdurulması’’ olarak bilinen ve görülmekte olan casusluk davası civarında geçiyor tartışma... Bireysel başvuru da davanın esası ile ilgili olamaz zaten, zira esasa bakacak yetkili görevli mahkeme bellidir. Mezkur olayımızda AYM, gazetecilerin tutukluluğu hakkında bir tespit kararı vermiş olsaydı, bireysel başvuru sınırları içinde değerlendirilebilirdi verdiği karar. Lakin bitmemiş bir mahkemenin esasıyla ilgili bir karar açıklanmıştır.
Üstelik dava dönüştürülerek! Casusluk ve Devlet sırrını ifşaat davası iken, re’sen basın hürriyetinin kısıtlanması davasına transfer edilmiş bir dava ile karşı karşıyayız. Böylece AYM, hem yerel mahkemenin, hem de temyiz mahkemesinin yetkilerini gasp ederek, usul bunalımına, adalet kaosuna yol açmıştır. Daha da mühimi hukuka güven sarsılmıştır.
2010 yılında kazandığımız o çok değerli “Bireysel Başvuru” hakkının, “Yargıçlar Hegemonyası”na dönüştürülmesini üzüntüyle izliyoruz. Lakin hukuk ve demokrasi kültürü dediğimiz şey, bu tür vahim hatalardan önemli ibretler çıkartarak ilerler. Vesayetlerden, darbe girişimlerinden çok çekmiş siyasi tarihimiz ve milli irade, elbette yeni elbiseleri içindeki bu yeni “el koyuş” tarzına karşı savunma ve mücadele imkanlarını tahkim edecektir.
Yeni Anayasa ve Yeni Sistem arayışımızın altındaki ana kriz hattının Vesayetlerle Mücadele olması bu yüzden boşa değil...
***
Medeni Hukuk Hocamız Prof. İsmet Sungurbey’in işlenen hukuk gafları karşısında çılgına döndüğünde gürleyerek okuduğu bir beyit: “Kesb ile ta o kadar cehl olmaz/Cehlin ol mertebesi sehl olmaz” Yani; cehaletin bunca mertebesi, asla kolaylıkla kazanılmaz...
Koskoca Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru çerçevesini, kendi yetki ve görev alanını bilmeyecek değil. Koskoca profesörler, bidayet mahkemelerini bir kalemde çizip, oradaki tabii yargıçların ellerindeki dosyaları hatır hutur çekiştirerek davaları dönüştürme haklarının olmadığını bilmeyecek değil. Koskoca dağ kadar Mahkeme, bir çırpıda Yargıtay’ın yerine geçip henüz bitmemiş davayı bitmiş gibi yapıp “aa.. olmamış bu” diyecek değil... Koskoca AYM, kabul edilmiş bireysel başvurunun bir tespit davası olduğunu, iade-i muhakeme olmadığını bilmeyecek değil...
Bilmezler mi, hem de nasıl bilirler... Bunun için koskoca Anayasa Mahkemesi olmaya falan da gerek yok üstelik. Misal; Hukuk Fakültesi 1. sınıf öğrencileri, Anayasa Hukuku sınavında yukarıdaki beş kolay soruyu yanlış cevapladıklarında küt diye sınıfta kalıyorlar. Onların suçu ne? Çocukları sınıfta bırakıyorsunuz da, göz göre göre yanlış yapan koskoca profesörlere gelince sıra, dut yemiş bülbüle dönüyorsunuz...
Niçin?
Bu kaotik durum, sisteme jüristokratik vesayet anlamındadır... Bir tür sistem içi kısa devre... Normal akış dediğimiz ve kurumların kanunda tarif edilmiş yetki ve görev tertibine göre işlemesine müdahale ederek, yetki ve görev durumlarını devre dışı bırakıp, yönetimi yüksek yargıçlara bağlamak! Yargıçlar Devleti kısaca...
Sadece bu dava vasıtasıyla yaşadığımız kargaşa bile, ciddi bir sistem tıkanmasıyla karşı karşıya olduğumuzu vuruyor yüzümüze aslında. Ve darbeler tarihimizde yeni sofistike sayfalara geçtiğimizin resmidir bu... Artık rütbeli cuntaların radyo basıp yönetime el koydukları günler geride kaldı. Şimdilerde daha bürokratik, daha jüristokratik, daha ince detaylı buhranlarımız var...
Bir de bazıları çıkıp, Anayasa Mahkemelerini toptan kapatalım demiyor mu? Peh Yarabbim! Al birini vur ötekine. Birisi kalkar hem yerel mahkemenin yerine geçer hem temyiz mahkemesinin yerini işgal eder aynı anda... Diğeri kalkar toptan kapatalım der... Gel de İsmet Hoca gibi gürleme “Ol Cehlin Sehli Olmaz!” Muhakkak bir ilmi vardır ki bunca cehalet kolay olmaz!