Star yazarı Ahmet Taşgetiren, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik başlatılan soruşturmalarda mağduriyet yaşandığını savunan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'muhafazakar camia'ya ulaşmaya çalıştığını öne sürdü. Taşgetiren, "Bu ne kadar etkili olur bilmiyorum. Ben Hükümete, 'Kılıçdaroğlu böyle yapıyor, onun siyaseten etkili olmasına yol açmamak lazım' gibi bir 'siyaset hesabı' içinde hitap etmek istemiyorum. Ortada 'hamile kadın' gibi, 'emzikli bebek' gibi, insani bir sorun varsa, Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Sayın Başbakan’ın yüreklerinin böyle bir durum karşısında zaten duyarlı olduğuna inanıyorum ve bu tür olaylara sebebiyet verilmemesi gerektiğini söylemek istiyorum" ifadesini kullandı.
Ahmet Taşgetiren'in "Mağduriyet Kılıçdaroğlu’nun meselesi mi?" başlığıyla yayımlanan (13 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Sayın Başbakan’ın “Mağduriyetler” konusundaki açıklamalarına baktığımda ikili bir hassasiyet görüyorum:
Biri, “Sapla saman karışmasın - İntikamcı değil adil olacağız” vurgusu. Bu, Sayın Cumhurbaşkanı’nın “At izi it izi birbirine karışmasın” değerlendirmesinde de karşılığını bulan bir vurgu.
İkincisi, “Mağduriyet söylemi FETÖ’ye karşı mücadeleyi sulandırma gayretidir” vurgusu.
Bu ikili hassasiyeti değerlendirdiğimizde, her ikisinin de toplumsal karşılığının bulunduğunu gözlüyoruz.
“Sapla saman karışmasın” hassasiyeti seslendiriliyor, çünkü böyle durumlar var. Başbakan’a göre “Yüzde bir seviyesinde” bile olsa bir mağduriyet var ve Ak Parti, böyle bir haksızlığa yol açmak istemiyor. Başbakan’ın bunun kendi tabanında sancıya yol açacağı endişesini de dikkate aldığı farzedilebilir.
“Mağduriyet söylemi”ni dışlayan ve “Asıl mağdurlar” diyerek “15 Temmuz şehitlerini gazilerini” öne çıkaran yaklaşım ise, FETÖ ile mücadelenin tansiyonunun düşmesinden duyulan endişe ile bağlantılı.
“Mağduriyet”in her geçen gün ana muhalefet lideri tarafından daha etkin biçimde sahiplenildiği de bir vakıa. “16 günlük bebeğin annesinden ayrılması, 8 aylık hamilenin, şeker hastasının alınması, ilacının verilmemesi, adamla birlikte, karısının, çocuklarının suçlanması, bütün bir ailenin yoksulluğa, açlığa mahkum edilmesi” Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmalarına giriyor ve tv’lerden kamuoyuna yansıyor.
Şu tespiti yapabiliriz: Sırf siyasi hesapla yapıldığını düşündüğümüzde Kılıçdaroğlu’nun Ak Parti tabanına uzanmak istediğini tahmin edebiliriz. Çünkü sonuç itibariyle FETÖ’nün imam vs. gibi “örgüt içi” statülerle kendisine bağladığı kişiler dışında “FETÖ operasyonları”nın onbinlerce insana ulaştığı bir vakıadır. Hem Kılıçdaroğlu hem Bahçeli “mağdurların 1 milyonu bulduğu”nu söylüyorlar. Bu rakamın, operasyonlar çerçevesinde tutuklanan, görevine son verilen veya açığa alınanların irtibatlı bulunduğu hısım-akrabayı kapsadığını sanıyorum.
Bu alanda 1 milyonluk bir insan kitlesi var mıdır? Varsa bile bunları “mağdur” olarak nitelemek doğru mudur?
Ya da şöyle soralım:
15 Temmuz gecesi canını ortaya koyanlar, can verenler, yaralananlar ve onların yakınlarının yaşadığı acı yanında FETÖ operasyonları çerçevesinde canı acıyanları görmek gerekir mi?
Burada bence bazı nüanslara dikkat etmek gerekiyor:
Birisi, FETÖ ile hiçbir alakası olmadığı halde operasyondan etkilenen insanların durumu. Yüzde kaç ise, bir tek bile olsa, haksız yapılan muamele savunulamaz. İhbarlar sonucu tutuklananlar var, görevden alınanlar, açığa alınıp bekleyenler var.
İkincisi, geçen zaman içinde, her seviyede sorumluluk sahibi olmuş birçok Ak Partili gibi, bu yapı ile iltisaklı hale gelen ve operasyon hedefi olanlar var. Bunlardan gelen sesler, 15 Temmuz’u hiçbir biçimde tasvip etmedikleri, ama geç uyandıkları tarzında.
Bir başka grup, çevreden bakıp, bu yapı içinde yer almasına rağmen “kötü insan olmadığı”na inandıklarının operasyona hedef olmasını yadırgıyor. Bunların, aynı zamanda başından beri Tayyip Erdoğan’ı destekleyen insanlar olması, ayrıca önem taşıyor.
Bence Kılıçdaroğlu ve ekibi, bir değerlendirme yaptı, mağduriyet alanının “muhafazakar camia”ya ulaşmak için bir imkan olduğuna hükmetti. Çünkü operasyon, Doğu - Güneydoğu’da bir miktar PKK yanlısı kamu görevlilerine yönelik olsa da, genel itibariyle FETÖ’nün etkilediği muhafazakar camiaya yönelikti. Kılıçdaroğlu burada siyasi dil ile - insani dili buluşturacak bir söylem geliştirmeye yöneldi.
Bu ne kadar etkili olur bilmiyorum. Ben Hükümete, “Kılıçdaroğlu böyle yapıyor, onun siyaseten etkili olmasına yol açmamak lazım” gibi bir “siyaset hesabı” içinde hitap etmek istemiyorum. Ortada “hamile kadın” gibi, “emzikli bebek” gibi, insani bir sorun varsa, Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Sayın Başbakan’ın yüreklerinin böyle bir durum karşısında zaten duyarlı olduğuna inanıyorum ve bu tür olaylara sebebiyet verilmemesi gerektiğini söylemek istiyorum.