Ülke TV Genel Yayın Yönetmeni ve Star yazarı Hasan Öztürk, Rus savaş uçağının düşürülmesiyle bir kez daha gündeme gelen Suriye'nin Lazkiye kırsalindeki Bayırbucak Türkmenlerini yaşadığı bölgeye ilişkin olarak, "Bayırbucak ya da Türkmen Dağı, Türkiye için Kıbrıs kadar önemli değil midir?Bayırbucak’ı ilhak etsek ne olur?" diye sordu. Öztürk, "Bayırbucak Türkmenlerinin bunu istediğini biliyoruz. Türkiye’nin bunu şu an için yapamayacağını da biliyoruz" ifadesini kullandı.
Öztürk'ün Star'da "Bayırbucak'ı ilhak etsek" başlığıyla yayımlanan (26 Kasım 2015) yazısı şöyle:
Bayırbucak’ı ilhak etsek ne olur? Farkındayım çok uç bir soru sordum. Ama bu soruyu bugünlerde sorup tartışmamız gerekmez mi?
1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nı neden yapmıştık, hatırlıyor musunuz?
16 Ağustos 1960 tarihinde Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında imzalanan anlaşma ile Kıbrıs bağımsızlığına kavuşmuştu ve o anlaşma ile Türkiye Kıbrıs’ta garantör olmuştu!
Garantör olduğumuz Kıbrıs’ta Rumların Türk toplumuna yönelik tedhiş ve terör eylemleri, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini getirmişti.
Dene bilir ki “O günden bugüne hala bir ‘Kıbrıs sorunu’ ile karşı karşıyayız.”
Amenna!
Lakin Kıbrıs Barış Harekatı bütün politik mülahazaların ötesinde...
Uluslararası hukuk... denge, ittifaklar filan açısından değil...
“Türkiye’nin Anadolu’dan tekrar taşmasının ikinci örneği” olarak düşünemez miyiz?
1’nci Dünya Savaşı ile Anadolu’ya hapsedilen Türkiye, ilk taşma harekatını Hatay’ın ilhakı ile 1939’da gerçekleştirmiştir.
İkincisi ise 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’dır!
Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı meselesinde yarım kalan husus bugünün konusudur!
Bugün karşı karşıya kaldığımız Bayırbucak Türkmenleri ve hatta topyekun Suriye Türkmenleri sorunun temelinde Ankara Anlaşması’ndan sonra yeni bir anlaşmanın yapılamamış olmasıdır.
20 Ekim 1921’de Fransızlar ile imzalanan Ankara Anlaşması Suriye sınırımız belirlemişti. Fransız mandası olan Suriye toprakları içinde Hatay da kalmıştı. Yine aynı anlaşmanın 7’nci maddesi Suriye Türkmenleri üzerinde Türkiye’yi garantör yapıyordu.
20 Kasım 1922’de imzalanan ve Türkiye’nin kurucu anlaşması olarak kabul edilen Lozan’da Suriye sınırımız hiç konu edilmedi. Ve iki ay sonra Suriye sınırı belirlenirken Ankara Anlaşması temel kabul edildi.
23 Haziran 1939 yılında Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından sonra, Bayırbucak Türkmenlerinin statüsü konusunda Suriye ile hiçbir anlaşma olmamıştır. (Hatay sorunu Suriye ile hala teknik olarak devam etmektedir)
Bu tarihi hatırlatmadan yola çıkarak, sizce Ankara Anlaşması’nın 7’nci maddesini güncelleyip Bayırbucak’ın Türkiye’ye ilhakını istemek ne kadar uçuk bir düşüncedir?
Bayırbucak Türkmenlerinin bunu istediğini biliyoruz. Türkiye’nin bunu şu an için yapamayacağını da biliyoruz.
Lakin yakın geçmişimizde “garantörlük” üzerinden Kıbrıs Barış Harekatı gibi doğrudan Anadolu’dan taşan bir müdahalemiz söz konusu!
Bayırbucak ya da Türkmen Dağı, Türkiye için Kıbrıs kadar önemli değil midir?
Hem stratejik, hem tarihi, hem duygusal yönden bir düşünün hele.
Doğu Akdeniz’in kilit taşlarından biri Kıbrıs ise, diğeri Türkmen Dağı’dır!
Muhsin Çelebi’nin Pembe İncili Kaftanı
Rus savaş uçağının sınırımızı ihlalinden sonra düşürülmesi içimizdeki Moskof sevdalılarını harekete geçirmiş görünüyor.
Türk-Rus ilişkileri Sarıkamış trajedisi üzerinden okunamayacağı gibi sadece Komünizm tehdidi üzerinden de okunamaz! 93 Harbi’ne atıf yapılarak ceddimizi aşağılamaya kalkışmak da cabası...
Enerji ortaklığımız üzerindense sadece şu söylenebilir “Egemenlik hakları” söz konusu olduğunda Pembe İncili Kaftan’ın sahibi Muhsin Çelebi’nin tavrı bu milletin tavrıdır!
“Bir Türk yere serdiği bir şeyi asla bir daha arkasına koymaz! (Ömer Seyfettin / Pembe İncili Kaftan)
Rus uçağının düşürülmesi gerekiyordu ve düşürüldü!
Bunun üzerinden bu millete bir bedel ödetilmek isteniyorsa onu da öderiz!
Lakin ne Bayırbucak Türkmenlerine yardımdan geri dururuz, ne de onca enerji ortaklığımız var diye “egemenlik haklarımızdan” vaz geçeriz!
Mezarlıklar vazgeçilmez sanılan insanlarla dolu
64’üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti hayırlı uğurlu olsun. Yeni kabinede “Şu isim olmazsa şöyle olur, bu isim olmazsa böyle olur...” tartışmalarını bir kenara bırakmak zamanıdır.
Türkiye 1 Kasım seçimleri ile yeni bir faza geçmiştir. Bu yeni fazda hükümetin yükü daha da artmıştır. Özellikle ekonomide orta gelir patinajından kurtulmak için yeni bir yönetim anlayışı gerekmektedir. Bu bakımdan icracı bakanlıkların başına gelen bakanları görünce piyasa ekonomisinden daha çok reel ekonomiye geçiş sürecinin hızlanacağını söylemek kehanet olmayacaktır.
Ve klasik sözü hatırlamakta yarar vardır. “Kimse vazgeçilmez değildir... Ve elbet mezarlıklar vazgeçilemez sanılan insanlarla dolu!”