Sözcü gazetesi yazarı Emin Çölaşan, Osmanlı Devleti’nin 34. padişahı 2. Abdülhamid’i eleştirdi. Çölaşan, Abdülhamid hakkında, “Onursuz, zavallı, korkak” gibi ifadeler kullandı.
Çölaşan, iktidarın elinden gelse, Abdülhamid'i mezarından çıkararak ülkeyi yönettireceğini de ileri sürdü.
Emin Çölaşan’ın bugün (20 Eylül 2016) yayımlanan “Bir zavallı adam: Abdülhamit” başlıklı yazısı şöyle:
Sevgili okuyucularım, Sultan Abdülhamit Osmanlı'nın 34. padişahı. 1876 yılında tahta çıktı, 1909'da 31 Mart irtica ayaklanması sonrasında indirilip Selanik'e sürgün edildi.
Korkak, vesveseli bir adamdı.
33 yıl süren padişahlığında ülkeyi jurnallerle, muhbirlerin getirdiği yalan yanlış ihbarlarla yönetti.
Korkunç bir baskı rejimi kurmuştu.
Binlerce yurtsever insanı imparatorluğun en ücra köşelerine sürgün etti. O yerlerin başında Yemen ve bugün Libya sınırları içinde kalan Fizan geliyordu.
Fizan sürgün açısından en uç ve zorlu yerdi. Büyük Sahra'nın göbeğinde yer alan bu yerlere sürülenlerin bir daha geri gelmesi mucizelere bağlıydı.
Benim tarikat ehli dedem, babamın babası tabip baytar (askeri veteriner hekim) Emin Bey de Fizan'a sürgün edilmiş, sürgün kafilesiyle birlikte Büyük Sahra'yı develerle ve yürüyerek (45 günde) aşmak zorunda kalmıştı. (Soyadımız oradan geliyor.) Çölde susuzluktan kırılmış, develerin idrarını içmek zorunda kalmışlardı.
Fizan'da beş yıl aç susuz yaşadıktan sonra 1908 yılında Meşrutiyet ilan edilince vatana dönmüştü.
Uçsuz bucaksız çölü aşarken yanında bulunan Fransızca lügatin kapağına yazdığı yazının orijinali halen evimizin duvarında asılıdır. Aynen şöyle:
“Şiddetli bir susuzluğa tutulduk. Bu da sevkimize memur olan (sürgünleri Fizan'a götürmekle görevli) Şeyh Ali ile devecilerin suikastı veya cehaletinden ileri geliyor. Baki iman.”
* * *
Genç subay Mustafa Kemal de sürgün furyasından nasibini almış, Suriye'ye sürülmüştü.
Büyük yurtsever Mithat Paşa'yı bugün Suudi Arabistan sınırları içinde bulunan Taif Kalesi'ne sürgün edip zindanda boğduran da Abdülhamit idi.
* * *
Vatana millete 33 yıl boyunca kan kusturan, yurtsever insanları baskı ve zulümle ezen, ülkeyi tek adam yöntemi ve sayısı binleri bulan hafiyelerin verdiği jurnallerle yöneten bu adam tahta çıkışının hemen ardından Meclis'i kapatıp sarayına çekildi.
Meclis bir daha açılmadı…
Taa ki 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilene kadar.
* * *
İstanbul'da Yıldız Sarayı'nda yaşardı. Saraydan dışarıya sadece cuma namazı için çıkar, en yakın camiye gidip namazını kılar ve geri dönerdi.
Belki inanmayacaksınız ama 33 yıl boyunca bir kez olsun imparatorluğun İstanbul dışında herhangi bir yerine, ya da Boğaz'ın karşı tarafında gidemedi.
1908 yılında kendisini tahttan indirip yönetime el koyan İttihat Terakki onu Selanik'e sürgün etti. 1912'ye kadar orada haremiyle birlikte Alatini Köşkü'nde yaşadı.
Sonra Balkan Harbi başladı. Selanik'in elimizden çıkacağı belli olmuştu.
Hükümet, eski padişah düşmana esir düşmesin diye Abdülhamit ve haremini İstanbul'a getirip Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirdi.
HHH
Osmanlı Devleti bu şahsın padişahlığı döneminde çok büyük toprak kayıplarına uğradı. Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Türk-Rus Savaşı'nda ne yazık ki ordumuz yenildi.
Rus Ordusu hem Doğu'dan hem Batı'dan topraklarımıza girdi, Erzurum işgal edildi.
Ama daha da beteri, Plevne'de Gazi Osman Paşa'yı esir almayı başaran Rus Ordusu Batı'dan İstanbul'a girdi.
Yeşilköy'e kadar geldiler…
Ve Abdülhamit'in burnunun dibine koskoca bir zafer anıtı diktiler.
Padişah sıkışmıştı…
İstanbul'daki İngiliz elçisine ricacılar gönderildi… Ve İngiliz Donanması bir süre sonra İstanbul'a gelip Rusları Osmanlı toprağından çekilmeye zorladı…
İşgalci Rus Ordusu yıllar sonra ülkesine döndü…
Abdülhamit bu karambolde kısa bir at pazarlığı yapıp Kıbrıs'ı İngiltere'ye satmayı da başardı! Yapılan anlaşma ile Kıbrıs'ı güya İngiltere'ye geçici bir süre için “Kiralamıştı (!)”
Kıbrıs o günden sonra gitti gider! Gidiş o gidiş!
* * *
Bu korkak, vehimli adamın bir marifeti daha var ki, akıllara durgunluk verir. Amcası padişah Abdülaziz'in darbeye niyetlenen askerler tarafından öldürüldüğüne, donanma
mensuplarının bu işte büyük rolü olduğuna inanırdı.
Tahta çıkınca ilk işi, o günlerin en güçlü deniz kuvvetlerinden biri olan Osmanlı Donanması'nı Haliç'e hapsetmek oldu.
Donanmanın günün birinde Yıldız Sarayı'nı bombalayıp kendisini tahttan indireceğinden korkuyordu.
Osmanlı Donanması orada yıllar boyu çürüyüp elden çıktı.
Bir başka marifeti ise, günün birinde Japon imparatoruna madalya göndermeye heveslendi. Ertuğrul isimli ahşap ve çürük firkateyni 600 denizcimizle birlikte o fırtınalı okyanusları aşıp Japonya'ya gitmesi için törenlerle yola çıkardı.
Gemi dönüşte battı, 500'den fazla denizcimiz Japonya kıyılarında şehit oldu.
* * *
Bir başka onursuzluğunu anlatayım:
Devlet, İstanbul'da yaşayan Lorando ve Tubini isimli iki Fransız bankerden 500 bin altın borç almış ve bu para ödenmemişti. Faiziyle birlikte borç bir milyon altın olmuştu. Fransız Hükümeti paranın ödenmesi için defalarca istekte bulundu ama ödenmedi… Devlette para kalmamıştı.
1901 yılında Fransız Donanması o zaman Osmanlı toprağı olan Midilli Adası'nı işgal edip gümrük gelirlerine el koydu… Ve para bu işgalden sonra ödendi!
* * *
Adına Abdülhamit denilen bu adam, bugünkü iktidarın sevgilisi, vazgeçilmezi!..
Onlar için varsa Abdülhamit, yoksa Abdülhamit!
İsmail Kahraman isimli Meclis Başkanı bu hafta İstanbul'da törenler düzenleyecek…
İlki, Dolmabahçe Sarayı'nda düzenlenecek Abdülhamit sempozyumu…
İkincisi Sultan 2. Abdülhamit Han ve dönemi fotoğraf sergisi ve Osmanlı marşları konseri.
Bilmezden gelirler, Osmanlı'nın bir ulusal marşı bile yoktu. Hiçbir zaman olmadı…
* * *
GATA'nın İstanbul Haydarpaşa hastanesi, ülkemizin en büyüklerinden biri. Son furyada askeriyenin elinden alınıp Sağlık Bakanlığı'na bağlandı, başına örtülü bir kadın getirildi. Peki ismi ne oldu?
“Sultan Abdülhamit Hastanesi.”
Memlekette başka adam kalmamış olsa gerek ki anma törenleri, isim vermeler hep bu korkak, vesveseli adamın çevresinde döndürülüyor.
Ellerinden gelse Abdülhamit'i mezarından çıkarıp başımıza getirecekler.
* * *
Sevgili okuyucularım, yarınki yazımda sizlere bir olay anlatıp fotoğrafını da ileteceğim. Bunların sevgilisi Abdülhamit'in kim olduğunu bir kez daha göreceksiniz. Bir utanç belgesidir. Bunların övgü düzdüğü adamı biraz daha tanıma fırsatını bulacaksınız.
Yarınki yazımı okumanızı özellikle isterim.