Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya, "ideolojilerin var oluş nedeninin, koşulları birbirine benzeyen insanların sorunlarına çözüm getirmek olduğunu" belirterek "Çalıştığı fabrikanın başında bir devlet memurunun ya da patronunun yakınının bulunması ne fark eder? Sosyalizm ölmedi, siyasal ve ekonomik iktidarları tek elde toplayan model öldü" dedi.
Hikmet Çetinkaya'nın "Sosyalizm öldü mü?" başlığıyla yayımlanan (22 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
İdeolojilerinin var oluş nedeni, koşulları birbirine benzeyen insanların sorunlarına çözüm getirmektir.
Yani, önce gökten zembille bir ideolojiyi getirip sonra da “haydi bakalım, toplumda bu ideolojinin hizmet edeceği insan arayalım” denmez.
Ahmet Taner Kışlalı, bu konuda şöyle demişti 90’lı yılların başlarında bir panelde konuşurken:
“Tersine, toplumdaki hangi kesimlerin, hangi sınıfların sorunlarına çözüm arıyorsanız; ona göre bir ideoloji geliştirirsiniz.”
Elbette bir ideolojinin mutlaka sizin toplumunuzda doğmuş olması gerekmez. Ama başka toplumda doğmuş bir ideolojinin toplumumuzda etkili olabilmesi için, özel koşullarınıza göre değiştirilmesi gerekir.
Yoksa, Türkiye’ye komünizm getirme düşü ile telef olan nice kuşaklara benzersiniz.
Atatürk niçin başarılı oldu? Anadolu’da komünist sevda peşinde koşanlar niçin hüsrana uğradılar?
Kemalizm, hiç kuşku yok ki dünyayı yeniden keşfe çıkmadı. Başka toplumların deneyimlerinden yararlandı. Liberalizmden ve sosyalizmden esinlendi.
Burada önemli bir ayrıntıdan söz etmeliyim…
Aydınlanmanın yararlandığı öğeleri “Anadolu gerçeği” üzerinde yeniden bir araya getirdi. Böylece “evrensel” ama “özgün” bir oluşum ortaya çıktı.
Ortanın solu, demokratik sol hareket, çıkış noktasında bir evrensellik ve özgünlük, “ne ezen ne ezilen, insanca hakça düzen sloganıyla” hayat buldu.
***
Sovyet imparatorluğu çökerken, tek parti diktatörlüğüne karşı oluşmuş tepki birikiminin patlaması yaşandı.
Birçok yerde iktidarları “doğal” olarak sağcılar kazandı…
Ve sağcı yönetimler, geçmiş dönemin kazanımlarının olumlu yanlarının anlaşılmasını kolaylaştırdı.
1992’de Litvanya’da devlet başkanlığı seçimlerini eski komünist aday kazandı.
1993’te Polonya’da genel seçimleri eski komünistler önde bitirdi.
1994’te Macaristan’da yapılan seçimlerde eski komünistler önemsenecek başarı kazandı.
Romanya’dan Orta Asya’ya değin birçok ülkede komünistler 90’lı yıllarda güçlenmeye başladılar.
Ama eski komünistler artık “komünist” değiller…
Adları da değişti, ideolojilerin çerçevesi de. Demokratik sosyalizmde buluştular. Batı’dakiler ise çoktan o noktaya gelmişlerdi.
Sovyet imparatorluğu çökerken, sabırsız ve isterik çığlıklardan aklın sesi duyulmaz hale gelmişti.
-İdeolojiler öldü!
-Tarihin sonu geldi! Oysa ortada ne son vardı ne de ölen…
Sadece bir model tıkanmıştı.
Bir ortaçağ toplumunu sanayi toplumuna dönüştüren, ama demokratik gereksinmeleri
karşılamada yetersiz kalan bir model.
***
Üretim araçlarının mülkiyetinin devlette oluşu, propagandası bir çarpıtmaydı.
Toplumculukta amaç, topumsal çıkarların bireysel çıkarların önüne geçmesidir.
Hakça bir paylaşımdır…
Emeğin önceliğidir…
Emekçi hakettiğinin karşılığını alamıyorsa… Kendisiyle ilgili kararların oluşumuna etken bir biçimde katılmıyorsa…
Çalıştığı fabrikanın başında bir devlet memurunun ya da patronunun yakınının bulunması ne fark eder?
Sosyalizm ölmedi, siyasal ve ekonomik iktidarları tek elde toplayan model öldü.
O model 1917 Rusyası’nda gelişmenin modeliydi. 1987 yılında ise gelişmenin ayak bağıydı.
1917’de bilinçli bir öncü güce gereksinim vardı. 1987’de ise Komünist Partisi üyesi ile sokataki yurttaş arasında fark kalmamıştı.
90’lı yıllarda şöyle bir düşünce egemendi:
“Marx’ın tanımladığı anlamda devrim asıl şimdi yaşanmaya başlanıyor…”
İnsanoğlu hayal kurmayı çok seviyor… Ya da hayalleriyle yaşamayı…