Politika

'Siyaset yüzünden iyi baba ve koca olamadım!'

CHP’nin Ankara Belediye Başkan Adayı Murat Karayalçın, siyaset tutkusu yüzünden iyi bir baba ve koca olamadığını söyledi.

08 Mart 2009 02:00
CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Karayalçın, siyaset tutkusu yüzünden iyi bir baba ve koca olamadığını söyledi.

CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Karayalçın, siyaset tutkusu yüzünden iyi bir baba ve koca olamadığını söyledi.

Karayalçın’ın Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman’a verdiği röportajın tam metni...

Ankara'nın 3 iddialı adayından birinin şövalye olduğunu biliyor muydunuz?

Murat Karayalçın...

Legion d'Honneur nişanı sahibi. Yani bir şövalye. Ama Fransız hükümetinin verdiği bu ödülü pek de ciddiye almıyor. "Fransızca bilmeyen tek şövalye herhalde benim!" diyor. Bu benim Murat Karayalçın'la ilk röportajım. Alçakgönüllülüğü hoşuma gidiyor, komplekssizliği de...

7 yaşında annesinden, babasından ve kardeşlerinden ayrılmış, halasıyla Ankara'da yaşamaya başlamış. Çünkü astımı varmış, ailesinin yaşadığı Samsun da çok rutubetliymiş. Bu ayrılığın kişiliği üzerinde derin izleri olmalı. Ama duygularını belli etmiyor. Ben ediyorum ama... Uçaktayız ve uçak hava boşluğuna düşüyor. Acayip korkuyorum. İçimden "Buraya kadarmış! Röportaj batsın! Ölüyoruz" diyorum. Koluma dokunuyor, "Bir şey olmaz merak etmeyin" diyor. Sonra sohbetin ilerleyen kısmında çok sevdiği erkek kardeşini bir uçak kazasında kaybettiğini anlatıyor. Beni hep şaşırtmaya devam ediyor.

Sıkı bir entelektüel. Sürekli okuyor. Emekli olunca, kitapçı dükkanı açmak istiyor. Arkeoloji merakı, tarih merakı ve coğrafya merakı var. Arkeolojik kazılardan söz edince, gözleri parlıyor. Uzun uzun Adem'le Havva'nın yaşadıkları yer olduğu iddia edilen Urfa'daki Göbekli Tepe'yi anlatıyor. Mavi Yolculuğu karadan yapmak istediğini söylüyor, Likya yolu için arkadaş arıyor, herkes "Bizden geçti Muratcım, sen yürü!" diyormuş.

Gelelim 40 yıllık eşi Neşe Karayalçın'a. Onu anlatma halini çok sevdim. İlişkilerini de. Onlar benim bildiğim bir dünyanın insanları. Uçaktan inince Neşe Karayalçın'ın yanına gideceğiz.

Eşiniz Neşe ile nerede tanıştınız?

-Kızılay'daki Ulus Sineması'nda. Ankara Koleji'nde okuyordu, ben de Gazi Lisesi'nde. O lise 2 idi, ben lise 3.

Filmin adını hatırlıyor musunuz?

-Yok hayır. Ama Neşe kesin hatırlar.

Onu ilk gördüğünüzde aklınızdan neler geçti?

-"Ne hoş kız!" dedim. Çok güzeldi, hâlâ öyledir.

Sonra?

-Peşini bırakmadım tabii. O tarihten bu yana da beraberiz. Milattan önce başlamış bir ilişki bizimki. 62'de başladı, dile kolay 47 yıl olmuş! 68'de Mülkiye'yi bitirdim, 69'da da evlendik.

Sizi en çok neyi etkiledi?

-Hayat doludur Neşe. Ve acayip dobradır. Bazen beni şaşırtır.

Bunca yıldan sonra da mı?

-Evet hala. Gözlemlerini ve değerlendirmelerini çok fazla denetlemez, içinden geldiği gibi söyler.

"Siyasetçi eşleri de politiktir" diye bilirim...

-Yok benim karım politik değil.

Fikirlerine danışır mısınız?

-Tabii tabii, Neşe'nin görüşleri benim için önemlidir. Neşe beni çatır çatır eleştirir.

İkiniz de evlendiğinizde çok gençmişsiniz. O yıllarda evlenmemek gibi bir seçenek yoktu değil mi? Düşündünüz mü hemen evlenmeyelim, biraz daha sevgili kalalım...

-Neşe düşündü. Evlenme meraklısı değildi. Yanlısı da değildi.

Oysa, kadınlar öyledir.

-O değildi. Ben tabii bu tür şeyleri fantezi olarak görürüm, "Kusura bakma evleniyoruz" dedim, evlendik.

Nasıl evlenme teklif ettiniz? Var mı bir öyküsü?

-Yok valla. Zaten neredeyse çocukluktan itibaren birlikteydik. Nişan da yapmadık, doğrudan evlendik. Okul bitmişti, ben iş bulma çabasındaydım. DPT'ye girdim.

Söylediniz mi, "Bana bak, ben siyasete atılacağım " diye...

-Tabii tabii. Taa en başta söyledim.

İnsan neden siyaset yapmak ister? Vatana, millete hayırlı olmak için mi?

-Hem öyle hem de iddialarınızı gerçekleştirmek için. Çok kolay tanımlanacak bir duygu değil. Bir şekilde geliyor ve gitmiyor. Bana öyle oldu.

Klasik bir siyasetçi eşi değil, dediniz...

-Neşe mi? Hiç değildir, bir kere yoktur ortalıkta. Ön plana çıkmayı sevmez. Belediye başkanı eşiyken de ön plana çıkmayı sevmezdi, bakan eşiyken de... Dışişleri Bakanı'yken, konutta elçilere yeni yıl resepsiyonu verecektim, çok önemli bir hükümet toplantısı çıktı, ona katılmam icap etti. Haliyle müsteşarımızla birlikte Neşe konukları karşılamak zorunda kaldı. Bunu yaptı. Ama istemez. Protokol sevmez.

Bu durum hoşunuza mı gidiyor, sinir mi oluyorsunuz?

-Bir değerlendirme yapmıyorum. Neşe'nin tercihi. Benim eşim benden farklı bir insan, benim hayatımı yaşayacak diye bir şey yok.

Sizinle ilgili nelerden şikayetçidir?

-Neşe hiç saklamaz, olmadığı bir kadın gibi davranmaz. Sorun, anlatır.

Oğlunuz siyasetle ilgili mi?

-Hayır. Hiç. Alp 2 yaşındayken Neşe, ben, Alp, Birleşmiş Milletler'in bursuyla İngiltere'ye gittik, ben yüksek lisansımı yaptım. Dönüşte hiç beklemediğim bir şey oldu: Köy İşleri Bakanlığı'na müsteşar yardımcısı olarak atandım. Planlama uzmanlığından çok yüksek bir sıçrama tabii. Çok heyecanlandım ve var gücümle çalışmaya başladım. O iki yıl ben bakanlıkla evliydim, "Dünyadaki en önemli iş bu iş!" diyordum. Sonra biz seçimi kaybettik, Ecevit istifa etti, Demirel hükümeti kuruldu. Ben de kamudan ayrıldım, rahmetli Ali Dinçer Ankara Belediye Başkanı'ydı, onunla birlikte Kentkoop'u kurduk, Batıkent projesinin başına geçtim. O zaman da dedim ki: "Vay anasına, en önemli iş buymuş aslında!" Ve kentleşme ile evlendim. Bu 10 yıl, Alp'in hayatında da, benim hayatımda da çok iz bırakan bir 10 yıl oldu. Cumartesi pazar hep proje alanındaydım, yoktum. Sonra Belediye Başkanı seçildim, Alp bundan da rahatsız oldu. Çünkü yine onunla birlikte olamadım. Sonra bir baktım ki, oğlan büyümüş.

İnsan nasıl telafi ediyor?

-Edemiyor. O treni kaçırmış oluyorsunuz maalesef.

Peki hissettiğiniz suçluluk duygusu?

-Hayatın gerçekleri...

"Oğlum sana çok vakit ayıramadım, senden özür diliyorum" dediniz mi?

-Kendi kendime dedim ama ona hiç söylemedim. O da sağ olsun "Niye böyle yaptın baba?" demedi. Fakat siyasete karşı bir tepkisi var. Uzak durmayı tercih ediyor. Alp, adının duyulmasını pek sevmez, benim oğlum olduğunun bilinmesini istemez.

Ne mutlu size. Herkesin bir şeyleri gözümüze sokmaya çalıştığı bir zamanda...

-Evet, doğru. Kongre turizmiyle uğraşıyor, çok da cici bir karısı var.

Neşe Hanım, sizin "iyi yarınız" mı? İngilizler "my better half" derler ya...

-Hoşuma giden bir ifadedir, gerçekten de öyledir Neşe.

Ne yaparsınız birlikte?

-Ortak arkadaşlarımız var. Onlar da milattan önceden beri var. Birlikte olmayı severiz, sinemaya gideriz.

Yürürken el ele mi gidersiniz? Birbirinize dokunan tipler misiniz?

-Ben çok öyleyim. Çok öpüşen, kucaklaşan, dokunan. Yapım öyle. Neşe tam öyle değildir. Ama tabii sinemaya giderken özel bir pozisyon almıyoruz.

Nesi vazgeçilmezdir?

-Tek bir parçası değil, bütünsel olarak görüyorum: Kendisi.

Çok badire atlattınız mı birlikte?

-Elbette. Ama biz olayları çok abartan, büyüten insanlar değiliz. "Öldük, bittik!" hiç demeyiz. Her şeyi göğüsleriz.

Hayattaki en yakın arkadaşınız...

-Neşe. En iyi ve en eski arkadaşım.

Bugünkü Karayalçın olmanızda Neşe Hanım'ın rolü ne kadardır?

-Çoook. Neşe en ciddi eleştirmenimdir.

Neleri sorarsınız ona?

-Konuşmalarımı, televizyondaki yorumlarımı, görüntümü... Sormama da gerek yok, söyler zaten. Onun değerlendirmesi bana bir ölçü verir.

Hoş, yakışıklı ve çekici bulur mu sizi?

-Bilmem, sorun ona. Ne diyecek ben de merak ediyorum.

İyi bir koca ve iyi bir sevgili misiniz?

-Çok iyi olduğumu söyleyemem. Neredeyse 10 yıldır kendi hayatını yaşayan bir insan konumundayım. İşim, görevim hep önde geldi.

Kimse beyninize silah dayamadı...

-Biliyorum ama ben böyleyim. Demin söyledim ya, planlama uzmanıyken Köy İşleri'nde müsteşar yardımcısı olarak görev yaptım. Sonra 10 yıl dünyanın en büyük toplu konut projesini yönettim. Derken Belediye Başkanı oldum. Devlet Bakanı oldum. Dişişleri Bakanı oldum. Başbakan Yardımcısı oldum. Samsun Milletvekili oldum. Dışişleri Komisyonu
başkanlığı yaptım. Bunların hepsini de çok sevdim. Bunların hepsinin de dünyanın en önemli işi olduğunu düşündüm. Tutkuyla, coşkuyla çalıştım. Bu tercihlerimden dolayı iyi bir baba, iyi koca, iyi bir sevgili olamadım. O işleri beceremedim.

Tek çocukla kaldığınıza pişman mısınız?

-Ben pişmanım. Daha fazla çocuk isterdim. Ama Neşe istemedi.

Kadınları anlayabildiğinizi düşünüyor musunuz?

-Hayır, bu konuda özel bir yeteneğim yok. Zaten kadınların evrensel nitelikler taşıdığını düşünüyorum. Dinleri, mezhepleri, ırkları, fizik yapıları ne olursa olsun şöyle bir genelleme yapılabilir: Kadınları anlamak zor.

Aşk acısı?

-Hayır çekmedim.

Siz bir kadına takıldınız ve öyle gittiniz...

-Evet.

Arada üzülüyor musunuz?

-Neler kaçırdım diye mi? Hayır hiç.

Emekli olunca... Kıyı kasabasına filan yerleşmek...

-Aman Allah korusun... Ben kitapçı dükkanı açmak istiyorum. Sevdiğim kitaplar olsun etrafta ve klasik müzik çalsın. Ama Neşe diyor ki, "Sen emekli filan olmayacaksın, çalışırken bir ara öleceksin!"

Bıyığınızı hiç kestiniz mi?

-Evet Neşe'nin zoruyla evlendiğimizde. Çünkü kıyameti kopardı, "Bıyıklı adamla evlenmem!" diye. Neşe sevmez bıyık. Ama ben kendimi böyle daha iyi hissediyorum. Karadeniz'de bir laf var, çok hoşuma gidiyor: "Karadenizliler neden bıyık bırakırlar? Önemli şeylerin altını çizmek isterler de ondan!"

NEŞE KARAYALÇIN

Zeki, eğlenceli, matrak ve dobra. Ama aşırı dobra. Dakika bir, siyasetten hoşlanmadığını söylüyor. Budur. İnanılmaz dürüst bir Yay burcu. "Eşime destek olmam lazım" yapmıyor, olmadığı bir kadın gibi davranmıyor. Neyse o. Hızlı ve seri cevaplar veriyor. Eşi Murat Karayalçın'la, Ata Kule'nin karşısında duvarlarında güzel resimler olan geniş bir dairede
yaşıyor. Huzurlu bir ev. Evin bir sakini daha var: Mişa. 12 yaşında siyah bir terrier. Çok şeker bir şey, sürekli yanınıza geliyor ve "Beni sevin" diyor. Biz bu röportajı yaparken, o kulaklarını dikti, bizi dinledi...

Murat Karayalçın'la nasıl tanıştınız?

-Grup halinde sinemaya gittik. Bir arkadaşım tanıştırdı. Meğer kötü niyetliymiş, beni gözüne kestirmiş!

Ne hissettiniz onu görünce?

-Hiçbir şey.

Ama yakışıklı bir adam.

-Valla, yaşlandıkça iyi oldu. Ben mesela bıyık sevmem. Bıyıkları beyazlayınca daha iyi oldu. Öteki türlü sert bir ifadesi vardı. Kaç kere kestirttim ama geri uzatıyor.

Gittiğiniz filmin adı?

-Hanging Tree. O günden sonra çıkmaya başladık. Küse barışa, küse barışa 7 sene çıktık. Zaten sonra da evlendik.

Nasıl evlenme teklif etti?

-Valla o zamanlar evlenme teklifi modası yoktu. 7 sene çıkınca otomatik olarak evleniyordunuz. Ben gerçi evlenme taraftarı değildim.

Genelde kadınlar olur...

-Ben değildim. Ama Murat, "Hadi evleniyoruz" dedi, evlendik.

Bu adamda sizi çarpan neydi? Neden aşık oldunuz ona?

-Çok yumuşaktır, sert görünüşünün altında çok şefkatli bir adam vardır. Ve bana çok düşkündür.

Baştan sizi uyardı mı "Haberin olsun ben siyasete gireceğim!" diye...

-Tabii tabii. "Tıbbiye'ye girip doktor olacağım, ileride de başbakan..." dedi.

Zor mu siyasetçi eşi olmak...

-Hem de nasıl. Söylediğin her şey, kocan tembihlemiş gibi algılanıyor. Vaktiyle Çetin Altan'ı çok severdim, sürekli ona mektuplar yazardım. Yüzlerce yazmışımdır. Ama bir zaman sonra hiç yazmaz oldum, çünkü biliyorum, diyecekler ki "Bunları Murat Karayalçın yazdırdı!" Oysa alakası yok, Murat başka bir insan, ben başka bir insanım. Ama gel de anlat.

Onun peşinden resepsiyonlara gitmek zorunda mısınız?

-Şimdi gitmiyorum. Ama çok gittim. Hele ilk belediye başkanlığı döneminde.

Geçenlerde Hakkı Devrim kaybettiği eşiyle ilişkisini anlatırken Andre Maurois'ya atıfta bulundu: "Evlilikte mutluluğun formülü bir aradayken de yalnız olabilmeyi bilmektir." Biz öyleyiz. Hem birlikteydik bunca yıl hem ayrıydık. Yoksa nasıl geçer 40 yıl aynı insanla? Çekilmez...

Siz onu eleştirebiliyorsunuz...

-Tabii tabii. Duymak istediği şeylerin dışında şeyler de söylüyorum. Birilerinin yapması lazım. Bu adamların durumları çok zor, herkes pohpohluyor onları. Belediye Başkanlığı döneminde mesela, çok başarılıydı, ben ise devamlı eleştiriyordum. Bir gün dedi ki "Ya bir
tane bile yaptığım iyi bir şey yok mu?" "Olmaz mı?" dedim "Ama onları herkes söylüyor. Ben sana kimsenin söylemeye cesaret edemediği şeyleri söylüyorum..."

47 sene dile kolay...

-Bizimki biraz da "zıtların çekimi." Murat da benim gibi biri olsaydı, belki de devam etmezdi. O hep daha olgun ve daha ayağı yere basan oldu. Birbirimizi dengeledik.

Onda en sevdiğiniz özellikler?

-Çok dürüsttür. Ve saygılıdır. Kapıcıya da dilenciye de saygı gösterir. Hiç kaba davranmaz, insanları itip kakmaz. Bir de içtendir, o kadar sahte insan dolu ki etraf...

"Bırak artık bu siyaseti!" diyor musunuz?

-Demez olur muyum? Senelerdir diyorum. Hayal ettiğim hayat bu değil. Ben daha lay lay lom bir hayat tercih ediyorum. Protokolden nefret ediyorum.

Sizin için "Beni şaşırtmaya hep devam ediyor!" diyor. Sizce ne demek istiyor?

-En olmadık yerde, en olmadık lafı ediyorum. O da şaşırıyor, insanlar da şaşırıyor. Bazen "Lütfen gittiğimiz yerde kimseyi tenkit etme" diyor ya da uyarıyor beni: "Şunu şunu söyleme..."

İyi bir baba, iyi bir sevgili, iyi bir koca oldu mu?

-O olmadığın düşünüyor ama yanılıyor. Kocalığı, evde oturmak ya da oraya buraya birlikte gitmek gibi düşünmeyeceksin ama... Çünkü Murat hiç yoktu. Oğlanın hiçbir sorunuyla ilgilenemedi. Alp büyürken ilkokul hocası "Bu çocuğun babası var mı? Görmek istiyorum" dedi, "Hiç olmazsa diploma törenine gelsin." Ona da gelemedi. Alp de bu yüzden sevmiyor siyaseti. Küçükken ona biri "İleride ne olmak istiyorsun?" diye sordu. "Saat 5'te eve geleceğim bir şey olacağım!" dedi.

Bir daha çocuk yapmadığınız için pişman mısınız?

-Hayır, ben de tek çocuğum, istemedim. Ama Murat kalabalık bir aileden geliyor, 5 tane de doğurmak istesem ses çıkarmazdı.

Birlikte neler yapmaktan hoşlanırsınız?

-Sinemaya gideriz. Ama genel olarak evde birlikte çalışırız, o bir şeyler yazar ya da okur, ben internette bir şeyler araştırırım. Bana "Kızılırmak'ın tam olarak nereden doğduğuna baksana internetten" türü şeyler sorar. Ya da "Bilmem neyin antik ismi ne?" Bulamazsam
sinir olur.

"Bir kıyı kasabasına yerleşelim, kitap yaz" demiyor musunuz?

-Demez miyim? İki senedir kafasını ütülüyorum. Ama istemiyor. Bu siyaset bir virüs, AIDS gibi çaresi de yok, kanına girdi mi, çıkmıyor.

Hâlâ romantik olduğunuz söylenebilir mi?

-Murat daha müsait romantik olmaya. Ama ben değilim.

En yakın arkadaşınız...

-Birkaç tane var.

Murat Bey "En yakın arkadaşım Neşe'dir" dedi...

-Ama benim en yakın arkadaşım Murat değil! Arkadaşlarımla paylaştığım çok özel şeyleri ona söylemem, çünkü bir huyu var, gizli olduğunu unutuyor, söyleyiveriyor. Kocamla çok yakınım ama neredeyse 50 yıllık kadın arkadaşlarım var, onları da satamayacağım!

Kim kimi daha alttan aldı ve buralara gelindi...

-Murat aldı. Ben gelgitliyim. Akıllı olduğu için idare ediyor beni.

Peki nesinden vazgeçilmez?

-Hiçbir şeyinden. Çok alıştım ona. Elim, kolum gibi.

Onda olan, başka adamlarda olmayan ne var?

-Birlikte büyüdük biz. Şu yaşımda Murat karşımda olsa ben onunla, o da benimle evlenir miydi bilemem, ama o yaşlarda birbirimize çok aşık olduk ve bütün bir hayatı paylaştık.

Hiç boşanmayı, ayrılmayı düşündünüz mü?

-Hayır. Bağırdık, çağırdık ama sonra geçti.

Kıskançlık?

-Birbirimizi kıskandıracak bir şey yapmadık. İkimiz de öyle bir şeye fırsat vermedik.

"Kadınlar kocama asılıyor mudur?" diye düşünmediniz mi hiç?

-Hayır çünkü asılırlar. Bu böyle bir şey. Paranız ve iktidarınız varsa asılanınız da vardır. Turgut Özal'ı bile başbakanken "en seksi erkek" seçtiler. Ben böyle şeylere takılmam, ciddiye de almam. Güzel bir kadın gelir de asılırsa, sohbet eder. Ne olacak ki? Güvenirim.

Adamlar yatıp kalkıyor, beraber oluyorlar...

-Yok Murat dürüsttür. Çok açıktır. Her şeyimizi paylaşırız biz. Bir de tabii siyasetçi ya, tanımayan yok. New York'ta Central Park'ta bile hiç tanımadığı biri "Günaydın Murat Bey" dedi, herhangi bir şey yaşaması zor, anlatabiliyor muyum?

Bugün hepimizin tanıdığı Murat Karayalçın olmasında sizin payınız ne kadar?

- Murat düşüşlerinde de çıkışlarında hep kendine bir şeyler kattı, kendini geliştirdi. Ben olmasam da Murat, Murat Karayalçın olurdu.

Kılık kıyafetine karışır mısınız?

-Ben seçerim genellikle. "Şunu şununla giy, bunu bununla." Ben bir seyahate gidersem, çocuk gibi neyle neyi giyeceğini bilemez. Çok bebek yanları vardır.

Siz hep böyle matrak mısınız?

-İkimiz de öyleyiz aslında. Pozitif tipleriz. Benim farkım ben Murat'a göre daha gamsızım.

Son kitabı "Konut Bunalımı, Kent Rantları ve Proje Muhafızları"nı okudunuz mu?

-Okudum tabii. Kitaptaki hataları buldum, eleştirilerimi yaptım. Ama beğendim. O kitabı yazmaya ben zorladım zaten. Yaşamayı, yemeyi, içmeyi seviyoruz biz, çok fazla paramız yok, tabii ki para kazanmasını isterim.

Tahammülünüzü zorlayan bir özelliğini söyleyin...

-Her yere geç kalır. Ben çok dakiğim, o çok rahat. Tek kavgamız bu. Saat takmaz. Telefon kullanmaz. Onu yanındakilerden buluyorum.

Eğer seçilirse siz neler yapacaksınız?

-Birinci dönem kadar aktif olmayacağım kesin.

Hayır işleri?

-Tabii ki yapmak isterim ama kadın toplantılarından hoşlanmıyorum. Çay içiyorsunuz, hiç tanımadığınız kadınlarla konuşuyorsunuz. Ve onlar başkan eşisiniz diye size geliyor, değilseniz ilişki bitiyor. Birinci başkanlığında o yüzden gittim, iş kurdum. Kendimi bu tür toplantılardan koruyabilmek için. Ama tabii vakıf kurdum, Çağdaş Kadın ve Gençlik Vakfı,
onun başkanlığını yaptım. Orada bir sürü iş kotardık, bir tek para toplama işinden haz etmiyorum. Onun için tabiri caizse biraz "yırtık" olmak gerekiyor, ben değilim.

Sizce, başkan seçilecek mi?

-Ankaralılar biraz akıllandılarsa, seçilecek!..