Kültür-Sanat

Sınır tanımayan sanatçı kitabı etkinliği border_less ARTBOOK DAYS 2020’ye hazır; kitap fonu için başvurular başladı!

Kitap fonunu geçen yıl alan isimler Türkiye’deki durumu ve üretim süreçlerini anlattı

08 Şubat 2020 12:54

T24 Kültür Sanat

Doğu ile Batı arasındaki hem kültürel hem de fiziki konumlanışı sayesinde 2010’ların ilk yarısında atılım dönemini yaşayan Türkiye çağdaş sanat piyasası, 2016 yılında bir biri ardına ülkenin dört bir yanında bombaların patlamasının ve yaşanan darbe girişiminin ardından bir nevi duraklama dönemine girdi. İstanbul bu dönemde çağdaş sanat metropolleri arasındaki sıralamada biraz geriye düşerken, Türkiye’deki genç sanatçıların bir kısmı ise bu durgunluk sürecinde biraz daha içe dönerek birikimler ve deneyimlerden öğrenmeye, temas etmeye, yeni üretim araçları geliştirmeye odaklandı.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) organizasyonuyla her iki yılda bir düzenlenen İstanbul Bienali ve her yıl gerçekleştirilen Contemporary İstanbul’un ortaya çıkardıkları dinamizm ve ısrar ile bölgedeki gerginliğin kısmen de olsa azalması ise İstanbul’un 2020’de son yılların tozunu üzerinden atacağının işaretlerini veriyor. Bu iyimserlikte daha önce bahsettiğimiz ısrarın ve Arter’in Dolapdere’deki yeni yerine taşınması ile onun eski yerinde Meşher ismiyle yeni bir mekanın açılmasının yarattığı dinamizmin yanı sıra aradan geçen sürede düzenlenen birçok eğitimin, açılan çok sayıda atölyenin, rezidans programının da büyük etkisi var.

Farklı alanlardan ama sanatın içinden iki ismin, sanatçı Huo_RF ile sanatsever Melek Gençer’in 2018 yılının başında kurduğu ‘border_less’ da aslında temas ve üretim noktalarına odaklanıyor. Amacını ‘birbirinden farklı coğrafyalardan seçilen sanat anlatısı ve görüşleri buluşturan bir platform olmak’ olarak nitelendiren border_less, merkezine tanımı, anlatımı ve kelimeleri alıyor.

İnternet üzerinden hem İngilizce hem de Türkçe yayın yapan border_less’a katkıda bulunanlar arasında yazar Ece Temelkuran ile sanatçı Taner Ceylan da var. Sitede yer alan yazılara telif sağlamak amacıyla farklı disiplinlerden on sanatçının işlerinin baskı halini içeren MECMUA isimli bir yayın da çıkartan border_less, aynı zamanda da ‘Artbook Days’ ismiyle bir de sanat kitabı etkinliği düzenliyor. Metin üzerine çalışan sanatçı ve inisiyatifler ile müze, galeri, kurum ve enstitüleri bir araya getirerek kitap üzerinden yeni bir ortak alan yaratmayı hedefleyen etkinliğin ilki geçen sene düzenlendi. border_less ARTBOOK DAYS’in ikinci edisyonu da 17-19 Nisan’da, İstanbul Cihangir’deki Ark Kültür’de gerçekleştirilecek. 

border_less, geçen yıl etkinlik öncesinde yaptığı açık çağrıyla üretim aşamasındaki bir sanatçı kitabına fon sağlayacağını da duyurmuştu. Fon, 2019’da iki kitap arasında bölüştürüldü ve Didem Özbek ile Metehan Özcan x KartonKitap'ın projelerine verildi. Bu seneki fon için de başvurular başladı ve 31 Mart’a kadar devam edecek. Kitap fonunu alacak projeyi bu yıl Ali Taptık, Avi Lubin, Gamze Büyükkuşoğlu, Hrag Vartanian, John Tain ve Mari Spirito’den oluşan jüri belirleyecek. 

border_less ARTBOOK DAYS’in ikincisine sayılı günler kalmış ve yeni kitap fonu için başvurular başlamışken geçen yıl bu fonu alan iki projenin arkasındaki yaratıcılarla konuştuk. Türkiye’nin fotokitap ve sanatçı üretimi kitaplar konusunda ABD ya da Avrupa’yla kıyaslandığında daha yolun başında olduğuna dikkat çeken yaratıcılar, yine de son yıllarda önemli gelişmeler yaşandığını ifade etti.

“Sanat dünyasını temsilen en büyük tutsak Osman Kavala, en üretken mahpus Selahattin Demirtaş”

Kitap fonundan geçen yıl T24’te çıkan haber üzerine haberdar olan ve cezaevlerinde gelişen sanatsal üretimleri bibliyografi formatında ele alan Didem Özbek, sanat dünyasını temsilen şu anda Türkiye’deki en önemli tutsağın Gezi Parkı Davası’nın tek tutuklu sanığı Osman Kavala olduğunu kaydederken, sanatsal anlamda en üretken mahpusun ise Kasım 2016’dan beri cezaevinde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş olduğu yorumunda bulundu.

Türkiye Bibliyografyası aracılığıyla politik bir duruşa vurgu yapmaktan ziyade geçmişle gelecek arasında ‘cızırdayan eleştirel bir hatırlatma, yüzleşme’ sağlamanın en temel amacı olduğunu söyleyen Özbek, “On yıllardır süre gelen, bölük pörçük kayıtları bir araya getirip toplumsal bir bellek bütünlüğü oluşturmakta bir nebze başarılı olursam ne mutlu bana. İşte bu farkındalık sağlandığı zaman dönemsel politikalar gereği şimdi ya da gelecekte ümit ederim ki bu kadar kolay tutsak edilemez insan hayatı” derken; KartonKitap ekibi de gelecek üretimler için bir temennide bulunarak, “Türkiye'de bir sanatçı kitabı kültürü oluşması için neredeyse envanteri tutulamayacak derecede fazla iş üretmemiz gerekiyor ki nitelikli olanlar aralarından sıyrılıp belli bir kademenin üstüne işaret edebilsin” değerlendirmesini yaptı.

KartonKitap’tan Toros Mutlu ve Umut Altıntaş, Metecan Özcan ve Didem Özbek’in hem aldıkları fonu hem border_less ile olan yolculuklarını hem de projeleri ‘Resimli Bilgi -Ek’ ile ’Türkiye Bibliyografyası’nı anlattığı söyleşi şöyle…

"Bu kitap için defalarca bir araya gelip bir sürü fikir bulduk, bir sürü fikirden vazgeçtik, sayısız maket üretip başarısız olduk”

-Kitaplar fikir anlamında nasıl ortaya çıktı? border_less'la yollarınız nasıl kesişti?

KartonKitap (N. Toros Mutlu, Umut Altıntaş) & Metehan Özcan: Resimli Bilgi -Ek kitabı, Metehan Özcan ile 2014 yılında tanışmamız ve ortak bir iş üretme isteğimizin sonucu olarak ortaya çıktı. KartonKitap oluşumunun fikrini oturttuğumuz ilk zamanlara; bir sanatçının işinden (veya bir seri projesinden) yola çıkarak, o sanatçıyla birlikte ortak, orijinal bir kitap yapma serüvenimizin başladığı döneme rastlıyor. Metehan'ın Resimli Bilgi Serisi (2013) de kitaplaşmaya çok müsait bir projeydi ve sergiler dışında herhangi bir kitapta daha önce yer almamıştı. Fikir ve hazırlık aşaması yaklaşık dört sene süren bu kitap için defalarca bir araya gelip bir sürü fikir bulduk, bir sürü fikirden vazgeçtik, sayısız maket üretip başarısız olduk, sonrasında tamamen güvenebileceğimiz iyi bir fikir buluncaya kadar kitabı rafa kaldırdık. En sonunda herkesin içine sinen bu son fikirle maket üretimler yapıp üretim aşamasına geçtik. Tam da bu esnada, muhteşem bir zamanlamayla border_less Kitap Fonu'nu görüp, bu fonun bizim kitabımız için en uygun destek olacağını düşünüp katıldık.

Kitabın öz fikri şöyle: Metehan Özcan'ın fotoğraf ve imaj biriktirme ve onları Resimli Bilgi Ansiklopedisi dizini mantığında bir araya getirme metodunu örnek alıp, bu metodu kitabın kendi kendisini yapması fikrine çevirdik. Dolayısıyla Resimli Bilgi -Ek, hem Metehan'ın sanatçı olarak üretmiş olduğu imajların kendilerini yeniden farklı bir kurguyla gösterdiği ve aynı zamanda nesne olarak kendi üretim sürecini bir ifade aracına dönüştürdüğü özerk bir kitap olarak sonuçlandı.

Sait Faik, 'Bir Karpuz Sergisi' ve Kurun gazetesi

Didem Özbek: 'TÜRKİYE BİBLİYOĞRAFYASI’ isimli yeni çalışmam ‘sergi' kelimesinin sözlük anlamını merak etmem sonucu kurguladığım uzun soluklu ve çok katmanlı projenin parçalarından biri. Türk Dil Kurumu sözlüğünde sergi kelimesinin ilk anlamına referans olarak kullanılan Sait Faik’in bir cümlesinin izini sürünce ‘Bir Karpuz Sergisi’ hikayesine ulaştım,  bu hikayenin ilk kez yayınlandığı 20 Mayıs 1936 (Çarşamba) tarihli Kurun gazetesi de projemin genel çerçevesini oluşturan yayın. 

Grafik tasarım temelli bir eğitimim olduğundan ‘basılı malzeme’ üretimi sanat pratiğimde kullanmayı tercih ettiğim bir ifade biçimi. ‘Bir Karpuz Sergisi’ hikayesinin izini sürerken ilk kez yayınlandığı gazetenin sayfalarını çevirdikçe içindeki haberlerin günümüz gündemiyle olan benzerlikleri beni çok etkiledi ve 76 yıl sonra gazetenin üzerine bir renk müdahalesinde bulunarak, 20 Mayıs 2012 (Pazar) tarihinde 1000 adet tirajla tekrar baskısını gerçekleştirdim. 

82 yıl sonra gelen bir 'Pazar İlavesi' 

76 yıl sonra bir Çarşamba’dan Pazar gününe denk gelen 20 Mayıs tarihli gazetenin tekrar baskısı sonrası hedeflediğim yeni işlerden biri de bir PAZAR İLAVESİ yayınlayarak 1936 gündemini günümüz gündemine bağlamaktı. Ancak zaman içinde bunu bir gazete formatında yayınlamak yerine 1936’nın en gelişmiş toplu iletişim teknolojisi olan radyoyu kullanarak ses dalgaları üzerinden bir sözel sergileme gerçekleştirmeye karar verdim. Böylece Kasım 2015-16 yayın dönemlerinde 50 bölüm halinde 94.9 Açık Radyo’da gerçekleştirdiğim PAZAR İLAVESİ isimli radyo programını yaptım ve her bölüm için gazete içeriğinden seçtiğim haberler, makaleler üzerine araştırma yaparken, bu konuların günümüz yansımaları üzerine de uzman konuklarım oldu. 

İşte o dönemde 'TÜRKİYE BİBLİYOĞRAFYASI’ adıyla gerçekleştirmek istediğim yayın da şekillendi. O günlerde bu proje için bir destek arayışına girdim ve sonuç alamadım. Aradan yıllar geçti, gazete okumak gündelik hayatımın her zaman önemli bir parçasıdır ve T24 de düzenli takip ettiğim online gazeteler arasında. Günlerden bir gün T24 içeriğinde bir yerlere sıkışmış haberlerden birini okuyarak border_less Kitap Fonu hakkında bilgi edindim ve bu projeme destek için başvurdum. Sonucunda 2019-20 için destek verdikleri iki yayından birisi seçildi. 

“Fotokitap ya da sanatçı kitapları konusunda Türkiye’yi dünyanın geri kalanı ile kıyaslamak acımasızlık olur”

-Türkiye’de ‘sanatçı kitabı’ dediğimiz çalışmalar belli dar çevrelerin dışına pek de ulaşmıyor. Ancak geçen sene border_less’ın yaptığı fuarda gördük ki bu alanda çalışma yapan birçok sanatçı da var. Siz mevcut durumu nasıl görüyorsunuz, dünyanın geri kalanıyla kıyaslandığımızda nerelerdeyiz? Hali hazırdaki çalışmalar sanatçıları nasıl etkiliyor?

KartonKitap (N. Toros Mutlu, Umut Altıntaş) & Metehan Özcan: Türkiye'de fotokitap ve sanatçı kitabı üretimleri hatırı sayılır derecede arttı. FUAM ve border_less sayesinde tüm üretimleri bir arada görmek ilham ve umut verici. Ancak dünyanın geri kalanı ile kıyaslama yapmak biraz acımasızlık olur. Yalnızca bu türde kitaplar yayımlayan yüzlerce yayınevi, bir kariyere çevirmiş binlerce sanatçı var. Avrupa çapında her sene yapılan sanatçı kitabı fuarları cabası. Türkiye'de bir sanatçı kitabı kültürü oluşması için neredeyse envanteri tutulamayacak derecede fazla iş üretmemiz gerekiyor ki nitelikli olanlar aralarından sıyrılıp belli bir kademenin üstüne işaret edebilsin. Kaldı ki bu kitapların peşine düşenler, zaten bu türden işleri üreten insanlar. Ana akım okur kitlesinin, bırakın sanatçı kitabı janrını, iyi tasarlanmış bir kitabın, hatta "kitap tasarımı" diye bir dalın dahi farkında olmadığını, farkında olanların ise azınlıkta olduklarını düşünüyoruz, ki zaten o kişilerin bütünü, bahsi geçen dar çevreleri oluşturuyor.

“Elimizde sırf masrafları yüzünden gerçekleştirmeye çekindiğimiz onlarca kitap fikri ve maketi var”

Diğer taraftan kitap yapmak oldukça pahalı bir uğraş. Sırf masrafları yüzünden gerçekleştirmeye çekindiğimiz onlarca kitap fikri ve maketi var elimizde. Yaptığımız herhangi bir kitabı iyi bir prodüksiyon ile üretmek, hakkı olan nitelikte baskıya kavuşmasını sağlamak için gereken maddi kazancı hali hazırda sahip olduğumuz mesleğimizden sağlamamız mümkün değil. İkimiz de akademisyeniz, ayrıca mutlu olduğumuz bir mesleğin üreticileriyiz, evet. Ancak işimiz o kadar çok zamanımızı alıyor ve karşılığında üretmek istediğimiz kitabın maddi ihtiyacının o kadar azını karşılıyor ki çoğu iyi fikirler, basılamadan ve okuyucu karşısına çıkamadan yıllarca beklemek zorunda kalıyor.

Sanatçı kitabı yapmak, çok bireysel bir uğraş. Keşke sırf sanatçı kitabı üretmekten kazansak ve keşke yığınla üretebilmek için vaktimizin tamamını buna harcayabilsek. Biz bir janrda "işler üretebiliyoruz" diyebilmek veya kendimizi dünya ile kıyaslayabilmek için hem zihnen hem de zaman olarak mesaimizin tümünü oraya ayırmamız gerekiyor.

“Türkiye’de de 70’li, 80’li yıllarda bu alanda üretimler olmuş ama genel olarak kim ne kadarını biliyor, hatırlıyor; kayıtsızlık hayatımızın her alanında mevcut”

Didem Özbek: ‘Sanatçı kitabı’ dünyanın her yerinde buna ilgi duyan kişilerin nerede, neler üretildiğini takip edip, ulaşabildiği sanatçı, yayıncı, kitapçı ya da fuarlar özelinde etkin bir ağa sahip. Türkiye’de de 70’li, 80’li yıllarda ve eminim daha öncelerinde bu alanda üretimler olmuş, ama genel olarak kim ne kadarını biliyor, hatırlıyor, bu kayıtsızlık hayatımızın her alanında mevcut.

İstanbul özelinde ve Türkiye adına sanatçı kitapları üretimi ve sergilenmesindeyse son 10 yıldır yükselen bir ivme var. Bunun öncüleri arasında BAS’ın sanatçı kitapları arşivi, Bandrolsuz ya da MSGSÜ Fotoğraf Bölümü’nün FUAM gibi etkinliklerini örnek verebiliriz. border_less da bir sergi etkinliği beraberinde bir üretim fonu oluşturarak yeni ve yerel üretimlere destek oluyor, sanatçı kitaplarının sergilenmesi ve satışında sadece Türkiye’den değil dünyanın farklı ülkelerinden sanatçı ve yayıncıları İstanbul’da bir araya getirerek takipçileriyle buluşturuyor. Bu da önemli bir gelişme.

Kendi adıma konuşmam gerekirse ilk sanatçı kitabımı 1993’te Londra’da yaptım. O dönemde bir Amerikalı sanatçının atölyesinde asistanlığını yapıyordum ve sanatçı kitabı, sınırlı sayıda üretim (limited edition), ciltleme üzerine temel bilgim ve ilgim bu süreçte gelişti. Sonrasında Central Saint Martins College of Art & Design’da gerçekleştirdiğim iletişim tasarımı master’ımda 25 edisyonlu, 3 sayılık bir dergi tasarlayarak, sınırlı sayıda yayın yapan tasarımcılar ve üretimleri üzerine bir tez de yazdım.

“Türkiye’ye kağıt dahil artık her şeyi ithal ediyor olsa da üretim kalitesi yüksek ve maliyet yurtdışına göre hâlâ daha hesaplı”

Doksanlar boyunca Avrupa genelinde gerçekleşen, border_less benzeri sanatçı kitapları fuarlarına da katılmış ve bunun dünyanın birçok şehrinde takipçileri olduğunu görmüştüm. Türkiye’den bir sanatçı / tasarımcı olarak benim avantajım Avrupa ya da Amerika’ya kıyasla sadece serigrafi ya da tipo değil ofset ve flekso gibi yüksek tirajlı, seri üretim ve yüklü maliyet gerektiren baskı teknikleriyle de çok çok küçük tirajlarda (5, 25, 300 adet gibi) sanatçı kitapları ya da basılı malzeme üretme şansım oldu. Türkiye’ye kağıt dahil artık her şeyi ithal ediyor olsa da üretim kalitesi yüksek ve maliyeti yurtdışına göre bence hala daha hesaplı. Bir sanatçı olarak bu anlamda baskı hizmeti aldığım matbaalar, dijital kopya merkezleri, cilt evlerinden her zaman işimin üretimi için özen, ilgi ve destek gördüm. Ancak tüm bu avantajlara rağmen Türkiye’de sadece sanatçı kitabı üreterek var olabilmek ve baskı maliyetlerini karşılayabilmek bütçe desteği bulmadan imkansız. Bu sebeple dahi istediğim birçok işi üretip üretmemek arasında kalabiliyorum ya da işi kafamda kurgulasam dahi üretimini gerçekleştirmek için uzun süre beklemem gerekebiliyor. Tabii ben çoğu zaman basılı malzemeyi bir araç olarak görüyor ve büyük bir yerleştirmenin temel öğesi olarak da kullanıyorum. Bu, çok alışılmış bir yöntem olmadığından işin hem üretimini, hem de sergilenmesini detaylandırıyor, yavaşlatabiliyor ve çoğunlukla yıllar süren bir süreç gerektiriyor.

Yurt dışındaysa sanatçı kitapları özelinde bir arz-talep ve koleksiyoncu kitlesi var. Bu yayınları düzenli olarak arşivlerine ekleyen sanat kurumları ya da bireysel koleksiyoncular yurtdışında oluşmuşken Türkiye yolun çok başında diyebiliriz. İşte bu sebeple border_less kendi sürdürülebilirliğini uzun yıllar devam ettirmeyi başarırsa sadece sanatçı kitapları üretimi ve sergilemesi için bir vitrin değil, bu alanda arz-talebin artması ve bu üretimlerin sanat koleksiyonlarına girmesi anlamında da Türkiye’deki sanat pazarını etkileyecektir diye düşünüyorum.

Biraz daha “Türkiye Bibliyografyası”

Bu konu üzerinde çalışmaya nasıl karar verdiniz? Kitapta yer alacak sanatçı/mahpusları nasıl seçiyorsunuz veya ayrıştırıyor musunuz?

Açık Radyo’daki programımın ikinci bölümünde Sevan Nişanyan’ı sözlük yazma deliliği üzerine telefonla konuk etmiştim ve bu görüşme öncesi onun kitaplarına genel bir göz attığımda birçoğunun önsözünde bu çalışmaları cezaevinde yayına hazırladığını okumuştum. Dolayısıyla ona cezaevinde nasıl bu kadar üretken olabildiği ve çalışmalarına nasıl odaklandığı üzerine sorular da yönelttim. Diğer yandan sadece Nişanyan gibi bir araştırmacı / yazarın değil, Türkiye’de son 10 yıl içerisinde içeri girip-çıkan neredeyse herkesin bir kitap yayımlaması da dikkatimi çekmedi değil. Ama 1936‘dan 2016’ya 80 yıllık bir döneme odaklanmışken bu girip-çıkmalar ve üretimlerin sadece günümüzde değil, belki de cumhuriyetin ilk yılları ve hatta Osmanlı’dan günümüze bir gelenek halini aldığını da düşünmeye başladım. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Ruhi Su, Yılmaz Güney, Grup Yorum, Deniz Seki gibi birçok isim tek tek aklımdan geçip durdu.

Cezaevlerinde gerçekleşmiş bu üretimleri bir yayın olarak, bibliyografi formatında ele alma fikrimse gene 20 Mayıs 1936 tarihli Kurun gazetesinde yer alan ‘Yaygarasız Emekler’ başlıklı makalede ‘kitabiyat' ve 'kitap sergileri' üzerinden Türkiye’de yayımlanan kitapların bibliyografi formatında listelenme eksikliğini dile getirilmesi üzerine çıktı. 'Bibliyoğrafya’ isimli bir yayının öneminden bahseden bu makaleyi okumam sonrası ‘Neymiş bu bibliyoğrafya diyerek?’ araştırmaya koyuldum ve Türkiye Bibliyoğrafyası’nın baskılarına Atatürk Kitaplığı’nda ulaştım. 1928’den neredeyse 90’lar ortasına kadar önce Maarif Vekaleti Milli Talim ve Terbiye Heyeti, sonrasında Milli Kütüphane tarafından yayınlanan bu süreli yayın bir nevi ilaç prospektüsü gibi, aynı font, tek düze ve yan yana hizalanmış yalın bilgileri bilgisayar olmayan bir dönemde araştırmacılar, kütüphaneler ve yayıncılar için aylık ya da 3 aylık dönemlerde on yıllar boyunca bir araya getirmiş. Kim, ne zaman, nerede, hangi içerik ve başlıkla, hangi boyutta ne yayınlamış bilgisini paylaşmış ve büyük ihtimalle kütüphanelerde bilgisayarla kitap taraması başladıktan sonra da basılı yayınına son verilmiş.

“İlk aşamada benim için en önemlisi tanınmış isimlerden başlayarak mümkün olduğunca çok ismin çalışmasını yayın içeriğimde derleyebilmek"

Cezaevinde sanat üretimi dediğimizde gözlerden uzak, insanı tedirgin eden, her türlü kısıtlama içerisinde bir yaratıcı üretim alanından söz ediyoruz. On yıllardır birçok sanatçı cezaevine girmiş, çıkmış, kim hangi cezaevinde ne üretmiş, bunlar üzerine bütüncül bir bakış, kapsamlı bir araştırma ya da listeleme, inceleme yapılmamış ya da ben şu an için ulaşamadım. Diğer yandan birçok farklı yayında, belgeselde, hatırada bu üretimlere referans veren bilgilerden ara ara bahsediliyor. Tabii bunların ne kadarına ulaşabilirim, bu gerçek anlamda ömürlük bir iş. Ciddi bir ekip çalışması, uzmanlarla iş birliği, sabırlı bir araştırma gerektiriyor.

Şu aşamada hedefim ilk baskıyı gerçekleştirmek ve belirli aralıklarla bu çalışmamı güncelleyerek içeriğini zaman içinde geliştirmek. Tabii ki diğer işlerimde olduğu gibi bu yayını da bir yerleştirmenin parçası olarak farklı bir formatta sergilemeyi de arzuluyorum. İlk aşamada benim için en önemlisi tanınmış isimlerden başlayarak mümkün olduğunca çok ismin çalışmasını yayın içeriğimde derleyebilmek. Bir de gerçek anlamda yaratıcı olup hiç tanınmayan, ömrünü cezaevinde tüketen insanlar var. İşte onlara ulaşmak en zoru ve tabii sanat nedir? Kimin için, ne için? Bu ayrıştırma çok kritik ve tehlikeli. Üretim özelindeyse geçen gün bir hacker’ın, kurşun kalemle, cezaevinde tezini yazdığı bilgisini okudum. Bu tarz bir bibliyografi oluştururken bu gibi üretimlere ulaşırsam da bilimsel çalışmalar kısmına eklemek istiyorum, çünkü günümüz sanatı artık her şey demek, bilim, teknoloji, tarım, sağlık, seyahat özgürlüğü aklımıza gelebilecek her konu artık sanat üretiminin parçası.

Türkiye gazeteciler açısından meslektaşlarının en çok cezaevinde olduğu ülke. Sanatçılar açısından durum nasıl?

Gazeteciler haber yapan ve paylaşan kişiler olduğu için onların cezaevinde olması da cezaevinden çıkması da sıklıkla dile geliyor. Alanında tanınmış bir kişiyseniz ve her ne sebeple olursa olsun cezaevine girdiyseniz de istemeseniz de haber olabilirsiniz. Ama yaratıcılık bağlamında isim yapmış bir kişi değilseniz, markalaşmış bir isminiz yoksa sizin cezaevinde olduğunuzdan kimin, nereden haberi olacak? Ancak dışarıdaki meslektaşlarınız ya da aileniz sizin adınıza örgütlenir ve haber olmanızı sağlarsa ne mutlu.

Sanatçılar özelinde geçen günlerde Sansaryan Han’ın otele dönüşmesiyle ilgili bir haber okuduğumda Nuri İyem’in adını da orada işkence görenler arasında okumak beni çok şaşırttı mesela. Acaba orada resim çizebildi mi ya da o günlerin resimlerine etkisi ne oldu diye düşündüm. Tabii ki 80 ihtilali, öncesi-sonrası da o kadar çok entelektüel cezaevine girmiş ki, bu tamamen zamanın tanıkları, arşivler ve olası kayıtlarla ortaya konabilecek bir durum analizi gerektiriyor.

“Zehra Doğan ve Fatoş İrvin’in cezaevinde sanat üretimlerine devam etme ısrarı, arzusu dikkat çekici”

Görsel sanatlar adına Zehra Doğan ve Fatoş İrvin yakın zamanda cezaevine girip-çıkan iki kadın sanatçı. Her ikisinin de cezaevinde sanat üretimlerine devam etme ısrarı, arzusu dikkat çekici. Sanat dünyasını temsilense şu an Türkiye’deki en önemli tutsak bence Osman Kavala. Kavala bir sanatçı olarak üretimde bulunmasa da sanata her zaman ilgi duymuş, sanatçıların üretimine destek vermiş, bunu karşılıksız ve içtenlikle sürdürmüş bir isim. Onun cezaevindeki yaratıcı süreci adına bir makalesine denk geldim ve bunu da Türkiye Bibliyoğrafyası’na eklemek istiyorum. En üretken kim çıktı derseniz de tabii ki Selahattin Demirtaş derim. Bir bakıyorum kitap yayınlamış, bir bakıyorum son yaptığı resim paylaşılıyor, karikatürleri haftalık bir dergide yer alıyor, film senaryosu üzerine çalışıyor derken onun hızına yetişemiyorum. Sanırım özgürlüğüne kavuşunca bir karar vermesi gerekecek. Sanat mı, politika mı diye?

-Kitap tasarım anlamında kendisine 1928 tarihli orijinal baskıyı örnek alıyor. Bunun sebebi nedir?

1928’de ilk kez hayata geçen bu yayın neredeyse 90’lara kadar aynı formatta devam etmiş. Önsözü dahi uzun yıllar kelimesi değişmeden aynı cümleler ve fontla yayınlanmış. Bu on yıllardır Türkiye cezaevlerine girip-çıkan entelektüellerin kader birliği gibi. Benim için bu görsel dili kopyalayıp, sayfa tasarımımı aynı formatta oluşturmak hem işimi kolaylaştıracak hem de statükoya dikkat çekecek. Üretim maliyeti anlamında da tek renk siyah, sade karton bir kapak üzerine gene tek renk bir baskı, oldukça sıkıcı, tek düze, kimi zaman anlaşılmaz, kesinlikle baskılayıcı ve resmi bir görsel dile sahip olacak. On yıllardır cezaevlerinde üretilmiş sözel, görsel ve işitsel sanat işlerini derleyip, listelemek için ancak bu kadar uygun

1928’de ilk kez hayata geçen bu yayın neredeyse 90’lara kadar aynı formatta devam etmiş. Önsözü dahi uzun yıllar kelimesi değişmeden aynı cümleler ve fontla yayınlanmış. Bu on yıllardır Türkiye cezaevlerine girip-çıkan entelektüellerin kader birliği gibi. Benim için bu görsel dili kopyalayıp, sayfa tasarımımı aynı formatta oluşturmak hem işimi kolaylaştıracak hem de statükoya dikkat çekecek. Üretim maliyeti anlamında da tek renk siyah, sade karton bir kapak üzerine gene tek renk bir baskı, oldukça sıkıcı, tek düze, kimi zaman anlaşılmaz, kesinlikle baskılayıcı ve resmi bir görsel dile sahip olacak. On yıllardır cezaevlerinde üretilmiş sözel, görsel ve işitsel sanat işlerini derleyip, listelemek için ancak bu kadar uygun bir tasarım dili olur düşüncesiyle örnek aldığım bu orijinalleri işin tek referansı sayıyorum.

“Acaba sanatçılar mı üretmiyor, yoksa galeriler, sanat kurumları bu tarz işleri eskisi gibi rahat sergileyemedikleri için daha dekoratif işlere yöneliyor?”

-Bazı sanat eleştirmenleri Türkiye’de güncel sanatın kasıtlı olarak ya da sanatçının öyle bir birikimi olmadığı için apolitik olduğu yorumunda bulunuyor. Katılıyor musunuz? Türkiye Bibliyografyası’na politik bir çalışma demek mümkün mü?

Türkiye’de güncel sanatın hiçbir dönemde apolitik olduğunu düşünmediğim gibi politik olmak zorunda olduğunu da düşünmüyorum. Günün sonunda sanatçılar da, galeriler de, kurumlar da, koleksiyoncular da, eleştirmenler de, izleyiciler de sanat pazarındaki üretim-tüketim dengesinin bir parçası. Diğer yandan ‘Yumurtlamam Fakat’ başlığıyla gene 20 Mayıs 1936 tarihli Kurun’da bir sanat eleştirmeniyle sanatçı arasında geçen tartışmaya da yer verilmiş. Günümüz Türkiye’sinde böylesine ince bir sanat eleştirisi yayınlayabilen bir gazete var mı artık? Yok. Ya da güncel politikalar üzerine işler üreten kaç sanatçının işlerini Türkiye genelinde ziyarete açık güncel sergilerde artık görebiliyoruz? Acaba sanatçılar mı üretmiyor, yoksa galeriler, sanat kurumları bu tarz işleri eskisi gibi rahat sergileyemedikleri için daha dekoratif işler mi sergileniyor? Peki ya kurumsal ya da bireysel koleksiyonlar yeni bir iş satın alırken, sanatçının tanınırlığı ya da işin politik içeriğini dikkate alarak kaç kere gözden geçirmek durumunda kalıyorlar satın alma kararlarını? Ya da bugünlerde ülkeye dair politik işler sergileniyorsa neden çoğu 80’ler eleştirisi üzerine tercih ediliyor? Bu bir tesadüf mü? O dönemi eleştiren işleri izlerken neden bugüne dair kimlerin neler söylediğini, ürettiğini kimse görmek, göstermek istemiyor? Cesareti kırılmayan hangimiziz? Burada bir kasıt aranacaksa günümüz politikalarının sanat dünyasındaki görünmez baskısına bakmak gerek. Üretimine devam eden ancak görünürlüğü kalmayan sanatçıların varlığı nasıl bir beklentiyle korunabilir?

“Geçmişle gelecek arasında cızırdayan eleştirel bir hatırlatma, yüzleşme sağlamak en temel amacım”

Kendi işime dönersem Türkiye Bibliyoğrafyası aracılığıyla politik bir duruşa vurgu yapmaktan ziyade geçmişle gelecek arasında cızırdayan eleştirel bir hatırlatma, yüzleşme sağlamak en temel amacım. On yıllardır süregelen, bölük pörcük kayıtları bir araya getirip toplumsal bir bellek bütünlüğü oluşturmakta bir nebze başarılı olursam ne mutlu bana. İşte bu farkındalık sağlandığı zaman dönemsel politikalar gereği şimdi ya da gelecekte ümit ederim ki bu kadar kolay tutsak edilemez insan hayatı.

Tabii ki bunu bir sanat işi ya da bir sanatçı kitabıyla başarabilmek başlı başına bir fantezi ve imkansızlıklar da içeriyor. Bu çalışma özelinde ve kendi sanat pratiğim adına topluma faydalı işler yapma arzum kendi ütopyam. Böyle bir çalışma bir sanat projesi olduğundan ve ben de kendimi bir akademisyen ya da araştırmacı olarak görmediğimden de insanların eksiklerimi bulma, beğenmeme gibi kolaylıkla ortaya koyacağı tepkilerini de çalışmamın bir avantajı olarak görüyorum. İşte bu sebeple dahi böyle bir çalışmanın gelecekte oluşturacağım daha güçlü işbirlikleri adına bir ön çalışma olduğu düşüncesindeyim.

-Kitap henüz basılmadığı için sürecinizi ve geldiğiniz aşamayı border_less ARTBOOK DAYS'in ikinci aşamasında sergiliyor olacaksınız, süreciniz nasıl ilerliyor basım içi bir tarih öngörebiliyor musunuz?

Yayının orijinal baskıları üzerine uzun bir araştırma sürecim oldu. İçerik oluşturma kısmıysa iğneyle kuyu kazmak gibi diyebilirim. border_less ARTBOOK DAYS içerik oluşturma sürecindeki projemin önemine inanıp, ona destek vererek bir anlamda benimle risk paylaşımında da bulundu. Her zaman özgün ve kendimi bir tık daha zorladığım işler yapmayı sevdiğimden böyle bir paylaşım beni sadece kendime karşı değil projeme güvenip destek olanlar adına da daha sorumlu kılıyor. Yayını elle tutulur hale getirmek için ön görebildiğim en yakın tarih tabii ki Nisan 2020’de gerçekleşecek ikinci border_less buluşması. Şu aşamada içerik oluşturmaya devam ediyorum. Kütüphane çalışmaları, internet üzerinden araştırmalar… Bu süreci yaşamış kişiler ve yakınlarıyla olan görüşmeler içerik oluşturmamda en doğru ve hızlı bilgiye ulaşmamı sağlıyor. Benim haberdar olmadığım ancak bana ulaşırlarsa çok sevineceğim, konuya ilgili ve bilgili kişilere de bu vesileyle turkiye.bibliyografyasi@gmail.com adresine yazarak araştırmama ve içerik oluşturmama yardımcı olmalarını rica ediyorum. Onların desteğini yayınımda paylaşacağım gibi bu sanatçı kitabının bir kopyasını da hediye etmek isterim.

Biraz daha “Resimli Bilgi –Ek”

-Resimli Bilgi Ansiklopedisi’nden ve daha sonrasında neden böyle bir ‘ek’ ihtiyacı duyduğunuzdan biraz bahsedebilir misiniz?

MO: Bu seriye adını veren Resimli Bilgi Ansiklopedisi 60’lı yıllarda Fratelli Fabbri Editori tarafından basılan Conoscere adlı İtalyan çocuk ansiklopedisinin Türkçeleştirilmiş versiyonu. O dönemlerde yabancı çocuk ansiklopedilerinin özgün içeriği yayıncılar tarafından Türkçeye ve Türk kültürüne uyarlanıp yoğun bir görsellikle sunulurdu. Gazete veya dergilerin aksine, evin bir nevi demirbaşı olan bu ansiklopediler çocuklar için tekrar tekrar bakılan uzun ömürlü görsel kaynaklardı. Alfabetik bir sırayla yan yana düşmüş bu ‘tanımlayıcı’ imgeler, öngörülmemiş birliktelikleriyle ‘tanıma direnen’ anlamların türemesine aracı oldular. ‘Resimli Bilgi’ serisi de böylesi bir algıya atfen oluştu; bilinçle değil sezgiyle kurulmuş bir dizi.

KK: "-Ek" kısmı ise biraz ansiklopedilerin veya basılı süreli yayınların yanlarında verilen "eklere" bir gönderme. Kitaplarımızda çoğunlukla içeriği oluşturan projenin ismini korumayı ve o isme bir tamlayan iliştirmeyi seviyoruz. Gary McLeod'un Andover Road North projesine yaptığımız kitabın isminin Andover Road North Remix olması gibi.

-Kitabın oluşumunda yer alan ekip nasıl bir araya geldi?

KK: 2014 yılında KartonKitap inisiyatifini kurmuş ve ilk kitabımızı yayımlamıştık. Lansmandan sonraki gün aramızda "Metehan ile bir kitap yapsak ne güzel olur" diye konuşurken ertesi gün Metehan'dan "Birlikte bir kitap yapalım mı?" konulu bir mektup aldık. Demek ki bir araya gelmemiz gerekiyormuş. Sonrasında Metehan'ın arşivini kurcaladığımız, "katalog" olmayan, özel bir iş çıkarmak için belli aralıklarla bir araya gelip tartıştığımız, kitabın basımı için birçok yerde maddi destek aradığımız uzun bir süreç devam etti. Zaten bu kitap vesilesiyle yıllar içerisinde yakın arkadaşlar olduk. Ki bu kitap dışında da bireysel projelerimizde birbirimize destek olmaya, ortak işler üretmeye devam ediyoruz.

“Metehan'ın imajları, kitap içerisinde-bilinçli olarak- öngöremeyeceğimiz şekilde dağılmış ve rastlantısal bir biçimde bir araya geldi”

-‘Hesaplanmış rastlantısallık’tan biraz daha bahsetmeniz mümkün mü?

KK: Bu söylem esasen teknik bir detayı barındırıyor içinde. Bir kitap, -doğasına bağlı olarak- temelde yan yana sayfalar (kodeks) halinde düşünülür ve tasarlanır. Görsel malzemenin kitabın ilk sayfasından son sayfasına kadar nasıl bir akışta ve düzenle devam edeceği baştan belirlenir. Elimize aldığımız basılı kitapları da ardışık sayfa sayıları ile doğrusal bir akışta okuruz. Basılı kitapta bu akışı sağlamak için ise matbaalarda "forma montaj hesabı" dediğimiz bir yöntem uygulanır. Sizin bilgisayarda söz gelimi 1'den 160'a kadar hazırladığınız sayfalarınız, montaj hesabına göre, -katlandığında art arda olacak şekilde- "düzensiz görünen" bir hesaplamayla, büyük boy kağıtlara (bu kitap örneğinde 70x100 cm) ön-arka 16 sayfalık yüzeyler halinde basılır. Bu yüzeylere forma denir. Formalar katlanıp bir araya getirildiğinde ise sıralı okuma düzenini elde etmiş olursunuz. Bu, bir kitabın matbaada basım sürecinin ilk ve en temel aşamasıdır.

Biz de bu pür teknik süreci Resimli Bilgi -Ek'te tersine çevirmek istedik. Metehan'ın görsellerini karşılıklı sayfalar halinde bir araya getirmek ve kitabın tüm akışını baştan belirlemek yerine, beş adet 70x100 cm boyunda "forma"ları, sanki bir duvar yüzeyi kurguluyormuşuz, bir sergi kuruyormuşuz gibi tasarladık. Bu tasarlanmış beş adet forma katlanıp iç içe geçtiğinde, bizim önceden tespit edemeyeceğimiz parçalanmalara neden oldu. Yani Metehan'ın imajları, kitap içerisinde bizim -bilinçli olarak- öngöremeyeceğimiz şekilde dağılmış ve rastlantısal bir biçimde bir araya gelmiş oldu. Sayfaları birbirine bağlayan bir cilt olmadığı için de tüm sayfaları karıştırıp bu imajları yeniden (neredeyse sonsuz farklı öneriyle) bir araya getirebilirsiniz. Bu dağınık sayfaları yapboz gibi birleştirdiğinizde ise en başta tasarlamış olduğumuz o beş adet formaya, yani imgelerin bilinçli olarak kurgulandığı ilk haline ulaşabilirsiniz.

-Okuyucuya kendi hikayesini kurma olanağı, kitaba da kitap olma yolculuğunda kendi kendisini tasarlama izni veren serbestliğin bu çalışmadaki önemi nedir?

KK: Kitap olma yolculuğu dediğimiz, bizzat kitabın dijital bir doküman halinden basılı bir nesneye dönüşmek için matbaada geçirdiği aşamalar. Yine "hesaplanmış rastlantısallık" olarak ifade ettiğimiz, kitabın özünü oluşturan yönteme geri dönmemiz gerekir. Kitabı elinize alıp bir sayfa çevirdiğinizde karşınıza çıkan sayfa ve o sayfadaki imgelerin yerleşimi, bizim bilinçli olarak tasarlamamayı tercih ettiğimiz, kararını bizim vermediğimiz bir tesadüften ibaret. Ancak o tesadüfün oluşabilmesini sağlayan parametreleri baştan bizzat biz belirledik. Gerisini de kitabın basım aşamalarına bıraktık.

Normal şartlarda bir kitabın "bitmiş" halini tasarlarsınız. Yani basıldığında nasıl görünmesi gerektiğini zaten önceden bilirsiniz. Ancak biz bu kitapta kitabın bitmiş halini tasarlamak yerine, sayfaları düzenli bir şekilde bir araya getirecek o montaj planını tasarladık. Doğası gereği sıralı düzeni oluşturmak için dağınık bir hesap yapmaya programlı montaj planını, bu sefer sonunda düzensiz bir kurguya ulaşmak için hazırladığımız planı parçalaması, söz gelimi "bozması" için kullandık. Hangi imajın hangi sayfaya denk geleceğini, kaç parçaya bölüneceğini, hangi imgelerin yan yana geleceğini önceden bilmiyorduk. Dolayısıyla kitabın sahipleri olarak son halini biz de kitap basılıp elimize ulaştığı anda görmüş olduk. Yani kitap kendi görsel kurgusunu fiziksel olarak bizim yerimize kendisi oluşturmuş oldu.

Kitabın bu oyuncu, dağınık ve serbest yapısı, okuyucuya "istediği sayfayı yerinden çıkartıp başka iki sayfa arasına yerleştirerek, kitabı tam ortadan bölüp ters çevirerek veya bir iskambil destesini karıştırır gibi karıştırarak" kendi okuma düzenini, yani kendi hikayesini oluşturabilmesine olanak tanıyor. Kitabın başı ve sonu yok; baskının ve katlamanın doğasına bağlı olarak bazı görseller düz, bazıları ise ters. Bu yüzden kitabın bir yönü de yok. İstediğiniz yerden başlayıp, istediğiniz yönde okuyabilirsiniz. İsterseniz tüm sayfaları tek tek duvarınıza da asabilirsiniz. Zaten bu yönteme başvurma amacımız da Metehan'ın imgelerini bir "sergileme" mantığında bir araya getirmesiydi. Biz de duvardaki bir sergiyi kitabın sayfalarına bastık, sonra bu sayfaların tekrar bir duvara taşınmasına izin verdik.

-Kitabınızı okumak, görmek isteyen biri satın alabilir mi? Bu çalışmadan faydalanmak isteyenlerin izlemesi gereken yol nedir?

KK: Elbette. Kitap, İstanbul'da Riverrun, Rob 389 ve Fil Books'ta satılıyor. İlgilenenler ayrıca Versus Art Project'ten, border_less'ten ve bizzat bizlerden de istek yapabilirler. Bazı sağlık problemleri ve farklı şehirlerde yaşıyor olmamızdan kaynaklanan nedenlerle lansman yapmakta geç kalmış olsak da yakın zamanda farklı şehirlerde gerçekleştireceğiz. İlki 13 Mart'ta Ankara'da KA Fotoğraf Geliştirme Atölyesi'nde olacak.