T24 Haber Merkezi
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, "Ne gerekiyorsa yapacağız. Türkiye'yi kaçak göç merkezi haline getirmek isteyenlere tarihin en ağır cezaların vereceğiz” diyerek Avrupa’yı ‘kapıların açılması halinde 6 ay bile dayanamayacaklarıyla' ilgili uyardığında, takvimler 20 Temmuz’u gösteriyordu. Bakan Soylu’nun açıklamalarıyla eş zamanlı olarak özellikle İstanbul’daki Suriyelilere ve diğer sığınmacılara yönelik polis operasyonlarının sıklaştığı, kaydı şehirde olmayanların kent dışına çıkarıldığı, kayıtsızların ise sınır dışı edildiği iddiaları gündeme gelmeye başladı.
TIKLAYIN - İstanbul Valiliği, kaydı olmayan Suriyelilerin kentten ayrılması için tarih verdi
Valilik ve İl Göç İdaresi kaynakları, salı günü T24’e yaptıkları açıklamada da ‘düzensiz göçle mücadele’ kapsamında son 15 gün içerisinde 3 bin 100’ü Suriyeli olmak üzere yaklaşık 18 bin kişinin GGM’lere sevk edildiğini söyledi. Yetkililer, İçişleri Bakanı Soylu’yla paralel bir şekilde geçici koruma statüsündeki hiçbir Suriyelinin sınır dışı edilmediğini savunsa da, ‘Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi’nin bugün yayımladığı rapor ise aksini gösteriyor. Raporda, “zorla ‘gönüllü’ geri dönüşler”e uzun bir bölüm ayrılıyor ve uluslararası anlaşmalara tabi olan Türkiye’nin sınır dışı ettiği yabancılara geri gönderme belgelerini zorla imzalattığı iddia ediliyor.
"Suç işledikleri için geri gönderildikleri bahanesi sıklıkla kullanılıyor"
“Zorla gönüllü geri dönüş belgesi imzalatarak sınır dışı etme en yaygın uygulama. Raporda yer alan örneklerden birinde, Kilis Öncüpınar Geçici Barınma Merkezinde, görevlilerin kötü muamele uygulayarak gönüllü geri dönüş belgesi imzalatmak için şiddet kullandıkları ve kişileri ‘Ya bu belgeyi imzalarsın ya da 6 ay burada kalırsın’ şeklinde tehdit ettikleri somut ifadelerle belgelenmiştir” denen raporda, ayrıca “kişilerin suç işledikleri için geri gönderildikleri bahanesinin” sıklıkla kullanıldığı ifade ediliyor.
T24’e konuşan yetkililer gönüllü geri dönüş yapanların sayısının 4 bine ulaştığını belirterek Türkiye’nin hiçbir şekilde zorla sınır dışı yapmadığını savunmuş ancak “Suça karışanların da ülkede tutulmadığını” söylemişti. Bu kişilerin suça karıştığının nasıl tespit edildiğine dair detaylı bir açıklama ise yapılmamıştı. Yetkililere göre bu konudaki incelemeler, Öncüpınar’daki geri gönderme merkezinde, Türkiye’nin Suriye sınırının öte yanındaki ‘yerel müttefikleriyle iş birliği içinde’ yapılıyor.
İbrahim’in hikâyesi*
Benim adım İbrahim, İstanbul Geçici Koruma Kimlik Kartım var. Çalıştığım işyerinde, patronumdan bana çalışma izni çıkarmasını istedim ama patronum reddetti. Bunun üzerine ben de işten ayrılacağımı söyledim. Patronum, tüm müşterilerin benim telefon numaramdan aradığını bu nedenle telefonumun SIM kartını ona vermemi istedi. Ben de ona, bunun benim kişisel numaram olduğunu ve ona kartı veremeyeceğimi söyledim. Bunun üzerine patronum beni polise şikayet etti ve onlara para çaldığımı söyledi. Bir avukat buldum ve en sonunda aklandım. Ama bu sürecin sonunda yine de sınır dışı edildim.
'Gönüllü' geri gönderme belgeleri nasıl imzalanıyor?
Güvenli ülke olarak kabul edilmeyen Suriye’ye sınır dışı yasal olarak mümkün olmasa da, yetkililer ‘suça karışan’ kişileri 1 yıla kadar geri gönderme merkezlerinde gözetim altında tutmaya hakları bulunduğunu belirterek, bunun ‘caydırıcılığına’ ve gönüllü geri gönderme belgesini imzalayanların sayısının artmasını sağladığına işaret ediyor; ifadeleri raporda yer alan tanıklıkları da doğruluyor.
Mohammed’in hikayesi*
Ben Mohammed, Suriye vatandaşıyım. Gaziantep iline kayıtlı Geçici Koruma Kimlik Belgem bulunmaktadır. Türkiye'den Yunanistan'a deniz yoluyla kaçak olarak geçiş yapmaya çalıştığım için önce geri gönderme merkezinde tutuldum. Bizimle aynı botta başka ülkelerden göçmenler de olmasına rağmen onlar aynı gün salıverildiler, sadece Suriye vatandaşları geri gönderme merkezinde kaldı. Geri gönderme merkezinde beni sorguya çektiklerinde bütün kimliklerimi teslim ettim. Sorgulama bittiğinde, ifademi alan görevli masaya yaklaşmamı söyledi, masaya yaklaştığımda başka beyaz kâğıtlarla kapatılmış bir kâğıt yığını gördüm, o yüzden üstü diğer kağıtlarla kapatılmış belgede ne yazdığını okuyamadım. Benden belgeye parmak izimi basmamı istediler, bunların rutin belgeler olduğunu söylediler ama onlara inanmadım ancak belgeyi okuduktan sonra parmak izimi alabileceklerini söyledim. Hapishanede parmak izlerini vermeyi reddettikleri için dört aydır içeride olan Suriyeliler vardı. Daha sonra hapishanede kalmamak için belgeleri imzaladım. 40 kişilik bir grupla beraber, Öncüpınar-Bab El Selam sınır kapısından sınır dışı edildim.
Mohammed'in hikâyesinde de görüldüğü gibi, sınır dışı edilenler arasında Türkiye'nin 'geçici koruması' altındaki Suriyeliler de var. İçişleri Bakanlığı ve Valilik açıklamalarında ise kaydı İstanbul'da olmayan Suriyelilerin kayıtlı oldukları illere geri gönderileceği söyleniyordu. 'Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi', ellerine ulaşan çok sayıda tanıklığa göre farklı illere kayıtlı geçici koruma kimlikleri bulunan kişilerin sınır dışı edildiğini belirtiyor. İnisiyatifin dikkat çektiği bir başka konu da, 'bilgilendirmeme, sebebini açıklamama, hukuki desteğe erişim imkanı verilmemesi gibi keyfi uygulamalara' sıkça başvurulması. Raporda, Ankara, Hatay, Kilis, Mardin gibi kentlerde kaydı bulunan çok sayıda Suriyeli'nin sınır dışı edildiği belirtilse de net bir rakam yok.
Yetkililer ise kaydı olan Suriyelilerin sınır dışı edildiği iddialarını net bir şekilde yalanlıyor. Türkiye'nin göçmen politikaları konusunda şimdiye kadar bazı hatalar yapıldığını kabul eden yetkililer, temmuz ayı başında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde gerçekleşen bir toplantıda kararının alındığını belirttikleri 'yeni dönemde' bu hataların telafi edileceğini belirtiyor. Yetkililere göre asıl amaç, yabancı uyrukluların kayıtdışı istihdamının önlenmesi ve aynı zamanda da illere göre yapılan dağılıma uygun hareket edilmesi. Kayıtdışı istihdamın önlenmesinin Suriyelilerin haklarının korunması açısından 'vicdani' bir konu olduğu düşünülüyor, kentlere göre dengeli dağıtımın sağlanmasının arkasında da yoğunluğu taşıyan yerel yönetimlerin üzerlerindeki yükün plan dahilinde paylaşılması var.
Ancak her ne kadar yetkililer iddiaları yalanlasa da; 'Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi'nin raporunda Ankara’da kayıtlı olduğu halde geri gönderilenler, eşi ve çocuğuyla birlikte zorla imzaları alınarak sınır dışı edilenler, kimliği olmadığı için El Nusra kontrolündeki bölgelere bırakılanların hikâyeleri yer alıyor.
Mejd’in hikâyesi*
Benim adım Mejd, İstanbul’da yaşayan bir Trans bireyim. Iraklı bir arkadaşım rahatsızlandığında, onu hastaneye götürdüm, benim İstanbul geçici koruma kimliğim var. Arkadaşımın kimliği olmadığı için sağlık hizmeti alamıyordu, bu nedenle onu kendi kimliğimle, hastaneye götürdüm. Hastanede polis ikimizi de aldı, benimle görüşmeye bir avukat geldi ama Nusra’ya teslim edilirsem infaz edileceğimi söylememe rağmen, beni 30 Temmuz 2019’da İdlib’e sınır dışı ettiler, Nusra’ya teslim ettiler. Nusra beni hapse attı ve hakkımda ölüm kararı çıkardı. (Mejd’in şu anki durumu hakkında bir bilgiye sahip değiliz)
İstanbul Beyoğlu’ndaki İnsan Hakları Derneği (İHD) binasında yapılan sunumda, Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatif’i adına söz alan Eyüp Özer de yetkililerden gelen açıklamalara değinerek, “Bunlar maalesef gerçekleri yansıtmıyor ve biz de bunun farkındayız. Bu rapor da bunu gösteriyor. Kaydı İstanbul’da olan kişiler bile sınır dışı edilmişler. Kayıtdışı sınır geçişlerinden ülkenin öbür tarafına götürüp bırakılıyorlar” diyor.
"Temelde büyük bir insan hakları sorunu yaşıyoruz"
İçişleri Bakanlığı'nın adımlarının ardından İHD'ye çok sayıda başuru geldiğini belirten İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri de "Bu başvurular, sadece İstanbul’da kaydı olmayanlardan gelmiyor. Kaydı olup kaydı yenilenmeyenler, kaydı olmasına rağmen sınır dışı edilenler var. Hatta bir kayıp vakası var ama ailenin rızası olmadığı için paylaşamıyoruz. Bu uygulama sadece Suriyelilere değil, İstanbul’daki tüm yabancılara zorluk çıkarılıyor. Temelde büyük bir insan hakları sorunu yaşıyoruz. Taleplerimize bakarsanız, bunların bir kısmının çözümünün yasa değişikliği ve yasal önlemleri içerdiğini görürsünüz. Bunların bir kısmını siyasilerin yapması gerek" diye konuşuyor.
Raporun sonuç bölümünde yer alan talepler arasında göçmenlere yönelik, ev baskınları, kimlik kontrolü, alıkoyma, zorla “Gönüllü Geri Dönüş Belgesi” imzalatma uygulamaları ve kötü muamelenin sonlandırılması; göçmenleri kriminalize eden, suçlayıcı, damgalayıcı ve ötekileştirici her türlü söylem ve uygulamaya son verilmesi; sınır dışı edilenlerin hızla Türkiye’ye tekrar yasal yollardan girişlerinin sağlanması; farklı illerde ikamet eden aile fertlerinin istedikleri illerde birleştirilmesi gibi başlıklar var.
Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi'nin dikkat çektiği bir diğer nokta da, Türkiye'nin Cenevre Mülteci Sözleşmesi'ne koyduğu sınırlama. Türkiye, Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ni 1961 yılında, Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokol’ü de 1967 yılında onaylasa da; Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenen coğrafi sınırlama ilkesini sürdürmeyi seçti ve 2014 tarihli, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor. Avrupa dışından gelenlerin üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mülteci statüsünde geçici olarak Türkiye’de kalmasına izin veriliyor.
HDP Milletvekili Şık: Türkiye’deki herkesin Suriyelilere borcu vardır
Raporun 'talepler' bölümünde "Türkiye, Cenevre Mülteci Sözleşmesi'ne koyduğu sınırlamayı kaldırmalı, zulümden kaçan herkese mültecilik statüsü tanınmalıdır" deniyor ve bu konuda milletvekillerine çağrıda bulunuluyor. İHD'deki basın toplantısına katılan HDP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ise bu durumun çözülmesinin Meclis'in görevlerinden biri olduğunu kabul ediyor ve "Ancak..." diye devam ediyor:
"Meclis’teki partilerin büyük çoğunluğu arasında Suriyeli sığınmacılara bakış konusunda bir mutabakat var ve maalesef bu yanında durabileceğimiz bir mutabakat değil. Çok faşizan ve ırkçı söylemler içeren, yabancı düşmanlığını körükleyen bir anlayış bu. Medya da bu söylemi benimsemiş durumda.
Suriyeli sığınmacılara ilişkin herhangi bir eleştiri ya da görüş beyan edecek herkesin ilk önce şu soruyu sorması gerektiğini düşünüyorum: Suriyeli sığınmacılar neden burada? Türkiye Cumhuriyeti devleti ve AKP hükümetinin bu insanların burada ya da dünyanın herhangi bir yerinde olmasının nedenleri konusundaki suç ortaklığı nedir; önce bu sorunun yanıtı verilmeli. O sorunun yanıtının ardından ortaya çıkacak sonuç şudur ki; Türkiye’deki herkesin Suriyelilere borcu vardır."
“Türkiye’deki bütün kötülükler Suriyeliler geldikten sonra başlamış gibi davranmaktan da herkes uzak durmalı"
Suriyelilerin tüm insanlar gibi temel haklara sahip olduğunun altını çizen Şık, “Onlara oradan oraya gönderilecek nesne muamelesi yapmaktan vazgeçilmelidir” dedi. Şık, “Türkiye’deki bütün kötülükler Suriyeliler geldikten sonra başlamış gibi davranmaktan da herkes uzak durmalı. Sanki Suriyeliler gelince bu ülkede işsizlik oldu, Suriyelilerden önce yoksulluk yok idi. Suriyelilerden önce de kadına şiddet, ‘magandalık’, taciz tecavüz yok muydu” diye ekledi.
CHP'li Tanrıkulu: Konuyu, siyasette bir rekabet meselesi olmaktan birlikte çıkarmalıyız
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da, Suriyelilere bir ‘siyasi maliyet meselesi’ olarak bakıldığını belirterek, “En azından Türkiye’de ortaklaşabileceğimiz bir mesele, sığınmacıların, Suriyelilerin, yabancıların insan hakları durumu olmalıdır. Bunu siyasette bir rekabet meselesi olmaktan birlikte çıkarmalıyız” dedi. Tanrıkulu, şöyle devam etti:
“Dünyada bizim yurttaşlarımızın uğradığı muameleye nasıl karşı çıkıyorsak, Türkiye’de yabancılara, sığınmacılara ve özellikle Suriyelilere karşı hırçınlıktan, nefret söyleminden vazgeçmeliyiz. Hükümete de buradan sesleniyorum. Özellikle 31 Mart’tan sonra Suriyeliler meselesini bu şekilde insani olmayan, insan haklarına aykırı bir tutumla ele almalarını kınıyorum. Bu tutumdan vazgeçmelerini ve sivil toplumla, muhalefetle ortaklaşarak bir politika üretmeleri gerektiğini bir kez daha ifade ediyorum. Valiye de sesleniyorum, büyük insani dramlara, bedellere yol açan bu tutumunuzu bir kez daha gözden geçirin. Ortaklaşarak bir yerel politika üretme yoluna gidin!”
Türkiye, Suriye’de 2011 yılından bu yana devam eden savaşla birlikte başlayan büyük insani krizde en çok sığınmacıyı ağırlayan ülke. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre Haziran 2019 tarihi itibariyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyeli sayısı 5.6 milyondan fazla ve bu nüfusun yüzde 60’ından fazlası, yaklaşık 3.6 milyonu Türkiye’de bulunuyor.
PİAR Araştırma’nın 6-11 Temmuz 2019 tarihleri arasında yaptığı araştırmaya katılanların yüzde 18’ine göre, Suriyeliler “Türkiye’nin en önemli problemi”. Suriyeliler ‘problem’ olarak ikinci sırayı alırken; en başta ise ekonomi geliyor. Araştırmada ayrı ayrı cevaplar olarak değerlendirilseler de, aslında bu iki başlık da birbirini ‘destekliyor’. Geçen yazdan bu yana ekonominin kötü gittiği Türkiye’de işlerini kaybeden, alım güçleri azalan vatandaşlar; bitmeyen seçim sürecinin beraberinde getirdiği popülizmle bunun sebeplerinden biri olarak Suriyelileri görmeye daha meyilli oluyor.
*Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi'nin hazırladığı raporda hikâyeleri yer alan kişilerin isimleri güvenlik nedeniyle değiştirilmiştir.