Yusuf Ziya Cömert
(Yeni Şafak, 17 Temmuz 2012)
Ekmek ne kadar Allahınsa Lili de o kadar Allahın Lili...
Liliyar. Türkçenin en güzel şiirlerinden biridir. Bir yaralı kalp şiiridir.
Bir 'gidiş' şiiridir, Liliyar.
Sezai Karakoç'a yakalanmanın türlü türlü yolları, şekilleri vardır.
Biri de bu şiirdir.
Ben, bir çok dostum biliyor, iki ay önce by pass oldum.
Cerrah arkadaşım, hemşehrim Prof. Dr. Gökhan İpek, kaburga kemiğimi yardı, kalbimi çıkardı, hayatın üzerime abanması sonucu tıkanan iki damarıma by pass yaptı.
(Tek taraflı suçlamayayım hayatı, zaman zaman ben de hayatın üzerine fazla abanmış olabilirim.)
Başarılı bir ameliyattı. Gökhan Hoca'ya ve değerli ekibine teşekkür ediyorum.
Cerrahpaşa'nın kalp-damar cerrahisi, Türkiye standartlarının en üstünü temsil ediyor.
***
Gökhan Hoca göğsümü yardı, damarları yerleştirdikten sonra tekrar dikti.
Gökhan Hoca dikti ama, millette bir merak, bir merak.
Aklına esen, elini kaburgamdan içeriye sokmak istiyor.
Kimisi başarıyor da bunu. Hepsinin canı sağolsun.
Ben, bu hikaye başımdan geçtikten sonra anladım, insanın, bir hüzünle çarpışmasıyla, bir kamyonla çarpışması arasında fazla bir fark yokmuş.
Baktım, yorgunum.
Eski yorgunluklarımdan biraz değişik yorgunum.
"Zamanı geldi" dedim.
İsmet Özel derdi ya hani, harika bir laftı.
"TOPARLANIN GİTMİYORUZ". (Bunu ben de çok söylemiştim.)
Şimdi, "Toparlan ve git" dedim kendi kendime.
Toparlandım.
Gidiyorum.
***
Liliyar, öyle bir havada takıldı işte lisanıma.
"Demek gideceksin, arkana dönüp
bakmayacaksın
Hangi kuş hangi şafakta ölecek
görmeyeceksin
Öyleyse al bu kürkü bu veda kürkünü Lili
Tüyleri şiirler olan bu mahcup kürkü"
Yusuf Er, kulakları çınlasın, en çok şurasını mırıldanırdı:
"Demek sen gidiyorsun Lili
Bizi öpmeden mi gideceksin Lili"
Bu benim, Yeni Şafak'ta yazdığım ikinci veda yazım.
Gördüğünüz gibi, yıllarımı verdim, neredeyse 20 yıl.
Kalbimi, ruhumu verdim. Manşetlerinde, mürekkep değil ben vardım Yeni Şafak'ın.
(Çok tatlı bir Orta Anadolu söyleyişiyle) Canımı vereyazdım.
Bana, gitme zamanı geldiği zaman, gitmek yakışır.
Ben de bunu yapıyorum.
Gidiyorum.
***
Giderken ne demek lazım?
İçinden ne geliyorsa onu demek lazım.
Yeni Şafak, Türk basınına kalite katmış, derinlik katmış, güçlü ve sahih bir çizgiyi temsil ediyor.
Yerliliği temsil ediyor.
Özgürlükleri, hakları, var gücüyle savunuyor.
Hırsızlığa, arsızlığa karşı duruyor.
Bu ülkenin değerlerini paylaşıyor, taşıyor.
Taşıdı. İyi günde de kötü günde de taşıdı.
Polis baskınlarına, kurşunlamalara, işkencelere, hapislere, yani türlü namussuzluklara, alçaklıklara rağmen taşıdı.
Bedeli neyse, ödeyerek taşıdı.
Gazete sahiplerinin (eski ve yeni sahiplerinin yani Kış ve Albayrak ailesinin) bu sahih çizginin sıhhatine olağanüstü katkıları oldu. İki aile de büyük fedakarlıklar yaptılar.
Daha önce de yazdığım gibi, Türkiye'nin bu çizgiye ihtiyacı var.
Yeni Şafak'ın, mübalağa etmiyorum, Türkiye'nin bugün geldiği noktada, çok hakkı vardır.
Bu hakkın taktir edilmesi lazım.
Yeni Şafak'taki son sözüm bu olsun.
Ve gideyim.
"Ekmek ha bakkalın olmuş ha Cabaret de
Paris'nin
Sen herhangi bir ekmek yiyeceksin işte Lili
Ekmek ne kadar Allahınsa Lili de o kadar
Allahın Lili..."
Allahaısmarladık.
***
Not: Benden sonra, görev, kardeşim İbrahim Karagül'e tevdi edildi. İbrahim'e başarılar diliyorum. Allah mahcup etmesin.