Oyuncu Selma Ergeç, "Anaokulu ve ilkokulun ilk iki senesinde Türkiye’de okula gittim, sonrasında Almanya’da devam ettim. Almanya’daki okulda çok daha özgür bir ortam vardı; orada daha çok kendini araştırabiliyorsun, konuları araştırabiliyorsun, soru sormak için izin var, hatta senden hep soru sorman bekleniyor... Dolayısıyla orada çok daha özgür ve rahat hissediyordum" dedi.
Selma Ergeç, Alman hemşire bir anne ve Türk bir baba ve iki kardeşle Almanya’da büyüdü. Tıp, psikoloji, felsefe gibi alanları denedikten sonra staj için Türkiye’ye geldi ve oyunculuk teklifi aldı.
Hürriyet’ten Filiz Şeref'in Selma Ergeç'le söyleşisi şöyle:
Donanımlı ve kültürlü oyuncu, duru ve masum güzellik... Sizinle ilgili yorumlar hep bu yönde...
- Yani özel olarak bir şey inşa etmeye çalışmadım çünkü kafam öyle çalışmıyor açıkçası.
Bugün olduğunuz yer, merdivenlerin hangi basamağı?
- Sonsuz bir merdiven olarak düşünürsek, ortalarda bir yerde ama sonsuz bir merdivenin ortası neresi olur bilemem... “Şuraya gelmek istiyorum, şöyle olmak istiyorum” gibi keskin hedeflerim olmadı hiç. Çok hırslıyımdır ama yaptığım iş bazında... Bir işe girişirim, çok hırs yaparım, en iyisini yapmayı isterim, “daha iyi nasıl olur” diye düşünürüm... Sadece yaptığım işin en iyisini yapma derdindeyim.
Aileniz Almanya’da yaşıyor, peki siz neden Türkiye’de olmayı tercih ettiniz?
- Bu planlanmamış bir şey. Staj için gelmiştim, oyunculuğa yöneldim ve dizi teklifi gelince kaldım...
Oyunculuk tamamen tesadüf eseri mi hayatınızdaki yerini aldı?
- Oyunculuğu hobi olarak yapıyordum, aslında tıp okuyordum. Tabii tıbbın yanında oyunculuk yapan çok kişi var ama hem oyunculuğu hem de tıbbı bir arada götürmek zor. Tıbbı tercih ettiğim için oyunculuğu bir opsiyon olarak görmüyordum. Oyunculuk söz konusu olunca, tıbbı bırakmam gerekirdi, öyle de oldu. Ama bu kararı tek başıma vermedim, hayat yönlendirdi beni. Tesadüfler üst üste geldi.
‘Almanya’da daha özgür ve rahat hissediyordum’
Peki Almanya’da çocuk olmak nasıldı? Nasıl bir çocuktunuz?
- Çok keyifliydi... Anaokulu ve ilkokulun ilk iki senesinde Türkiye’de okula gittim, sonrasında Almanya’da devam ettim. Almanya’daki okulda çok daha özgür bir ortam vardı; orada daha çok kendini araştırabiliyorsun, konuları araştırabiliyorsun, soru sormak için izin var, hatta senden hep soru sorman bekleniyor... Dolayısıyla orada çok daha özgür ve rahat hissediyordum.
Peki sizin çocuğunuz olursa, Türkiye’de büyütmek ister misiniz? Yoksa farklı planlarınız var mı?
- Ben Türkiye’yi seviyorum. Benim neredeyse bütün arkadaşlarım Türk ve Türkiye’de büyümüş insanlar, çok da mutlu çocukluklar geçirmişler. Türkiye’de çocukluk geçirilmez demiyorum. Buranın büyümek için güzel bir yer olduğuna inanmak istiyorum gerçekten.
Anneniz Alman. Ona mı benziyorsunuz?
- İkisine de benziyorum ama anneme daha çok benziyorum galiba.
Peki tıp okumak kodlanmış genetik bir yönelim miydi yoksa bilinçli bir tercih miydi sizin için?
- Bilinçli olarak “Doktor ol kızım” demedi, hatta tersine “Bu çok zor bir meslek” diyordu babam hep. Ve benim daha çok Paris’e gidip tasarımcı olmamı istiyordu. Zaten yatıp kalkıp çizim yapıyordum. Oyunculuğa ise sıcak bakmıyordu. Babam önümde çok iyi bir örnekti ama seçimim daha ziyade etik sebeplerden dolayı oldu.
Canlandırdığınız karakterler arasında sizi en çok tatmin eden hangisi?
- En iyi duygusal bağlantı kurduğum karakter Hatice Sultan oldu. Çok yoğun, çok duygusal, çok büyük acıların hikâyesiydi o... Karakter olarak yakın hissettiğim değil ama duygusal yükünü en çok taşıdığım karakterdi. Yani enteresan bir deneyimdi benim için ve gerçekten duygu olarak da en yoğun yaşadığımdı.
Rolünüze kendinizi çok kaptırıyor musunuz?
- Mış gibi yapmak, öyle olmasına yardımcı olur ya... Vücudun duygulara ve mimiklere verdiği tepkiler var. Örneğin kaşınızı çattığınız zaman depresyona girme olasılığınız yükseliyor ve depresyon tedavisi olarak botoks yapıyorlar. Gülme meditasyonu diye bir şey var. Benim babam her sabah oturur, yarım saat sesli bir şekilde kahkaha atar. Dolayısıyla tabii ki rolün üzerimde bir etkisi oluyor ama bu asla bu karakterle yaşıyorum anlamına gelmiyor.
Siz de babanız gibi gülme terapisi yapıyor musunuz?
- Yok, ben uykuma çok düşkünüm. Babam sabah 5’te kalkıyor, 7’ye kadar böyle meditasyonlar, yogalar filan yapıyor. O müthiş disiplinli.
Şu anda gözlerinizi kapatıp nereye ışınlanmak isterdiniz?
- Sıcak bir yere.
Var mı öyle kaçış rotalarınız?
- Ben denizde olmayı seviyorum, tatil yaptığım zaman teknede, denizde olmak isterim. Deniz göreyim, su olsun, başka da bir şey istemem.
Parayla olan ilişkiniz nasıl?
- Olduğu zaman iyi, olmadığı zaman iyi değil. Bu yüzden olmasını tercih ediyorum.
‘Rahat ol, her şeyi bu kadar takma’
30 yaşından önceki size bir mesaj yollasanız ne derdiniz?
- Rahat ol, her şeyi bu kadar takma.
Kendinizi rahatlatmak için neler yapıyorsunuz?
- Yalnız kalmayı, yalnız kalıp kitap okumayı çok seviyorum.
En ütopik hayaliniz ne?
- Dünya barışı. Gerçekten en ütopik hayalim bu. Yine de kendimi hayal kurmaktan alamıyorum.
Almanya, İngiltere, tıp, psikoloji, felsefe, yoga, dalgıçlık, oyunculuk... Eksik olan bir şey var mı sizinle ilgili saymadığımız?
- Kick boks. Bütün “Muhteşem Yüzyıl” boyunca yogaya gittim, o çok iyi geldi mesela. Kick boks da hep yapmak istediğim bir şeydi, ama biri oramı buramı kırar diye annem izin vermiyordu. Uzun zaman yapmak istedim yapamadım, şimdi yapıyorum ve çok eğleniyorum.