Edebiyatın usta ismi Selim İleri, son günlerde senaryo projeleri üzerinde çalışıyor. Türkan Şoray için bir senaryo yazdığını söyleyen İleri’ye göre, edebiyatla dünyayı değiştirmek imkansız.
Taraf'tan Bilgehan Uçak'ın sorularını yanıtlayan(1 Aralık 2014) Selim İleri'nin açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Roman ve hikâye ile sınırlı kalmayan bir edebiyatçısınız. Piyesler, senaryolar, gazete yazıları... Peki, şimdi neler yazıyorsunuz?
Şimdilerde birkaç senaryo üstünde çalışıyorum. Birini Türkan Şoray için yazdım. Aslında senaryo yazarlığı beni o kadar çok cezbetmiyor artık. Ancak bu son senaryolar, birlikte çalıştığım Serra Kerimzade’nin beni itelemesiyle ortaya çıktı diyebilirim. Bugün benim düşündüğüm tarzda bir filmin çekilebilmesi maddî koşullar, zihniyet ve zevk açısından çok zor gözüküyor.
Benim düşündüğüm tarzda bir film yapılması zor diyorsunuz... Seyirci karşılığı mı yok? Zaman mı değişti?
Ben, Bir Demet Menekşe ile başlayarak hep melodram sinemasından esinlendim ve acıyı gerçeğe dönüştürmeye çalıştım. Amacım, mutlu sonların hep yalan olduğunu göstermekti. Bunu da melodram kalıpları içerisinde yapmak istedim. Artık bunun bir karşılığı olduğunu zannetmiyorum.
Bir yazınızda sorduğunuz fakat müphem bıraktığınız soruyu sorayım: Şiir mi, düzyazı mı?
Özü, en iyi şiirin yakaladığı söylenegelmiştir. “Her mısra bir romandır” gibi sözlere ben inanmıyorum. Zaten dünya da böyle bir şeye inanmıyor. O, bizim ülkemize mahsus kalıplardan biri... Şiir, en kristalize olandır. Arkasından öykü gelir, romansa en son... Böyle bir şey yok bence. Her birinin kendine ait zorlukları ve güzellikleri var. Ancak tuhaf bir ülke burası: Hem ‘En zoru şiirdir’ denir, hem de 70 milyonun neredeyse 65 milyonu şairdir.” Sevim Burak’ın bazı düzyazıları bana göre şiirdir. İyi ve kötü edebiyat eseri vardır. Şiirde de, romanda da, tiyatroda da, her alanda böyle. Edebî değere bakmak lazım. Edip Cansever, müthiş bir şairdi ama roman da yazmak istemişti. Ben Ruhi Bey Nasılım bir şiir- romandır adeta.
Son Üç Yıllar başlıklı yazınızda yazarların geçim derdinden bahsediyorsunuz... Son aylarda okuduğum en etkileyici Selim İleri yazısıydı.
Ben, kendimi o konuda şanslı hissediyorum çünkü yola çıktığım vakit, babadan kalma bir evim olduğu için kira derdim olmadı. Çok çetin yıllar da geçirdim ama yazarın bir evi olması büyük bir şans. Sonra ben hep bekâr yaşadım. Bakmakla yükümlü olduğum kimse yoktu. İnsan tek başına bir kuru ekmekle bile geçinir. Yazarlarımızın dörtte üçüne baktığınız zaman hepsinin geçim derdi yüzünden başka meslek alanlarına gittiğini gözlemlersiniz. Behçet Necatigil, Tahir Alangu ve Rauf Mutluay öğretmen oldular. Özellikle Necatigil, Türkiye şiirinin en büyük ustalarından biriydi... Önemli bir eleştirmen olan Asım Bezirci, muhasebecilik yapmak zorunda kaldı. “Çalınmış zamanlardı” bunlar.
O yazarların verimini de düşürmüyor mu bu “çalınmış zamanlar.”
Necatigil’i düşünün; kimbilir kaç öğrencinin sınav kâğıdını okuyor, sonra da gecenin artık kaçıysa bir şiir yazmaya çalışıyordu. Bir şey üstüne tam manasıyla yoğunlaşamayıp, parçalı bohça gibi biraz ondan, biraz bundan yapmak da tabii çok zor. Günün belli saatlerinde öğretmensiniz, sonra kalan vakitlerde şiir yazıyorsunuz. Bir mucizedir onların yaptığı.
50 yıl sonra ne hissediyorsunuz?
47 buçuk! Yolun başındayken edebiyatın dünyayı ve yaşamı değiştirebileceğine büyük bir inançla bağlıydım. Şimdiyse edebiyatın hiçbir şey değiştiremeyeceği ve yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada çok az insanın edebiyatla haşır neşir olduğu sonucuna vardım. Silahlar aynı değil! Brecht’in bir tespitidir bu... Kötülüğün, düzenin silahıyla edebiyatınki eşit olmadığı için edebiyat ancak bazı insanların, bazı acılarına gecenin karanlığında bir ışık olabilir. 47 yıl önceki umudum yok artık benim. Umutsuzluk değil de; bir durum saptaması bu. 47 yıl boyunca hiçbir gün yazı yazdığıma pişman olmadım. İnsanların da yazarlık yaşamım boyunca bana bu “pişmansızlığı” armağan ettiğini düşünüyorum. Yaşamı, dünyayı değiştirmek sadece bir hayal...
Dünyayı değiştirememiş olabilir ama bireylerin hayatında büyük bir iz bırakmadı mı yazdıklarınız?
Mesela, Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin Yazdım’ı kaleme aldığım zaman son cümleye çok vurulmuştum: “Hayatı değiştirmek isteyenlerin hiç kimsesi yoktur.” Bu da bir roman cümlesi tabii ama sanat bu karanlık dünyanın içinde umutsuzluğa, yalan bir umut vermekten başka bir şey değil. İsterseniz Fransa’da yaşayın ama gene de pek bir etkiniz olmuyor. Jean- Paul Sartre, “Üçüncü bir yol var” diye bağırdı. E, şimdi baktığım vakit; Sartre’ı öyle büyük bir yazar olarak görmüyorum ben. Biraz da palavraları sıkmış! Bulunduğu konumun tadına varmış. Yıllarca Kemal Tahir’in, Orhan Kemal’in ve hatta Yaşar Kemal’in büyük iddialarla yazdıklarının hiçbiri gerçek olamadı. Toplum, başka bir yere, bildiği bir yere gidiyor. Adalet Ağaoğlu, Fikrimin İnce Gülü’nü yazdığında ben bayılmıştım. Ayrıca etrafımda Adalet Hanım’ın benden daha iyi bir romancı olduğu söyleniyordu ve ben de onu kıskanıyordum. Bugünden bakınca oradaki aldatılmış işçi motifi, Mercedes meselesi... Kapitalizm, kendi bildiği yolda öyle bir gidiyor ki, sizin büyük inceliklerle yazıklarınızı da çiğneyip geçiyor.
Söyleşinin tamamı için tıklayın