5 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Alman diktatörü Adolf Hitler'in portresini yazdı. Demirtaş yazısında, "Otoriter bir rejimde kimsenin tadı tuzu olmaz haliyle. Ancak insanlık olarak tarihten dersler çıkarıp kendimize çeki düzen vermedikçe tatlı hayatlara ulaşmak da hayal olur." dedi.
Demirtaş, Artı Gerçek'te yayımlanan yazısına "Bu yazımda, belki de ismi en çok bilinen ama kendisi o ölçüde bilinmeyen bir başka diktatörün portresini özetlemeye çalışacağım. Tıpkı dünkü yazımda anlattığım Mussolini’de olduğu gibi Hitler’de de günümüz otoriter rejimlerinden esintiler, esinlenmeler bulacaksınız. " cümleleriyle başladı.
Hitler'i "gırtlaktan gelen, çatlak ve boğuk bir sesle konuşurdu ve bu, hipnotize edici bir yetenekti" diye tanımlayan Demirtaş'ın yazısı şöyle:
Bu yazıda, Sebastian Haffner’in “Hitler Üzerine Notlar” kitabından yararlandım. Bugünlerde bir diktatör portresi okumak pek keyifli olmayabilir sizler için. Zaten keyifsiz olduğunuzu, ağzınızın tadının kalmadığını iyi biliyorum. Otoriter bir rejimde kimsenin tadı tuzu olmaz haliyle. Ancak insanlık olarak tarihten dersler çıkarıp kendimize çeki düzen vermedikçe tatlı hayatlara ulaşmak da hayal olur.
Şimdi biraz tarihe bakalım. Neler yapmış nasıl yapmış, tarihin bu en büyük diktatörlerinden biri. Ha, bu arada, unutmayın, Hitler de bütün yaptıklarını tek başına yapmadı. Onun da arkasında führerlerine, yani reislerine toz kondurmayan milyonlar vardı. Bir de veciz bir sloganı varmış, “kısa adam”ın: “Tek devlet, tek millet, tek lider.” Belki aranızda bunun bir benzerini haykıranlar bile vardır diyeceğim ama yok artık, sene oluyor 2022, faşizmin bu ırkçı sloganını bu devirde kim ağzına alır ki!
Haydi, tarihle yüzleşelim biraz. Sonra bir ara hesaplaşır, en sonda da helalleşiriz. Bakarsınız bir gün bizde de bir Willy Brandt (1) çıkar.
- Adolf Hitler, 30 Nisan 1889’da Avusturya’da doğduğunda o da bir bebek olarak şirin bir melekti.
- Ortaokulu bitiremedi, güzel sanatlar akademisi giriş sınavını kazanamadı. On sekiz yaşından yirmi beşine kadar Viyana ve Münih’te, herhangi bir işi olmadan boş beleş bir hayat sürdü. Sahte bir diploma edinmeyi akıl edemedi.
- 1914’te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Bavyera ordusuna gönüllü olarak katıldı. Dört yıl cephe hizmeti yaptı ama onbaşılıktan öteye gidemedi. Hangi on kişinin başı olduğunu bile bilemeden savaş bitti.
- Otuz yaşına geldiğinde radikal sağcı bir partiye katıldı ve kısa sürede bu partide söz sahibi konuma geldi.
- Birinci Dünya Savaşındaki cephe tecrübesi, tek askeri deneyimiydi. Sadece askeriye ve askeri teknoloji konularında bilgi sahibiydi. Diğer bütün konularda tipik bir yarı cahil olarak kaldı.
- Her şeyi her zaman herkesten iyi bildiğini sanan ve sağdan soldan edindiği yarım yamalak bilgileri her fırsatta etrafındaki herkese ama özellikle tamamen cahil oldukları için anlattıklarıyla ciddi şekilde etkileyebileceği kendi kitlesine sayıp döken bir yarı cahildi.
- Dört kişi vardır ki, Hitler bunlardan her biriyle farklı nedenlerle karşılaştırılmak ister ve bu karşılaştırmaların hepsinde sınıfta kalır: Napolyon, Bismarck, Lenin ve Mao. Bir defa, bu insanlardan hiçbiri Hitler kadar korkunç bir başarısızlığa uğramamıştır. Ancak bu dört adamın Hitler’den en açık farkları şudur; hiçbiri Hitler gibi sadece ve sadece politikacı değildirler ve bütün diğer alanlarda bir hiç olmamışlardır. Dört devlet adamının dördü de çok iyi eğitim görmüşlerdir mesela. Hepsi de politikaya atılmadan ve tarihe geçmeden önce kendilerini ispatladıkları bir meslek sahibiydiler. Napolyon subay, Bismarck diplomat, Lenin avukat, Mao öğretmen. Dördü de evlenmişti, Lenin hariç hepsinin çocuğu vardı. Hepsi hayatlarında büyük bir aşk yaşamıştı. Napolyon Josephine ile, Bismarck Katharina ile, Lenin İnessa ile, Mao Çiang ile. Bu özellikler bu büyük adamları birer insan yapar ve bütünsel insanlıkları olmasa büyüklüklerinin eksik bir yönü olurdu. İşte Hitler’de bu yön eksiktir.
- Lenin ve Mao, kendi kişilikleri etrafında oluşturulan bir kültü serinkanlı bir akıl yürütmeyle siyasi bir araç olarak kullandılar. Bu süreçte bu kültün başlarını döndürmesine izin vermediler. Hitler ise Hitler kültünün sadece nesnesi değil, aynı zamanda en ateşli müminiydi. Yani Hitler, Hitler’e tapıyordu.
- İntiharından bir gün önce Eva Braun ile nikahlanmasını saymazsak Hitler hiç evlenmedi ve çocuğu olmadı. Hayatında birkaç kadın oldu. Bunlardan en uzun süreli olan Eva Braun, ihmal edilmenin ve aşağılanmanın verdiği kederle iki kez intihar girişiminde bulundu. Sonuncu intihar girişiminde yanında Hitler vardı ve bu kez başardı. Bir diğer kadın, kuzeni Geli Raubal’dır. O, ilk intihar denemesinde başarılı olmuştu.
- Hiç arkadaşı yoktu. Hess, Goebbels, Himmler, Bormann, Göring gibi yakın ekibinden isimlerle bile soğuk ve mesafeli bir ilişkisi vardı. Senli benli olduğu tek isim Ernst Röhm’dü, onu da öldürttü.
- Karakteri çok erken yaşlarda oluştu ve öylece kitlenip kaldı. Şaşırtıcı şekilde hiç değişmedi, hayatının geri kalanında hiçbir şey eklenmedi kişiliğine. Bütün hayatı boyunca kendini beğenmiş, kibirli, özeleştiri yetisinden yoksun, intikamcı, sadakatsiz ve gaddardı. Hayatı boyunca kendisini hep dev aynasında görmüştür.
- Kasım 1918’de gerçekleşen Alman devrimi ile monarşi yıkılır ama yerine kurulan Weimar Cumhuriyeti oluşan boşluğu dolduramaz ve “cumhuriyetçileri olmayan cumhuriyet” olarak kalır. Bu ortamda öylesine bir hava oluşur ki her şey ama her şey, “bir güçlü kişi”nin ortaya çıkmasına hizmet eder, bekler veya ona çalışır gibidir. Sadece, o kişinin kim olacağı belli değildir henüz. Bu durum, Hitler için Allah’ın bir lütfudur adeta.
- O dönemde genç Hitler zamanını, küçük halk toplantılarına katılıp ateşli konuşmalar yaparak geçirmektedir. Alman İşçi Partisinin lideri olarak ilk konuşmasını, 24 Şubat 1920’de yapar. Hitabet yeteneği hemen fark edilir. Hitler’in konuşmaları yavaş ve tutuk başlardı. Söylediklerinin mantık yapısı pek zayıftı. Bazı zamanlarda, berrak bir içeriğe sahip olduklarından bile şüphe edebilirdiniz. Ama Hitler gırtlaktan gelen, çatlak ve boğuk bir sesle konuşurdu ve bu, hipnotize edici bir yetenekti. Son derece yoğunlaşmış bir iradenin, mümkün olan her yerde ve her zaman bilinçaltına hükmetme yeteneği. Hitler’i dinleyenler adeta hipnotize olurdu. Ve inanır mısınız, bu aşağılık herif prompter bile kullanmazdı.
- 1920’li yıllar boyunca partisinin oyu yüzde 2 ila yüzde 5 arasındaydı. 1928 seçimlerinde yüzde iki buçuk oy almıştı.
- 1920’lerde, paramiliter SA çeteleri aracılığıyla toplumda büyük bir korku terörü estirdi. (Sedatlar, SADAT’lar.) SA üyeleri farklı siyasi partilerin toplantılarına ve mitinglerine, üniversitelerde öğrencilere saldırıyordu.
- Hitler’in acelesi vardı. Kendisinden önce yola çıkmış olan Mussolini’nin ayak izlerini takip etmek istedi. Mussolini Roma Yürüyüşüyle iktidara gelmişti, kendisinin nesi eksikti? Tarihe Birahane Darbesi olarak geçen darbeyi başlatarak bir yürüyüş düzenledi. Polis yürüyüşe müdahale edince grubu dağıldı, kendisi de kaçtı. Kısa sürede yakalandı ve darbe girişimi suçlamasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ancak hapiste sadece sekiz ay kaldı. Hapisteyken ziyaretçileri eksik olmadı. Cezaevi idaresinin de sayesinde onları pek güzel ağırladı. Ziyaretçileriyle mangal partisi yaptılar mı, bilemiyorum.
Tesadüfi benzerlikler bununla sınırlı değil. Hitler’in hayatıyla ilgili aşağıdaki spotları okuyanların aklına başka biri gelebilir, bunun sorumlusu ben değilim, muhtemelen sizin fetbazlığınızdır sevgili okur :)
- Cezaevindeyken ünlü Kavgam kitabını yazdı. Aslında, yaygın bilinenin aksine kitabı bizzat kendisi yazmadı. Onunla birlikte cezaevinde yatan genel sekreteri Rudolf Hess, onun aforizmalarını ve hezeyanlarını kitap haline getirdi.(2) Bu da mı tesadüf? Ama o, en azından kendi kitabını okumuştur.
- ABD’de başlayıp dünyayı sarsan 1929 Büyük Buhranı, Versay Antlaşmasının ağır yükü altındaki Almanya’yı büyük bir ekonomik krize sürükledi. Bu ekonomik kriz, 1933’ün Ocak ayında Hitler’i Almanya şansölyeliğine taşıdı. Alın size, Allah’ın bir lütfu daha.
- Hitler hükümet olduysa da tam olarak iktidar olamadı. Hızlıca iktidar olması gerekiyordu ama bir sorun vardı, Reichstag yani Almanya parlamentosu. Reichstag’da muhalefet partileri vardı ve onlar Hitler’in yani Almanya’nın gelişmesine engel oluyorlardı (!) Bir gece, 27 Şubat 1933’te Reichstag, bir kundaklama sonucu yandı. Yangından komünistler sorumlu tutuldu. Ülkede bir fırtına estirildi ve Almanya Komünist Partisinin 81 milletvekili ile partinin ileri gelenleri tutuklandı.
- Almanya bürokrasisi ve kapitalistleri, Nazi Partisine eklemlenmiş bir gruba şüpheyle bakıyordu. Bu grup, liderliğini Ernst Röhm’ün yaptığı SA idi. Hitler iktidarını pekiştirmek amacıyla, ilk günden beri kendisini destekleyen, iktidara getiren SA örgütünü tasfiye etmeye karar verdi. SA’nın hükümete karşı bir darbe planladığı tezgahıyla, bir Temmuz gecesinde (15 Temmuz değil) Uzun Bıçaklar Gecesinde bütün üst düzey SA üyelerini öldürttü, SA birimlerini dağıtarak Nazi Partisinin paramiliter yapısı olan SS’e kattı. SA gerçekten de bir darbe planlıyor muydu, tarihçiler bu konuda net değil. Net olan, Hitler’in SA’nın darbe girişimi söylentisini Allah’ın bir lütfu olarak kullandığı, onlarla iş birliği yaparak iktidara geldiği, işi bittikten sonra da onları tasfiye ettiği.
- Uzun Bıçaklar Gecesinden çok kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Hindenburg vefat etti. Bunun üzerine Hitler, başbakanlık ile cumhurbaşkanlığını birleştiren bir anayasa değişikliği hazırlayarak referanduma sundu. Yok hayır, referandumda mühürsüz oy pusulaları geçerli kabul edilmedi ama zaten buna gerek yoktu. Çünkü:
Evet alanı, hayır alanından çok daha büyük
- Nazi Almanyasında artık başbakanlık yoktu. Devlet başkanı da hükümet başkanı da parti başkanı da Hitler’di. Nazi Partisinden başka parti de yoktu. Ne gerek vardı ki? Nazi Partisinin ortağı Alman Ulusal Halk Partisi dahil olmak üzere tüm partiler kapatılmış, önemli isimleri cezaevlerine ya da toplama kampına gönderilmişti. Yaygın bilinenin aksine Nazi Almanyasında ilk toplama kampı Yahudiler için değil muhalefet partilerinden kişiler, gazeteciler, aydınlar için inşa edilmiştir.
- Hitler iktidara geldiğinde Almanya’da 6 milyon işsiz vardı. Sadece üç yıl içinde sıfır işsizlik ve tam istihdam yakalandı. Kitlesel sefaletin yerini mütevazi ve huzurlu bir refah almıştı. Ve daha mucizevi olan şuydu; ekonomik krizden büyümeye geçiş enflasyonsuz, fiyat ve ücretler sabit tutularak başarılmıştı. Bunu daha sonra 1949-63 arasında, Almanya’nın efsanevi ekonomi bakanı Ludwig Erhard bile bu şekilde beceremeyecekti. Elbette bu mucizenin akıl hocası, ekonominin kitabını bile yazamamış olan Hitler değil, onun finans sihirbazı Hjalmar Schacht’tı.
- O dönemde, Hitler’in muhalifleri arasında bile şu söz çok yaygındı; Hataları olabilir ama adam bize iş ve aş sağladı. Bizdeki, “çalıyorlar ama çalışıyorlar” gibi yani.
- Günümüzde de kullanılan yolları, otobanları, köprüleri yaptı. Tanıdık geldi mi? Almanya’nın yerli bir araba yapması gerektiğini düşündü ve Volkswagen (Türkçede halkın arabası demek) markasıyla bir otomobil markasının oluşmasını sağladı. Halka söylediği, her ailenin bir adet yerli otomobil sahibi olacağıydı, öyle olmadı tabii. 1937’de kurulan Volkswagen sadece savaş araçları üretti. Ancak savaştan, Nazilerden kurtulduktan sonra bildiğimiz Volkswagen olabildi.
- Hitler, her ailenin en az üç değil, beş çocuk yapmasını teşvik etti. Bu da çok tanıdık, değil mi? Her çocuk için ailelere ödeme yaptı. Sanayi için işçi, savaş için asker gerekiyordu. Nitekim, o yıllarda ya da birkaç yıl öncesinde doğmuş çocuklar, İkinci Dünya Savaşının son günlerinde, 14-15 yaşlarındayken askeri fabrikalarda çalıştırılacak, yetmeyecek, silah altına alınarak savaştırılacak hatta Hitler utanmadan o çocuklara madalya takacak, yanaklarını okşayacaktı.
Size bir diktatörün, bir seri katilin yaşam öyküsünü okuttuğum için gerçekten üzgünüm. Sıkıldıysanız okumayı bırakabilirsiniz, saygı duyarım. Ama bana kalırsa birkaç derin nefes alıp verin, bir offf çekin, karşıki dağlar yıkılsın ve sonrasında devam edin.
- Hitler sigaradan nefret ederdi. Dünyadaki ilk sigara yasakları Nazi Almanyasında uygulanmıştır. İnsan sağlığına önem verildiği için değil, devlete ait olan bedenlerin hasar görmemesi için. Yoksa insan hayatının, Alman bile olsalar devlet karşısında ne önemi vardı ki. Her şey devlet içindi ve devlet Hitler’di. Bunu, Nazi Partisinin iki numaralı ismi Rudolf Hess, 1934’teki parti kongresinde şöyle söylüyordu: Hitler Almanya’dır, Almanya ise Hitler’dir.
- Hitler, rejimini tümüyle “şahsım” üzerinden kurguladı. Onun, eğer varsa felsefesi, “ya ben ya kaos” şeklindeydi. Devleti sırtlayacak, ondan sonra da bir lider ortaya çıkaracak, o sahneden çekildikten sonra da yaşamaya devam edecek bir parti de yoktu. Hitler açısından parti, iktidarı kişisel olarak ele geçirmek için bir araçtı sadece. Her şey Hitler ile başlıyor, Hitler ile bitiyordu. Askerlerin, öğrencilerin ve öğretmenlerin birbirlerini selamlamaları “Heil Hitler” (yaşasın Hitler) şeklindeydi. Rutin bir Nazi Almanyası gününde milyonlarca kez “Yaşasın Hitler” deniliyordu ama o, kısıtlı ömrü nedeniyle kendisini büyük bir zaman baskısı altında hissediyor, bunun sonucunda da aceleci, tutarsız kararlar verebiliyordu. Neyse ki onu denetleyen bir merci yoktu ve böylece, istediği her şeyi yapıveriyordu.
- Onu denetleyen bir merci yoktu ama onun denetlediği pek çok merci vardı. Bunlardan biri de yargıydı. Nazi rejimi kısa zamanda, mahkemeleri Nazi Partisinin hukuk komisyonu haline getirdi. Mahkemelerde hukuk yoktu elbette. Sadece yargılama adı altında bir aşağılama vardı. Mahkeme başkanları da birer Hitler’di adeta. Acımasız, kaba, sert. Hakimler karar verirken Hitler’e bakıyorlardı. Öyle ki, Nazilerin ünlü hakimlerinden biri olan ve savaşın son günlerinde bir Müttefik hava saldırısında yaşamını yitiren, öncesinde binlerce kişiyi idama yollamış olan Halk Mahkemeleri Baş Yargıcı Roland Freisler, göreve gelmesinin hemen ardından Hitler’e yazdığı bir mektupta, “Führer’im; Halk Mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız nasıl karar vereceğinize inanıyorsa o yönde bir karar vermeye çalışacaktır” demişti. Hitler aynı zamanda yargıçtı yani. O zamanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yoktu ama olsaydı Hitler o mahkemenin bir kararı için, “AİHM kararını tanımıyoruz. Bizim için yok hükmündedir” derdi, yüksek olasılıkla.
- Aynı Hitler 1938 yılında ölseydi muhtemelen Almanya’nın tarihine en büyük devlet adamlarından biri, Almanya tarihinin en çok iş yapan adamı olarak girecekti. Ama ölmedi, yedi yıl daha yaşadı. İnsanlık tarihinin belki de en aşağılık sayfalarını da o yedi yılda yazdı.
- Hitler’in ekonomi alanındaki icraatlarından başka büyük bir icraatı ise askeri alandaydı. İktidara geldiğinde, Versay Antlaşması nedeniyle 100 bin kişiyle sınırlandırılmış olan Almanya ordusu modern silahlardan yoksun, hava kuvvetleri olmayan, deniz gücü çok kısıtlı vasat altı bir yapıydı. Beş yıl içinde, Almanya ordusu Avrupa’nın en güçlü kara gücü, en güçlü hava ve denizaltı gücü haline geldi. Bunda Hitler’in de katkısı vardır ama asıl rol, kalburüstü ve yenilikçi askeri bürokratlarındı. Yine de emri veren Hitler’di.
- 1941’e gelindiğinde Avrupa’daki savaşta büyük başarılar elde eden, Birinci Dünya Savaşında dört yılda yenemedikleri Fransa’yı bir buçuk ayda yenip işgal ederek Paris’te, Eyfel Kulesinin önünde fotoğraf çektiren Hitler’e daha önce karşı olan eğitimli ve kültürlü yurttaşlar, inançlı Hristiyanlar hatta Marksistler kendilerine şu soruyu sormaya başlamışlardı: Biz bu adamı yanlış kıstaslara göre mi değerlendirdik acaba? Normalde bu cahil adamın bu noktaya gelemeden gemiyi çoktan karaya oturtmuş olması gerekirdi. Acaba bundan sonra eleştirilerimde daha mı ihtiyatlı olsam? Zaten bundan yarım ağız sonra iş, “Heil Hitler”e varıyordu. Artık Hitler’e iman edenlerin oranı neredeyse yüzde 90’a varmıştı ve insanlar şunu söyler hale gelmişti: Tamam, Yahudilere yapılanlar benim de hoşuma gitmiyor ama adamın şu yaptıklarına bakın.
- “Onu büyük insan olarak adlandırmak muhakkak ki zor geliyor insanlara, bu çok anlaşılır bir durum. Sadece güçlü birer yıkıcı olanlar hiçbir zaman büyük insan olamazlar” der Jacob Burckhardt ve biliyoruz ki Hitler, rüştünü güçlü bir yıkıcı olarak ispatlamıştır.
- 1931-41 yılları arasında iç ve dış politikada Hitler’in mucizevi başarılarının yaşandığı bir on yıldır. Bundan öncesi ve sonrası ise saf başarısızlıklar ve yenilgilerle doludur. Ancak elde ettiği başarıların hiçbiri dişli bir rakibe karşı elde edilmemiştir. Çoğunlukla direnmeye hiç niyeti olmayan, niyeti olsa bile mecali olmayan rakiplere karşı kolay başarılardı bunlar.
- Hitler bir popülistti. Bir demagogdu. Gücünü kitlelerden alan bir adam, bir anlamda mutlak iktidara yükselmiş bir temsilcisiydi. Faşizme yüksek sınıfların iktidarı deniyorsa Hitler’i faşist olarak nitelemek yanlış olur. Hitler bir sınıf politikacısı değildir, hatta onun döneminde yüksek sınıflar denetlenmemiştir. Faşizm ideolojik olarak da çok Mussolini’de şekillenmiştir. Hitler gaddar bir diktatör, tam anlamıyla bir tek adamdır. Bir seri katildir.
- Ancak Hitler’in çekirdeği oldukça sağlam ve kendi içinde tutarlı bir siyasi teorisi, bir sistemi vardı. Hitlercilik ya da Nazizm sırf oportünizm veya içgüdü politikalarına dayalı rastgele bir ideoloji değildi. Hitlerciliği şöyle özetleyebiliriz, bütün tarihsel olayların ardındaki güç sadece uluslar ve ırklardır. Sınıflar, dinler veya devletler değildir. Tarih, bir ulusun yaşama savaşının seyrinin tasviridir. Başka bir tanımla, dünya tarihindeki bütün olaylar ırkların mevcudiyetini sürdürme içgüdülerinin ifadesinden ibarettir. Devlet ise bu amaca ulaşmak için bir araçtır. Amaç fiziki ve ruhi açıdan türdeş canlıların oluşturduğu topluluğun korunması ve güçlendirilmesidir. İç politika bir ulusa dış politikada isteklerini yerine getirmesini sağlayacak yaptırım gücünü sağlamalıdır. Yani yeryüzünde yaşamak isteyen, kavgayı göze almalıdır. Sonsuza kadar sürecek bu mücadelede savaşı göze alamayanlar, hayatta kalmayı hak etmezler. Son olarak, her ulus dünya hakimiyetini hedefler ve bunun öyle olması iyidir, sorunlar kökten çözülmüş olur. Ve “Kavgam” kitabında belirttiği gibi, o dünya hakimi ırk elbette Alman ırkı olacaktır.
- Hitler öncesinde de Almanya’da Yahudi karşıtlığı vardı. Hitler ile ortaya çıkmaz yani. Hitler’e göre bütün ırklar hakimiyet için birbirleriyle savaşmalıdır ama ondan önce bütün ırklar birleşip Yahudileri yeryüzünden silmelidir. Sonra kendi aralarında savaşa tutuşabilirler. Çünkü Hitler’e göre Yahudiler faşizm, enternasyonalizm, kapitalizm, komünizm, parlamentarizm ve demokrasiyi kullanarak bütün devletleri içeriden yıkmaya çalışan “beynelmilel” bir ırktır.
- İkinci Dünya Savaşı boyunca yaklaşık 6 milyon Yahudi soykırıma tabi tutulurken Hitler tam bir seri katil gibi kişisel tatmin yaşamıştır. Onun savaşı, bir askeri komutanın vur emri vermesinden çok daha fazlasıdır, aşırı derecede kişiseldir.
- Kendisine yönelik pek çok suikast girişiminden sağ kurtulmuştur. Bunlardan sonuncusunda, 20 Temmuz 1944’te ayaklarının dibinde patlayan bombaya rağmen ölmemesini, ilahi bir gücün kendisini dünyadaki görevini tamamlaması için koruduğu şeklinde yorumlayacak kadar gerçekten kopacak bir noktaya gelmişti.(3)
- O gerçekten kopmuşsa da gerçek onun peşini bırakmıyordu. Hitler, savaşı kaybettiği gerçeğinden kaçamayacağı noktaya geldiğinde bütün Almanya’nın bizzat kendi güçleri tarafından yakılıp yıkılarak yok edilmesini istedi, bunun için Neron Kararnamesi adlı bir emir yayımladı. Çünkü ona göre, yenilen bir ulusun yaşama hakkı yoktur! Bu emir tam olarak yerine getirilmedi. Eğer getirilseydi Almanya’dan geriye pek bir şey kalmamış olacaktı. Hitler için “benden sonrası tufan” deyişi, hakikati ifade ediyordu.
- Sovyetler Birliğinin Kızıl Ordu askerlerinin kuşatması altındaki sığınağında, 30 Nisan 1945’te, milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine, on milyonlarcasının yaralanmasına, evlerinden olmasına, on milyonlarca hayvanın ölmesine, doğanın tahrip edilmesine yol açmış lanetli bir insan olarak intihar ettiğinde 56 yaşındaydı.(4)
Böyle işte. Tarihin en karanlık dönemlerinden birinin yaşandığı o yedi yılın mağdur ve faillerinden halen hayatta olanlar bile var, yani aslında trajedi sıcaklığını koruyor. Ancak insanlık bundan ne kadar ders çıkarmayı başardı, onu da siz biraz düşünün ve bundan sonraki siyasi tutum ve kararlarınızda çok daha özenli, dikkatli, bilinçli davranmaya gayret edin derim. Bir de vakit bulursanız önerdiğim iki filmi izleyin.
Ve hep umutla, dirençle kalın.
Selahattin Demirtaş
Edirne Cezaevi
TIKLAYIN | Selahattin Demirtaş, 'bir diktatörün portresi'ni yazdı: Faşistler, faşist olarak doğmuyor