Sakarya Üniversitesi Çevre Mühendisliği öğretim üyesi ve TEMA Vakfı Sakarya İl Temsilcisi Yrd. Doç. Dr. Mahnaz Gümrükçüoğlu, Sapanca Gölü'nden alınan su ile göle gelen suyun aynı olmadığını söyledi. Yeraltı suyundan beslenme konusunda 42 milyar metreküp açık olduğunu anlatan Gümrükçüoğlu, her derenin bir su fabrikası tarafından tutulduğunu, gölün kendini yenileyemediğini ve Sapanca’nın sonun başlangıcında olduğunu belirtti.
TEMA Vakfı, her yıl düzenlediği Erozyonla Mücadele Haftası etkinlikleri kapsamında bu yıl Sapanca Gölü’nde bir etkinlik düzenledi. TEMA Vakfı temsilcileri gölde incelemelerde bulundu. Serkan Ocak’ın Radikal’deki haberine göre, göl hakkında bilgi veren Gümrükçüoğlu, Mayıs 2013’ten itibaren Sapanca Gölü su seviyesinin inişe geçtiğine dikkat çekerek şunları anlattı:
“Meteorolojik kurak var. Göl zaten yeterince beslenemiyor. Buna rağmen gölden su çekimleri arttı. Su fabrikaları, sanayi, belediyeler su çekiyor. İnsanı kullanımların dışında peyzaj amaçlı kullanılan, sanayiye verilen su var. Kayıp kaçak kullanımlar da var. Bunların üstüne bir de yeraltından gelen su azaldı. Yeraltı suyundan beslenme ile ilgili 42 milyar metreküp açık var. Gelen su ile gelmesi gereken arasındaki fark bu. Eskiye göre daha az su geliyor. Geçen kış 120 milyon metreküp su girişi bekleniyorken, 85 milyon metreküp su girişi oldu.
2010-2013 arasında yağışlarda yüzde 27 azalma var. İki metreye yakın dikeyle düşüş var. Bir santimetre dikey düşüş demek 450 bin metreküp su azalması anlamına geliyor. Bazı noktalarda kıyıdan 100 metre su çekildi.”
Yaşlanıyorum, ölüyorum...
Yrd. Doç. Dr. Gümrükçüoğlu, daha öncede gölün kritik seviyeye geldiğine değinerek şöyle devam etti: “Ancak bu kadar çok kullanım yoktu. Şimdi kuraklığın etkileri daha uzun sürüyor. Nüfus arttı. Dereleri su fabrikaları işgal etmiş durumda. Sanayinin ihtiyacı arttı. Göl kendini yenileyemiyor. Balık ve bitki çeşitliliği azaldı. Gelen su azaldı, çekilen su arttı. Bu Sapanca Gölü için ‘sonun başlangıcı, ben yaşlanıyorum, ölüyorum’ demek...”
17-23 Kasım Erozyonla Mücadele Haftası’na ilişkin konuşan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç ise, çöl gibi aşırı kurak bölgeler dâhil edilmediğinde, Dünya ’daki kara parçalarının yüzde 40’ının kurak alanlardan oluştuğunu söyledi. Kuraklığın dünyada dört milyar hektardan fazla alanı ve 1.4 milyar insanın hayatını tehdit eder hale geldiğini aktaran Ataç, Dünya’da erozyon sebebiyle 110 ülkenin çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ifade etti. Aynı alanda iklim değişikliğine bağlı kuraklık, çölleşme ve ani hava olayları ile birlikte şiddetli erozyon görülmeye başladığını söyleyen Ataç, Türkiye tarım alanlarının yüzde 59’unun erozyon alanı olması göz önünde bulundurulduğunda, tehdidin çok tehlikeli boyutlara gelebileceğinin altını çizdi.
Erozyon, su ve kuraklık
Erozyon, arazi yüzeyinin koruyucu bitki örtüsünden yoksun bulunduğu bölgelerde sıklıkla görülüyor. Erozyona en hassas araziler, bitki örtüsünden en yoksun alanlar olan tarım arazileridir. Dünyada tarım arazilerinin yıllık ortalama 24 milyar tonu, erozyon sebebi ile yok oluyor.
Tarım alanlarımızın yüzde 59’unda, meralarımızın yüzde 64’ünde ve orman varlığımızın yüzde 54’ünde erozyon yaşanıyor. En yaygın ve etkili erozyon türü olan su erozyonuna Türkiye topraklarının yüzde 90’ı maruz kalıyor.
Toprak ekosisteminin en hayati kısmı, toprağın üst kısmıdır. Çünkü bitki beslenmesinde büyük önemi olan organik maddenin biriktiği, ayrıştığı ve su ile birlikte bitkinin köklerine ulaştığı yer burası.
Türkiye her yıl ortalama 1mm, 10 yılda 1 cm toprak kaybediyor. 1 cm kalınlığında bir toprak tabakasının oluşması için en az 300 ile 1000 yıl arasında bir süre gerekiyor.
Dünyada kuraklık 4 milyar hektardan fazla alanı ve 110 ülkede yaşayan 1,4 milyar insanın hayatını tehdit ediyor. Türkiye, tatlı suyunun yüzde 70’ini tarımsal üretimde kullanıyor. Bu suyun yüzde 80’ini tasarruflu olmayan vahşi sulama sistemleri ile tüketiyor. Yüksek oranda su kullanımı nedeniyle topraklarımız tuzlanıyor ve su varlıklarımız hızla azalıyor.
Su varlıklarının sürdürülebilir olmayan kullanımı ve iklim değişikliği gibi insan faaliyetinden kaynaklı etkiler hem kuraklığın sıklığını ve şiddetini artırıyor hem de yağış rejimlerini değiştirerek ani yağışların artmasına neden oluyor. Kuraklık, toprağın yani toprak içindeki yaşamsal döngünün bozulmasına neden oluyor. Bozulan toprak, erozyona karşı daha hassas hale geliyor. Ani yağışlar ise, toprağın su erozyonu ile akıp gitmesine neden oluyor. Bitki örtüsünün zayıf olduğu alanlarda ise daha fazla su erozyonu yaşanıyor.