Yaşam

Saklı cennet Maçahel

Artvin'in Maçahel yöresi yemyeşil doğası ve meşhur Maral şelalesiyle ziyaretçilerini bekliyor.

10 Aralık 2008 02:00
Artvin'in Maçahel yöresi yemyeşil doğası ve meşhur Maral şelalesiyle ziyaretçilerini bekliyor.

Yıldırım Güngör - Tempo24

Hava kararmak üzere. Erzurum Narman’dan başlayan bir haftalık yolculuğumuzun son etabı olan Maçahel’e varmak üzereyiz.

Bulunduğumuz geçitten aşağılarda bir yerde sislerin arasında belli belirsiz gözüken ışıklar oldukça uzun süren yolculuğumuzun sonuna geldiğimizin müjdecisi.

Tüm günü arabada geçiren yorgun bedenlerimiz sıcak bir banyonun özlemi içinde. Daha iki saat önce Borçka Karagöl’de yaşadığımız sandal sefası bile sanki çok uzun bir süre önce yaşanmış gibi.

Bu yol insanı çok yıpratıyor. Çığ düştükten sonra neredeyse tüm kış kapalı kalan ve Maçahel’i Türkiye’den koparan Maçahel geçidininden aşağı doğru inmeye başlıyoruz. Yol geniş ve düzgün.

Nedenini anlyoruz. Yol genişletme çalışması yapan iş makinelerini görüyoruz kısa süre sonra. Hummalı bir çalışma akşam saatlerinde de davam ediyor. İndikçe iniyoruz. Yol bir türlü bitmiyor.

Önden bir ses yankılanıyor minibüsün içinde. Ben Sarı Gelin türküsünü hiç bu kadar farklı ve bu kadar güzel bir sesten dinlememiştim. Ardından bir türkü daha... Bitince bir tane daha. Arda arda gelen türküler yolculuğumuzu zevkli kılmaya başlıyor. Hiç bitmesin istiyoruz. Güzel sesi ve güzel yorumuyla Ajda, bize hiç ummadığımız anda sanatsal bir ziyafet çekiyor. Türkülerin etkisinde öyle kalmışız ki TEMA’nın misafirhanesi önünde durduğumuzda hiç bitmeycekmiş gibi görünün yolculuğumuzu bitmesine sevinemedik bile.

Birkaç metre ötesi Gürcistan..

Sabah erkenden kalkarak köyü dolaşmaya çıkıyorum. Etrafı görmek için çok fazla bir seçenek yok. Çünkü her taraf yeşil. Köyler ve tüm doğa bir yeşil örtünün içine saklanmış durumda. Bu yeşil örtünün her bir noktası farklı yaşmları barındırıyor. Çiçekler, kertenkeleler, kelebekler, ağaçlar, su ve tabii ki insanlar. Her şey çok faklı burada.

Yeşile odaklanmış yürüken bir ses uyarıyor: “ Beyefendi sınırı geçmeyin”. Kafamı kaldırdığımda bir jandarmanın muzip bir gölümsemesiyle karşılaşıyorum. “ Biraz ilerisi Gürcistan” diyor.

Bir kaç adım atsam gerçekten Gürcistan topraklarında olacağım. Bu ilginç olan özellik yüzünden bir kaç yıl öncesine kadar köye girmek için aylarca öncesinden izin almak gerekiyordu. Şimdi daha rahat. Türk vatandaşları izin almadan köye girebiliyorlar. Ancak yabancılar için üç ay önceden izin almak gerekiyor.

Artvin’in Borçka İlçesine bağlı Maçahel’de beş köy var. Bölgenin ana merkezi Tema misafirhanesinin de bulunduğu Camili köyü. Düzenli, Efeler, Maral ve Uğurlu köyleri vadideki diğer yerleşim merkezleri. Vadi Yüksekliği 3500 metreyi bulan Karçal Dağları ile çevrili. Dağların çanaklarındaki buzul göller ise Maçahel’in üzerinde aslı duran inci taneler gibi.

Bölgede bir çok yayla var ama en önemlileri KARÇAL Dağlarının eteklerinde yer alan Beyazsu yaylası ve Doğal yaşlı ormanları, fauna ve flora çeşitliliğiyle ünlü Gorgit yaylası. Yaylayı çevreleyen Doğal yaşlı ormanlar insan müdahalesi olmadan günümüze kadar gelmeyi başarmış yaşlı ağaçlardan oluşuyor.

Kışın düşen çığ Maçahel'i kapatıyor

Çok sarp bir topoğrafyaya sahip olmasının çok da büyük bir dezavantajı var. Kış aylarında bu köylerin Borçka ile ilişkisi kesiliyor. Yapılan bir anlaşma ile bir hastalık durumunda Gürcistan’a geçilmesi sağlanmış. Oradan da Tekrar Sarp’tan Türkiye’ye giriş yapılıyor. Maçahel geçidindeki hummalı çalışmanın amacı bu garip durumu ortadan kaldırmak. Kışın düşen çığlar Maçahel geçidini kapatıyor ve bölge insanının Türkiye ile ilişkisini kesiyor. Bölge biyoloji çeşitlilik açısından çok zengin. Bu nedenle Camili, Türkiye'den UNESCO'nun 'İnsan ve Biyosfer Rezervi Projesi'ne dahil edilen ilk bölge oldu.
Dünyada 102 ülkeden 482 koruma alanı olduğunu düşündüğümüzde Bölgenin biyolojik çeşitliliğinin önemi daha da iyi çıkıyor ortaya.

Bölgedeki egemen ağaç türleri kayın ve ladin. Bu iki ağacın dışında kestane, gürgen, ıhlamur ağaçları da çok yaygın. Nüfusun fazla olmaması yaban yaşam üzerinde olumlu etki yapmış. Boz ayı, çakal, su samuru yaban domuzu, çengel boynuzlu dağ keçisi bölgede yaygın olarak gözleniyor.

Kısa bir keşif..

Bir kaç kişiyle bölgeyi keşfe çıkıyoruz. İlk olarak hemen yakındaki ahşap camiye giriyoruz. Bir tahta işçiliği ancak bu kadar güzel olur. Yaklaşık 200 yıllık caminin içi tahta işlemelerle bezenmiş durumda. Bu camiden vadide iki tane var.

Yürümeye başlıyoruz. Bir kertenkele hiç ürkmeden dakikalarca poz veriyor. Her adımda farklı bir kelebek ve farklı bir çiçek türü takılyor gözümüze. Yavaş yavaş yükseldikçe vadi daha da bir çıkıyor meydana.

Gece görülmeyen köyler ortaya çıkıyor

Arkamızda kalan köylerin tümü Gürcistan’a ait. O kadar yakınlar ki sanki seslensem duyurabilirim sesimi. Oysa tüm sesler gürül gürül akan derelerin uğultusunda kaybolup gidiyor. Biraz daha yükseliyoruz. Dün gece karanlık yüzünden içinden geçtiğimiz halde göremediğimiz köyler ortaya çıkıyor yavaş yavaş. Yeşil bitki örtüsünün içindeki evler olmasa yeşil körü olacağız neredeyse.
Devasa kayın ağaçlarını üzerinde bulunan çoğu terkedilmiş kara kovanlar çarpıyor gözümüze. Kara kovan işi çok zahmetli olduğu için eskisi kadar ilgilenen yok.

TEMA Vakfı’nın çabasıyla bölgede varlığı saptanan ve diğer arılara oranla bir kaç kat daha verimli olan Kafkas arısı tercih edilmeye başlanmış. Bir grup köylü de kraliçe arı üreterek Türkiye’nin her tarafına satmaya başlamışlar.

Kelebekler insanı büyülüyor

Ladin ağaçlarını geçip bir yokuştan aşağı iniyoruz. Yürüyüşümüzün bu etabında gökyüzü kayboluyor. Kayın ağaçlarının yukarılarda birleşen dalları bize gökyüzünü görme fırsatı vermiyor. Yolun kenarındaki çiçeklerin üzeri kelebek kaynıyor. Sanki bilerek poz veriyorlar. Önce bir kelebek çekiyorum. Sonra ikisini bir kareye sığdırmayı başarıyorum. Kelebekler hiç rahatsız değiller. Kelebeklerin yanından büyülenmiş gibi ayrılıyorum.

Yukarıdan gelen dereler yer yer yolumuzu kesiyor. Bir ahşap evin önünde duruyoruz. Buradan vadiye inerek saklı cennetin en saklı köşesine tüm zerafeti ve görkemiyle akan Maral şelalesine ineceğiz. Grubun en arkasında yürüyorum. Evin duvarında güneşlenen kertenkeleleri fotoğraflamak için duraklıyorum.

Pusudaki yılandan güzel pozlar 

Makinemi çıkarırken ahşap evin içinden çıkan ağaç kirişte oluşmuş oyukta pusuya yatmış bekleyen yılanı farkediyorum. Ava çıkmış anlaşılan. Oyuktan çıksın diye epey bekliyorum. Oysa onun çıkmaya niyeti yok. Oyuğun etrafına gelecek olan kertenkeleleri bekliyor. Fotoğrafını çekmeye çalışırken beni farkediyor. Hızla kayarak oyuğun derinlerinde kayboluyor. Bekliyorum. Biraz sonra önce kafası görünüyor, sonra da tüm gövdesi. Oyuğun içine uzanarak avını beklemeye başlıyor. Yaklaşıyorum tekrar. Bu kez kaçmıyor. Oyuk çok biçimsiz olduğu için uzaktan çekmeme olanak yok. Sadece yaklaşarak çekmem lazım. İyice yaklaşıyorum. Hiç kıpırdamıyor. Biraz daha.. Biraz daha derken bana çok güzel kareler veriyor. Bu kez hiç rahatsız olmuşa benzemiyor.

Fazla rahatsız etmemek için onu kertenkeleleriyle baş başa bırakarak şelalaye doğru inmeye başlıyorum. Eğim oldukça dik. Ağaç kökleri gide gele merdiven basamağı olmuş. Düz bir alana inince olanca narinliğiyle akan Maral şelalasi çıkıyor karşıma. Vadi şelaleye girenlerin çığlıklarıyla yankılanıyor. İnmeye başlıyorum. Dik eğim problemi bir kaç yerde eğreti bir merdivenle çözülmüş. Şelaleye kadar iniyorum.

Burası saklı bir kent olmasın

Sıcak hava birden yerini serin bir rüzgara bırakıyor. Su oldukça soğuk. Yüzenler tütreyerek çıkıyorlar sudan. Toparlanıp çıkıyoruz. Ahşap evin önünde geçerken yılan orada mı diye bakıyorum. Hiç umudum yok. Ama orada hala oyukta uzanmış bir vaziyette avını bekliyor. Hiç rahatsız etmeden uzaklaşıyorum oradan. Bir an kendimi bir masalın içindeymiş gibi hissediyorum. Burası gerçekten de “saklı bir cennet” olmasın.