T24 - Dün akşam (18 Mart 2010) hayatını kaybeden karikatürist Bülent Düzgit'in hayatını kaybetmesinin ardından "ince mizah öldü" diyen Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Y. Yılmaz, Düzgit için "Hem iyi kalpli, hem terbiyeli, hem masum ve hem de mükemmel bir desene ve mizah anlayışına sahip şahane bir karikatürcüydü" ifadelerini kullandı.
Hürriyet gazetesi yazarlarından Mehmet Yılmaz'ın kaleme aldığı "Şahane bir insanı kaybettik" (19 Mart 2010) başlıklı yazı şöyle:
Şahane bir insanı kaybettik
YILLARDIR bu köşede her gün izlediğiniz, bir sabah vakti içinizde sıcak bir tebessüm yaratacak karikatürleri artık göremeyeceksiniz.
Çünkü Bülent Düzgit’i kaybettik.
Hepimize sıcak ışıltılar saçan o pırlanta kalbi hem ona hem de bizlere ihanet etti.
Bülent Düzgit’i tam 25 sene önce Cağaloğlu’ndaki Hürgün binasında tanımıştım.
Ben yeni dergiler çıkarmak için o binaya transfer edilmiş “genç gazeteci” idim, o da efsanevi Çarşaf dergisinin en parlak karikatüristi.
Biraz çekinerek “Benim dergilerim için de bir şeyler çizmek ister misiniz” diye sorduğumu hatırlıyorum. Onun, o mahcup tebessümü ile “Nasıl uygun görürseniz” dediğini de.
O yanıtı duyunca dalga geçtiğini düşünmüştüm, tanıdıkça bunun doğal üslubu olduğunu öğrenme fırsatını da buldum.
“İstanbul çelebisi” diye tarif edilebilecek bir kişilikti.
Saygılı, mesafeli, insanları incitmeye çekinen bir karikatürcü!
Bir tür “oksimoron” gibi görünüyor ilk bakışta. Ama işin aslı “latife latif olsa gerek” düsturuyla hareket eden bir neslin belki de son temsilcisi olmasıydı.
Rahmetli Oğuz Aral, Bülent Düzgit’in gündüzleri “çelebi” geceleri bir “kurt adam” olduğunu iddia ederdi, şaka yollu.
Hürriyet’teki “portreler” yazılarında Düzgit için şunu yazmıştı:
“Siz bir insanın hem iyi kalpli, hem terbiyeli, hem masum ve hem de KARİKATÜRCÜ olabileceğine inanıyor musunuz yoksa?”
Evet, ben inanırdım. Hem iyi kalpli, hem terbiyeli, hem masum ve hem de mükemmel bir desene ve mizah anlayışına sahip şahane bir karikatürcüydü.
Bu köşenin eski tadı kalmayacak. Artık Bülent Düzgit yok. İnce mizah öldü.
Okuyucularımızın, sevenlerinin, ailesinin başı sağ olsun, Allah rahmet eylesin.
TEKEL işçilerinden destek bekliyorum
DİRENİŞTEKİ Tekel işçilerine destek vermek için gösteri yapan 24 lise öğrencisine “tasdikname” verildi. Bu çocuklar öğrenimlerine başka okullarda devam etmek zorunda kalacaklar.
Ben de Lise 2’de iken “isyankârlık” nedeniyle böyle bir belge ile okuldan uzaklaştırılma tehlikesi yaşamıştım. Babamın Kızılçullu Köy Enstitüsü’nden öğrencisi olan bir Milli Eğitim Müdürü sayesinde kurtulmuştum.
“Tasdikname” eski bir deyim. Kelime anlamı olarak durumunuzu belirleyen anlamında “gerçekleme mektubu” diye çevirebiliriz. Benim açımdan bu çocuklara verilen bu belge durumlarını “gerçekliyor”.
Yani zor durumlardaki insanların dertlerini kendi içlerinde hissetmek, toplumdaki varlığını başka insanların mutluluğu için anlamlı kılmak anlamında.
Onlarla iftihar ettiğimi de söyleyeyim.
Böylece Türkiye gerçeğini küçücük yaşta öğrenmiş de oluyorlar. “Demokratik” bir ülkede yaşadıklarını zannediyorlardı, öyle olmadığını da öğrenmiş oldular.
Bu ülkede yoksulların dertlerini dert edinmenin, kendi başlarına da büyük dertler açabileceğini öğrenmiş oldular. Hayat dersi!
Şimdi sıra Tekel işçilerinde, sendikacılarımızda!
Onlardan da bu 24 çocuğumuz için kuvvetli bir destek bekliyorum.
Öyle bir destek gösterisi olmalı ki kendini öğretmen zanneden ama küçücük çocukların kalplerindeki duyguları anlamaktan aciz cezacılar bir daha böyle davranmayı akıllarından bile geçiremesinler!
Prada kutusundaki ‘çakma’ kazak
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’de kaçak olarak çalışan Ermenistan vatandaşlarına “Hadi siz de evinize” diyeceğini söyleyince, “liberal aydınların” ne yapacaklarını merak ediyordum.
Yanıtımı dünkü gazetelere bakarken aldım. Büyük bölümü tam siper olmuş, “tıs” yoktu. Mesela Sabah’takiler! Başbakan böyle bir şey söylememiş gibiydi.
Aynı sözü daha önce CHP’li Şükrü Elekdağ söylediğinde neler yazdıklarını hatırlamıyorlardı belli ki.
Başbakan’ın sözlerini eleştirenlerde ise derin bir hayal kırıklığı vardı. Sanki süslü bir Prada kutusu içinde hediye almışlar ama içindeki kazak “çakma” çıkmış gibi bir ruh hali!
Neden bu kadar şaşırdıklarını anlayabilmek mümkün değil.
Başbakan sonuç olarak sağ muhafazakâr bir partinin başında bulunuyor. Zaman zaman parlak sözler etse de milliyetçi esintiler de taşıyan İslamcı siyasal çizgisinden kolayca sapmıyor.
Sorun Başbakan’da değil, Başbakan’ın “gerçek bir demokrat” olduğunu zanneden “liberal”lerde.
Başbakan kendi ajandasına uygun olarak hareket ediyor.
O ajandaya günün gereklerine göre ne uyarsa ondan yana. AB uyduğunda AB’ci, ABD uyduğunda ABD’ci, demokratlık gerektiğinde de demokratlık.
Bir tek hedefi var: İktidarını güçlendirmek, mutlak iktidara sahip olmak.
O hedefe ulaştığında zaten kimse bir şey yazıp, söyleyemiyor olacak. Başbakan o günü bekliyor sadece!