İlhami Algör*
Güldüğünde, gözlerinin içiyle gülen bir adamı tutmuş bir kuyuya atmışlar. 4’e 8 metrelik bir kuyu tabanında; karıncalar, örümcekler, hikayeler ve kuşlar ile yaşıyor. Kuşlardan birinin adı Hamza. Evli bir güvercin. İki bebesi var. 4 resmi güvercin gelip aileye bela oluyor. Dişi kuş (adı yok) cansiperane savaşıyor ama Hamza tırsak. Acaba saldırgan kuşlar “resmi” olduğu için mi Hamza tırsak? Veya Hamza zaten tırsak mı? “Erkeklik” sorgulaması.
Kuyudaki adamın diğer hikayesi, Çukurova’ya kız kardeş gömen erkek kardeşler. Kara karanlık bir hikaye. Bir kadını hayatta kaç kere öldürürler?
Bir diğeri “bana arabanı söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” şeklinde bir Ankara polisiyesi. Polis’in de araba hayalleri ve temizlikçi bir anne tarafından okutulup büyütülmüş olma ihtimali var.
Hikâyelerden biri (adı lazım değil), her gün kendini yatay olarak asan başarısız bir adam’a dair. Mekanı İstanbul. Öyle güçlü iç burguları, ters taklaları olan bir hikaye ki, biraz itsen derin roman’a gider. Bütün kadınları sevmeye açık bir adam ile ilgili kuvvetli bir kara-romans. O açıklıktaki bir adam kafatasında bir mermi ile de yaşamaya devam edebilir.
“Muhasebeci kayıp” adlı hikaye, bir psikolojik gerilim. Birikmiş maaşlarını almak için muhasebe kuyruğunda bekleyen inşaat işçilerine dair. Aylarca ağır koşullarda eşek gibi çalışmış adamlar, muhasebecinin kaybolması ile “eşek” olup olmadıklarına dair bir tereddüt’e sürüklenirler. Tereddüt, “sürüklenen” olma halinin bir başka yüzü olarak belirir. İnşaatın, F tipi cezaevi inşaatı olması, tereddütlerine yanık kokulu bir anlam katar.
“Mektup okuyucu”, alacakaranlık kuşağı hikayesi. Vazife icabı olarak, tanımadığı insanların mektuplarında imla hatası arayan bir memur, akşamları evine gider. Ev halkı ile ev halini yaşar. Gece kafasını yastığa koyup uyuduğunda başka birinin hafızası ile sayıklar. Evde huzur bozulur… Hikaye böyle değildi ama olabilirdi. Olmaması daha iyi olmuş.
“Gizli hikaye”, kuyuda tutsak bir adamı ziyaret için gelen bir kadından söz ediyor. Kadın her hafta dünyanın öbür ucundan gelip adama bir tek şarkı söylüyor. Kuyucular o kadarına izin veriyorlar. Kadın bildiği en uzun şarkıları seçiyor.
Hikayeleri takdim eden kara kalem çizimler, desenler var. “Halep Ezmesi” adlı hikaye için çizilmiş deseni çok anlamlı buldum. Hakikaten “ezme” hissi çok yoğun verilmiş.
Bir hikaye kitabını takdim ederek, “geçen yüzyıl hadiseleri” üst başlığından uzaklaştım. Okuyucuların ve editörümün anlayışına teşekkür ederim. Gerçi, birilerini hayatlarından çekip alıp kuyuya atmak şeysi, yüzyılları aşıp gelen bir olgu. Belli ki gelecekte de devam edecek. Her gelen yüzyıla “yeni” deyip beklentiler içine giriyoruz ama hayatta bir değişiklik olmuyor nedense. Acaba insanlık beklentilerini aldırsa, dünya nasıl bir dünya olur? Dünya kavramı da eskimek üzere. “Birleşik Milletler Gezegeni” diye adlandırdıklarını duydum. Selam sevgiyinen.
Müessese ikramı: “Beyler bahçesinde bir derin kuyu…” (Tekirdağ türküsü)
* Bu yazı OT Dergi'nin Kasım sayısında yayımlanmıştır.