Sabah yazarı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman, "hükümetin daha uzlaşmacı bir politikaya geçmek zorunda olduğunu" savunarak "Geçmek zorundadır çünkü eğer bu hamle, sistemi Meclis'te yapılmış ama halkın oluşturduğu bir sisteme dönüştürecekse, onun dışlayıcı, çoğunlukçu, mütehakkim bir uygulamayı yansıtması kendisiyle çelişmesi anlamına gelir. Madem halkla bütünleştiriliyor sistem o takdirde toplumsal uzlaşmayı da içermelidir" dedi.
Hasan Bülent Kahraman'ın "Uzlaşma olacak, olmalı, çünkü..." başlığıyla yayımlanan (15 Şubat 2017) yazısı şöyle:
Türkiye'de demokrasi tarihini anayasa tartışmaları çerçevesinde ele aldığımızdan herkes onu 1. Meşrutiyet'ten 1856'dan başlatıyor. Halbuki biraz daha sıkıştırıp 1808 tarihli Sened-i İttifak'a götürmek gerek.
Sened-i İttifak önemlidir. Sonuç olarak feodal beylerle (ayanlarla) merkezi iktidararasında imzalanmış bir anlaşmadır. Bunu Osmanlı'nın zafiyetinin ve ayanlarla bir ittifakızorunlu görmesinin belgesi diye yorumlamak mümkündür. Aynı belgeyi merkezi otoriteyigüçlendirmek için ayanların neler yapması gerektiğini anlatan bir belge diye değerlendirmek de kabildir.
Bu nedenlerle, merkezin dışında kalan kuvvetlerle imzalanmış ilk anlaşmadır diye senedi anayasal bir belge olarak görmüyorum.
Senedin bir süre sonra rafa kaldırılması ve II. Mahmud'un çok önemli hamlelerini gene yukarıdan aşağıya ve merkezden çevreye doğru gerçekleştirmesi de ittifakın boşa çıktığınıkanıtlar.
***
Sened-i İttifak bu niteliğiyle sadece Magna Carta'ya benzetilebilir. Anayasa olarak kabuledilemez. Çünkü anayasal yaklaşımın temelini oluşturan iki hayati unsuru içermez, onlardan yoksundur.
Bunların birincisi farklı toplum kesimleri arasındaki uzlaşmadır. Uzlaşma, senette, belli bir ölçüde mevcuttur ama olması gerektiği şekilde teşekkül etmemiştir. Çok sınırlı kalmıştır.
Daha da önemlisi uzlaşma teklifi aşağıdan yani ayanlardan değil sallanan tahtı koruma planları yapan merkezden gelmiştir.
İkincisi, halk eksiktir senette. Belki yerel feodallerin mevcudiyeti bu hususu tartışmaya açar ama o mevcudiyetin şartlarını belirttim.
Kaldı ki, ayan da kendi yerel iktidarını sağlamlaştırma kaygısındadır. Emri altındaki kitlenin herhangi bir talebini yansıtmamaktadır.
***
Bu gelenek, yani anayasanın bir yerellik veya bir taban talebi olarak temayüz etmemesianayasal geleneğimizin en büyük eksiğidir.
1920 Meclisi'nin ve 1921-1924 anayasasının önemi buradadır. 1920 Meclisi yerelkongrelerin uzantısı bir meclis olduğundan gerek mevcudiyetinde gerekse icraatında diğer meclislerden her manada farklıdır.
Özgürlükçüdür, demokratiktir. Meclis hükümetinin mevcudiyeti de ayrı bir kazançtır.
Onun dışındaki tüm anayasalar Meclisi Mahsusa, Kurucu Meclis, Danışma Meclisi gibi aracı kurumlar tarafından hazırlandı.
1961 Anayasası tamamen CHP'nin kontrolündeydi.
CHP de İnönü'nün yani Takriri Sükûn'un babası ve uygulayıcısı tarafından yönetiliyordu. Gerçi anayasa aydınlar eliyle getirilen önemli özgürlükçü vurgular içerir halkı da uzlaşma fikrini de hırsla dışlar. Devleti halkın önüne kor.
1982 Anayasasını söz konusu dahi etmiyorum.
***
Bütün bunlardan sonra neye dayanarak hükümet yakında daha 'uzlaşmacı' bir politikaya geçer öngörüsünde bulunduğumu açıklayayım.
Sebep şu...
Geçmek zorundadır da onun için.
Geçmek zorundadır çünkü eğer bu hamle, sistemi Meclis'te yapılmış ama halkın oluşturduğu bir sisteme dönüştürecekse, onun dışlayıcı, çoğunlukçu, mütehakkim bir uygulamayı yansıtması kendisiyle çelişmesi anlamına gelir. Madem halkla bütünleştiriliyor sistem o takdirde toplumsal uzlaşmayı da içermelidir.
Tüm toplum katmanlarını kapsamalıdır.
Hiç değilse yönetim uygulaması olarak içermelidir.
Aksi tutum sürecin ve iddiaların mantığına aykırı olur.
Olmaz mı?...