Ünlü tiyatro oyuncusu Rutkay Aziz 10 gün önce yaşamını yitiren 50 senelik yakın arkadaşı Tarık Akan’ın cenazesinde eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ve Sayın Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na "Siz burada Tarık’ı anmaya gelmediniz. Türkiye’nin yarınlarına dönük bir umuda geldiniz" dediğini aktardı. Aziz, Akan'ın cenaze töreni hakkında "Tarık’ın kişiliğinde ve kimliğinde bütün yurtseverlerin, demokratların, komünistlerin, Atatürkçülerin bir öfke seliydi" diye konuştu.
"Sanata sansür şekil değiştirdi" eleştirisinde bulunan Nâzım Hikmet Vakfı’nın başkanlığını yürüten Aziz "Tiyatrocular kendi kendilerini yasaklıyorlar. İnsanlar kendi omuzlarındaki şeytanlarıyla pazarlık yapıyor. Özünde de herhalde çıkar yatıyor" dedi.
Rutkay Aziz'in Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e verdiği söyleşi şöyle:
Tarık Akan’ın hastalığı kamuoyunda son haftalara kadar pek bilinmiyordu. Bilinçli bir tercih miydi?
E sakladık. Ama bizi acılara sokan bu sonu iki kişi biliyorduk. Ben ve bir diğer arkadaşımız. Böyle bir finale girileceği biliniyordu. Ama ben doktora ‘Tarık galiba seziyor’ dedim. O da ‘Ne sezmesi, her şeyi biliyor’ dedi. Tarık akıllı bir adam tabii, bilmemesi mümkün değil. En son hastane ziyaretimde pek artık konuşamıyordu da. ‘Nasılsın’ dedim. Başparmak aşağıda bir işaret yaptı. Ben de sinirlendim. Kaldır şu parmağı yukarı dedim. Ama o son günleri hariç hastalığı sırasında direncini, kararlılığını yitirmedi. Ülke nereye gidiyor diye sorguladığı o dik duruşunu hiç kaybetmedi.
Cenaze töreni tüm Türkiye’nin çok sevdiği bir sanatçıyı uğurlamanın da ötesine geçti. Eski bir cumhurbaşkanı, muhalefet partisi lideri, sendika başkanları oradaydı. Neyin buluşmasıydı sizce Tarık Akan’ın cenaze töreni?
Ben o gün cenazede Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ve Sayın Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’na ‘Siz burada Tarık’ı anmaya gelmediniz. Türkiye’nin yarınlarına dönük bir umuda geldiniz’ dedim.
"Yurtseverlerin, demokratların ve Atatürkçülerin bir öfke seliydi"
- Çok iddialı bir cümle. Ne anlama geliyor bu?
Anma töreni ve onun Teşvikiye’den Bakırköy’e uğurlanışı sırasında gördüğümüz sevgi seli bir cenazeyi uğurlamaktan öte Tarık’ın kişiliğinde ve kimliğinde bütün yurtseverlerin, demokratların, komünistlerin, Atatürkçülerin bir öfke seliydi. Öylesine bir uğurlama... Sıradan bir cenaze töreni olarak bakamayız. Yarınlara umudu ben o gün cenazede ve anma töreninde gördüm. Buna benzer bir tören 12 Eylül sonrasında Ruhi Su’nun ölümünün ardından olmuştur. Türkülerle götürdük Zincirlikuyu’ya.
50 senelik bu yakın dostluğunuzun çimentosu neydi?
Can arkadaşım Tarık benim. Bizden de bir parça sanki onunla birlikte Zuhurat Baba’ya gitti beraber.
Biz Bakırköy’den liseden arkadaşız ama politik olarak da dostluk olarak da yakınlaşmamız asıl 12 Eylül sonrasında olmuştur. 1984’te Aydınlar Dilekçesi’nde beraberdik. İstanbul 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki Barış Derneği davasında birlikte yargılandık. Sonra ben İstanbul’a taşınınca çok sık beraber olmaya başladık.
Bizim onunla birlikteliğimiz Nâzım Hikmet Vakfı’nda yoğunlaştı. Vakfın kurucularındandı, önde gelen yöneticilerinden oldu. Belgeseller çekti biliyorsunuz 5-6 tane kendi gücüyle, en ufak bir para talep etmeksizin. Üç kişiye tapardı Tarık; Mustafa Kemal, Nâzım Hikmet ve İlhan Selçuk. Sinemada da tabii ki Yılmaz Güney.
"Hababam yılları benim gerçeğim derdi kimseye laf ettirmezdi"
Siyasal ve toplumsal meselelerdeki duruşundan bahsediyorsunuz. Ama ölümünden sonra Hababam Sınıfı’ndaki Ferit rolünün halk tarafından ne kadar sevildiğini gördük mesela. Yakınır mıydı bu imajından?
Hayır asla. O benim gerçeğim derdi ve kimseye o filmler için laf ettirmezdi. Barışıktı kendiyle. Kanal ve Maden’le başlayan toplumsal içerikli yolculuğa çıkışında Vasıf Öngören’in çok katkısı oldu. Çok değerli tiyatro adamımız, onu da çok erken kaybettik. Ondan da çok etkilenmiştir.
"Nazım gibi Tarık'ın da sanatçı gücü dünya görüşünden"
Dostluğunuzu anlatırken belki sanat alanından fazla ortak politik duruşunuzdan ve ideolojik birliktelikten bahsediyorsunuz. İktidar çevreleri Tarık Akan’ın cenazesinin tam da bu politik duruşun sembolü haline gelmesinden rahatsız oldu. Tarık Akan’ın vedasında politik duruşu sanatçı kimliğinin önüne mi geçti?
Yok yok, öyle demeyelim. Nâzım Hikmet’i de böyle suçlamadılar mı? Ama Nâzım’ı dünya şairi yapan onun sosyalist ideolojisidir. Ondan ayırarak Nâzım yorumlayamazsınız. Tarık’ın da o sanatçı gücü sahip olduğu dünya görüşünden kaynaklanıyor.
Kemalist olmasaydı tanıdığımız, bildiğimiz Tarık Akan olmaz mıydı?
Kemalist demeyelim. Sosyalist bir bakış açısı vardı ama tabii Mustafa Kemal çizgisine çok daha yakındı.
"Ülke aldananlardan gelmişsin 75 yaşına yanılma artık!"
Siz onunla ortaklaştığınız politik kampı kendi sözlerinizle tanımlar mısınız bize?
Türkiye iç ve dış politikasında demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne inanan, çağdaş çizgiden koptuğu sürece bugünkü sıkıntıları yaşayacaktır. Bizim felsefemiz ve dünya görüşümüz bu temel üzerindeydi. Laiklik her gün daha fazla eriyor ülkede, başta eğitimde olmak üzere. Laikliğe siz bu kadar büyük darbeler vurduğunuz sürece özgürlükler, demokrasi ve barış açısından darbe yemeye devam edecek Türkiye. Tuhaf bir ülke olduk. Okur-yazar, 100 yaşına gelmiş insanlar bugün ‘Aldanmışız’ diyorlar. Gelmişin belli bir yaşa, yetmez ama evet! Ondan sonra da ‘Yanılmışız’. Gelmişsin 75 yaşına, yanılma artık!
2010 anayasa referandumunda ‘Yetmez ama evet’ diyen sanatçı arkadaşlarınızı mı kastediyorsunuz?
Evet, hepsini kastediyorum. Ülkede aldananlardan, şaşıranlardan, döneklerden geçilmiyor. Dönekliğin adı da çok önemli bir noktaya geldi biliyorsunuz. Dönekler de bize karşı kendilerini savunuyor; ‘Siz de yeniliğe, değişime, ezber bozmaya hazır değilsiniz’. Dönek oluşlarını böyle kamufle etmeye çalışıyorlar.
‘Dönek’ ifadesiyle AK Parti döneminde ‘liberaller’ diye kodlanan kesimi mi kastediyorsunuz?
Onlar kendilerini anlar. Gerçek anlamda liberallere bir lafım yok.
Kimdir gerçek anlamda liberal?
Bilmiyorum valla, hiç kafamı da yormadım.
Sezan Aksu mesela...
Severim
‘Yetmez ama evet’ meselesi nedeniyle hedefe konan sanatçılardan biri de o oldu.
Sezen’i de linç etmeye kalktılar. Ben çok severim, bir değerdir gerçekten Sezen. O da yanıldığını anladı. Sezen’in bunu çıkarı için yaptığını falan inanmıyorum. Öyle bir insan değil Sezen.
Sonuçta Sezen Aksu iktidarın bir projesinin içinde bizzat yer almadı. Ama bunu ‘Akil İnsanlar’ çerçevesinde yapan isimler de oldu; Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit, Yılmaz Erdoğan, Lale Mansur, Orhan Gencebay.
Onların sorunu. Ben fazla bir şey söylemem. O projenin içinde yer aldılar ama sonucunu da gördüler işte.
"Sanata sansür şekil değiştirdi"
17 Ekim 2011’de Ekrem Dumanlı’nınZaman gazetesindeki ‘Bu mudur sanat?’ başlıklı yazısının hedefinde Tarık Akan ve sizin de arasında bulunduğunuz bir grup sanatçı vardı. ‘12 Eylül’de çeken bu sanatçılar bugün darbeye ve darbeci zihniyeti karşı tavır almıyorlar’ temalı bir yazı. Tarık Akan’ın daha önce bir Aydınlık röportajındaki ’27 Mayıs’a darbe diyemeyiz, bizim önümüzü açtı’ şeklindeki sözlerine de referans var yazıda.
Darbeci olduk, faşist olduk... Mustafa Kemal’i sevdiğimiz için, o çizgiye inandığımız için. Bir kere bu Ekrem Dumanlı dediğiniz zat nerede şimdi? Herhalde yurtdışında. Bunları ciddiye alamıyorum. Biz nasıl darbeci olabiliriz? Askeri darbeye karşı çıktığımız gibi sivil darbeye de karşı olduğumuzu Tarık da ben de diğer arkadaşlarımız da her zaman söyledik. Kaldı ki 12 Mart’ı biz yaşadık. Güzelim insanları astılar, onlar asılmasın diye uğraştık biz. 12 Mart’ta ben Ankara Sanat Tiyatrosu’nda iki defa kapatıldım, yasaklandım. 12 Eylül darbesi geldi, yine mağdur biz olduk. Sorgulardan geçtik. Genco’ya, Tarık’a yurtdışına çıkış yasağı geldi. Nasıl darbeci olabiliriz?
"Bugün insanlar kendi omuzlarındaki şeytanla pazarlık yapıyor"
12 Mart, 12 Eylül dönemleriyle bugünün OHAL’ini sanat açısından kıyaslarsanız...
12 Mart’ta biz faşizmi çok ciddi şekilde yaşadık, 12 Eylül’de de yaşadık. Ben yoğun tiyatro yapıyordum. İstediğimiz oyunu oynama şansımız yoktu. 12 Mart’ta metinleri emniyete veriyorduk, onların tiyatro alanında işbirlikçileri vardı. ‘Bu oyun sakıncalı’ derlerdi. Jean d’Arc’ı yasakladılar, Güngör Dilmen’in Canlı Maymun Lokantası’nı yasakladılar. En son 403. Kilometre’ye izin çıktı ama ‘oynandıktan sonra seyredilip tekrar değerlendirmek’ koşuluyla. ‘Ben bu oyunda bir şey görmedim ama sen sahnede bir şey yaparsan kapatırım’ anlamında. 12 Eylül’de faşizm sansürü daha bilinçli yaptı. Metin istemiyor, siz oyunu sahneye koyuyorsunuz sonra gelip küt yasaklıyor. Şimdi bunların döneminde ikisi de yok. Gerek kalmadı (gülüyor). Tiyatrocular kendi kendilerini yasaklıyorlar. Şehir Tiyatrosu’nda kıyım uygulanıyor, İzmir’de bir balet çocuğu FETÖ’cü diye atmışlar. Böyle örnekler varken sansüre gerek kalmadı. İnsanlar kendi omuzlarındaki şeytanlarıyla pazarlık yapıyor. Özünde de herhalde çıkar yatıyor.
"12 Eylülcüler Mustafa Kemal sevgisizliği yaydı"
Türk solunun toplumun muhafazakâr kesimine her zaman saygılı olduğunu söylediniz. Balyoz’dan haksız hukuksuz bir şekilde yargılanıp beraat eden bazı komutanlar bugün askerin içinde Kemalist ideoloji üzerinden kurgulanan katı laiklik yorumunun içerde Gülen tipi takiyeci akımların güçlenmesine neden olduğunu söylüyor. Katılır mısınız?
Kemalizm asla bu değil tabii. Mustafa Kemal’in kendi düşüncesine, aydınlanma ilkelerine baktığınızda laikliğe diyalektik bakış açısının egemen olması gerektiğini söylediğini görürsünüz. Mustafa Kemal’in kendisi son derece gerçekçi, yenilenmeden, değişimden yana, bilime dayalı bir bakış açısını getiriyor. Bunun içine eden Kenan Evren ve 12 Eylül oldu. Atatürk 101 yaşında, 102 yaşında falan gibi Mustafa Kemal’in düşüncesine tamamıyla ters bir Mustafa Kemal sevgisizliği yaydılar. Yanlış anlattılar. Dediğiniz doğru.
"Arthur Miller'ın Cadı Kazanı'nı yaşıyoruz"
15 Temmuz gecesi Tarık Akan neredeydi?
O tabii Yeşilköy’deydi yavrum. Oradan da geçti F-16’lar. Valla bana baştan itibaren tuhaf bir darbe gibi geldi. Bir cuma akşamı köprünün üstünde darbe başlatmak! Ama büyük bir tehlike atlattı ülkemiz. Başarılı olsaydı nereye giderdik kestirmek zor. Ama hiç iyiye gitmezdik herhalde.
Onunla yaşananlar üzerine konuşma fırsatı buldunuz mu?
Çok konuşuldu tabii, konuşulmaz mı. Aynı düşünceleri paylaşıyorduk. Bugün bütün bunları konuşmamız ve sizin de bunları yazacak olmanız bir yere kadar hâlâ bir özgürlük alanı var demek değil mi sanki. Ben 12 Mart’ta, 12 Eylül’de radyoya giderken kendimi değil röportaj verdiğim insanı düşünerek konuştum. Onun başına bir iş gelmesin diye o özeni gösterdim.
15 Temmuz sonrasında birkaç hafta umut bağlanan Yenikapı ruhu gerçek anlamda bir birleştirici güç olmadı toplumda. Ama şu önemli; 15 Temmuz gecesi beyaz Türkler belki sokağa çıkmadı ama darbecilerin umut ettiği gibi Erdoğan hedef alınıyor diye destek vermediler.
Evet, darbecilerde böyle bir umut vardı galiba. Yenikapı’daki o birleşmeyi ise geçici gördüm ben, yapay bir durum gördüm. İktidara inanma konusunda büyük soru işaretleri yaşıyorum ben ve bunu böyle yaşayan büyük bir kesim var. İç politikada ve dış politikada hep bir takiye var. Sonucunda biz de hepimiz bir yerlere savruluyoruz.
Darbe kalkışmasının planlayıcılarıyla devletin hesaplaşma biçimini nasıl buluyorsunuz?
Arthur Miller’in ‘Cadı Kazanı’nı yaşıyoruz. İhbarlardan, muhbirlerden geçilmiyor. Bir sürü insan mağdur durumda, yaşamın her alanda bir sürü insan işsizler ordusuna katılıyor. Bu büyük bir tehlike. Efendim ihbarcıların kimlikleri, adresleri olacakmış da yanlışların öyle önüne geçilecekmiş. Ne kadar inandırıcı bilmiyorum. Sokrates’in ünlü savunmasındaki lafı geliyor aklıma; ‘Tarih boyunca insanlar iftiradan çektiler. Ben de iftiranın ne ilk ne de son kurbanı olacağım’
"Türkiye için çıkış Kürtlerle barışta"
Türkiye için umudu, çıkış yolunu nerede görüyorsunuz?
Öncelikle Kürt politikası. Türkiye barış ve özgürlükler istiyorsa Kürt politikasını yeni baştan ve çok ciddi biçimde gözden geçirmeli. HDP yönetimi de kendi politikasını gözden geçirmeli yüzde yüz. Ama o çözülmeden Türkiye’ye barış gelmez. İnanmıyorum.
Siz 2015’te HDP’ye kredi açmış mıydınız?
Meclis’e girmelerini çok istedim ama benim oyum CHP’yeydi. Ben de içten destekledim ama oyumu vermedim. Ama bugün Kürt meselesini bir şekilde çözmek lazım. CHP mesela bence HDP ile diyalog kurmakta geç kalmıştır kanımca. Beni aşıyor belki bunu söylemek ama gördüğüm budur. Biz yıllar önce Afyon’da ‘Cumhuriyet’i çekerken orada binbaşı rütbesinde Güneydoğu’dan gelen birtakım insanlarla beraber olduk. ‘Bu iş savaşarak bitmeyecek, siyaseten çözülecek’ demişlerdi. Dünya insanlık tarihi yaşadı bunu. İngiltere’de IRA, İspanya’da ETA, Kolombiya’da FARC işte en son.
Sıkı Kemalistler kızacak şimdi böyle konuşuyorsunuz, teröristlerle el sıkışmaktan bahsediyorsunuz diye.
Dünyada bunun yöntemleri var. Direkt siz oturmazsınız masaya, aracılar vasıtasıyla götürürsünüz. Kolombiya’da da öyle oldu, her yerde öyle oluyor.
Her yerde böyle oluyor dediğiniz ne?
Diyalog kurmak.
Ama o verdiğiniz örneklerin hepsinde sonuçta elinde silah tutanla masaya oturuldu.
Onun başka formülleri de var. Zaten o arkadaşlar da pek bütün değiller gördüğüm. İmralı ayağı var, Avrupa ayağı var, Kandil ayağı var.
Bunları konuşuyor olmayı bile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden bir sapma olarak görebilir bazıları.
Ben öyle bakmıyorum. Bu topraklarda tarihimizde Kürtlerin rolü yok mu çok rica ederim. Bu adamların bir dili var, kültürü var. Yok edemezsiniz. 1978-79 raporunda CHP bu olaya çok güzel yaklaşmıştı. Geçmişte İşçi Partisi, TKP, TSİP bu olaylara çok doğru yaklaştılar. Biz Kürt’le, Ermeni’yle, Yahudi’yle kardeş yetiştik. Bir Kürt düşmanlığı olamaz. Ama tabii onlarda da Türk düşmanlığı olmamalı.