Politika
Robert Kolej'in casus hocası!
'Masamın üzerinde bekleyen ‘Teşkilatın Adamları’ kitabını okuma fırsatı buldum'
19 Kasım 2010 02:00
Boyd ilginç bir adam. Türkçe dahil 6 dil biliyor. Tam 35 yıl Robert Kolej'de çalışıyor.
Vietnam’da, uzun zamandır masamın üzerinde bekleyen ‘Teşkilatın Adamları’ kitabını okuma fırsatı buldum. Belma Akçura’nın diğer kitaplarıyla karşılaştırdığımızda ‘aceleye gelmiş’ diyebiliriz. Hanefi Avcı’nın sözlerinde yeni bir şey yok, isimsiz askerin anlattıkları da ‘eh işte’ dedirtiyor.
Benim ilgimi asıl çeken Mehmet Eymür’ün Doğu Perinçek ve İşçi Partisi hakkındaki ağır ithamları oldu. Mehmet Eymür’ün anlattıkları çok ilginç.
Aralarındaki kavganın 1972 yılında başladığını söylüyor. Ardından da şapka uçurtan bir ajanlık öyküsü anlatıyor. 1940’larda Sovyetler’deki Troçki-Stalin kavgasında, Troçki yurtdışına kaçınca ABD ve İngiltere gizli teşkilatlarının ‘Troçki’yi Destekleme Komitesi’ adında bir vakıf kurduğunu, bunun da sekreterinin Profesör Charles (Hilary Sumner) Boyd’un olduğunu söylüyor.
Boyd ilginç bir adam. Türkçe dahil 6 dil biliyor. Tam 35 yıl, yani 1976 yılında ölene kadar İstanbul’daki Robert Kolej’de temel bilimler profesörü olarak yer alıyor. Eymür kitaptaki söyleşisinde, 1970’lerin başında Doğu Perinçek’in başında olduğu Türkiye İhtilalci Köylü Partisi adındaki illegal partinin Şafak adlı dergiyi çıkartıp dağıtmaktan dolayı arandığını ve Boyd’un evinde, Robert Kolej’in içindeki lojmanında ele geçirildiğini söylüyor. Mehmet Eymür bu iddiayı ortaya atarken kendinden oldukça emin. “Ben de oradaydım” diyor. Sonrasındaki sözleri ise Doğu Perinçek’i gerçekten yerinden hoplatacak cinsten! “CIA düşmanı, ulusalcı, Kemalist Aydınlıkçılar, İngiliz Ajan Boyd’un evinde karargâh kurmuştu!” Üstelik Mehmet Eymür kitapta bunun artık belgeleriyle de ispat edildiğini söylüyor. “Belgeler nerede?” sorusuna net bir cevap yok. Milliyet arşivleri ve İngiliz belgeleri diye geveliyor. Bu bile tam bir bomba! Ben duyduğumda çok şaşırdım, Eymür-Perinçek kavgasının tarihini bilmek adına ilginç ve kuşkusuz tartışılacak bir iddia! Benim bu kavganın herhangi bir tarafı olmaya hiç niyetim yok.
Açıklama zamanı
Ancak merak ettiğim başka bir konu var. Robert Kolej yöneticilerine buradan basit bir soru sormak istiyorum. Okulunuzda 35 yıl boyunca çocuklara eğitim veren Profesör Boyd, İngiliz ajanı mıydı? Sanırım bunlar ortaya döküldüğüne göre bir açıklama yapmanın zamanı da geldi.
Sosyal ağlar cehennemi
Memlekete uzaktan bakmak insanda zihin açıklığı sağlıyor. CNNTÜRK’ün en aklı başında isimlerinden Barış Kuyucu’nun koyu bir Gaziantep taraftarı olduğunu yeni öğrendim. En son maçta artık ne olduysa Twitter’da Fenerbahçe’ye fena saydırmış. Bir medya sitesinde gördüm, CNNTÜRK ekranlarında herkesten özür diliyor. Perişan! Korkmuş, ürkmüş bir hali var. Twitter’daki bir tek cümlenin bunca yıllık emeğini sıfırlamasından korkuyor. Peki haksız mı? Haklı elbette. Önümüzde CNN Ortadoğu muhabirinin özet olarak “Nasrallah iyi bir insan” yazması ile başına gelen işte atılma örneği varken, Barış korkmasın da kim korksun! Oysa kimsenin Barış’ı eleştirmeye hakkı yok. Asıl “Sosyal medyada edilmiş bir söz, bir insanın bir kurum ile ilişkisini neden bitiriyor?” bunu tartışmamızın zamanı geldi sanırım.
Facebook, YouTube, Twitter gibi her geçen gün gelişen sosyal ağlarda biz kimi temsil ediyoruz? Çalıştığımız kurumlarla birebir ilişkili görünmek zorunda mıyız? Diğer bir deyişle çalıştığımız kurumlar ne hakla bizden bunu bekliyorlar!
Güncel bir örnek üzerinden tartışalım. Olmaz ya haydi oldu diyelim, eğer Oktay Ekşi “Bunlar analarını da satarlar” lafını Hürriyet’te değil de Twitter’da ya da Facebook sayfasında yazsaydı yine aynı akıbete uğrar mıydı?
Muhtemelen uğrardı...
Peki uğramalı mıdır?
Elbette hayır.
Sosyal ağların bizim bir kurumu değil, kendimizi temsil ettiğimiz alanlar olması gerekirken kurumsal bir ‘politik doğruculuk’ baskısı altında. Bir süredir Twitter’da dünyanın en ünlü muhabiri Christian Amanpour’u takip ediyorum. Yazdıkları, sözleri tamamen kurumsal bir iş ilişkisine yönelik. Çoğu zaman programlarını tanıtmak için kullanıyor bu ilişkiyi. Buna da itirazım yok. Ancak sosyal ağlar kurumsal değil, kişisel gelişiyor.
Yeni bir sanal dünya kuruluyor ve bu dünyada statülerimizi, sorumluluklarımızı yeniden belirlememiz, üzerine düşünmemiz gerekiyor. Çalıştığımız kurumların sosyal ağlarda bizleri kontrol etmek için görünmeyen bir sosyal baskı yaratmaları, bir nevi faşizmdir. Bu bile az... Bizi otosansüre itmeleri bile büyük bir suç olarak görülmeli.
Lafı uzatmayalım, Barış Kuyucu elbette özür dilemeliydi. Ancak bunu işini kaybetme korkusu ile CNNTÜRK’te değil, Fenerbahçe’ye ayıp ettiği için Twitter’da yapmalıydı.
Bayramda cep telefonu detoksu
Telefonunuzu günde bir, hatta iki günde bir kısa bir süre için açtığınızda şöyle bir şey oluyor.
a) Tanıdık tanımadık onlarca kişinin bayram kutlama mesajlarını bir defada okuyorsunuz, geçip gidiyor..
b) Eliniz sürekli cebinizde, gözünüz sürekli mesaj kutusunda olmuyor.
c) Olduğunuz ana daha iyi konsantre oluyorsunuz.
d) ‘Carpe diem’ yani anı yakala diye bir şey varsa, telefonu kapatınca başlıyor.
e) İş için hiç kimse size ulaşamadığı için gerçek tatil o an başlıyor.
(Cüneyt Özdemir /18 Kasım 2010/ Radikal)