Kocaeli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Halim Aytekin Ergül, yayınladığı "Biyolojik Çeşitlilik, Sürdürülebilirlik ve Kocaeli Örneği" başlıklı makalesine ilişkin açıklamasında karbon seviyelerinin azaltılmasının önemine değinerek, “Günümüzde ‘sürdürülebilir kalkınma’ kavramının yerini ‘sürdürülebilir yaşam’ kavramı alıyor " dedi.
Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halim Aytekin Ergül, biyolojik çeşitlilik alanında uzun yıllardır sürdürdüğü çalışmaların sonuçlarını da içeren "Biyolojik Çeşitlilik, Sürdürülebilirlik ve Kocaeli Örneği" başlıklı makalesini yayınladı. Makalesinde endüstrileşmenin devam ettiği süreçte dünyanın tanık olduğu değişimlere değinen Prof. Dr. Ergül, "sürdürülebilir kalkınma" kavramının yerini "sürdürülebilir yaşam" kavramına bıraktığı, insanın yaşam koşullarının sürekliliği için diğer canlıların yaşam koşullarının da sürekli kılınması gerektiğini belirtti.
Karbon emisyonunu en fazla yapan ülkelerin bir araya gelmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Ergül, şunları söyledi:
“Özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Çin başta olmak üzere dünyadaki gelişmiş ülkeler bu emisyonları sınırlamak konusunda direnç gösteriyorlar.
Son dönemde de yeni başkanları Trump'ın ifadelerinden anlıyoruz ki iklim değişikliği konusunda varılan Paris Anlaşması'nın hükümlerine uymak konusunda çok istekli değiller. Dolayısıyla bu, tek bir şehrin, ülkenin çözebileceği problem değil; bütün ülkelerin, özellikle de karbon emisyonunu en fazla yapan ülkelerin bir araya gelmesi lazım.
Önümüzdeki günlerde bu konularla ilgili sorunların dünya gündeminde varlığını koruyacağını görüyoruz. Tarihsel gelişim süreci içerisinde gerek yapılan toplantıların sonuçlarını, gerekse dünya ölçeğinde ülkelerin bugüne kadar geldiği yeri vurgulamaya çalışan bir metin kaleme almaya çalıştım.”
"Dünya ölçeğinde görülmüş bir rakam değil"
Dünyada görülmemiş seviyede atmosferik karbondioksit olduğunu ve gittikçe arttığını da belirten Prof. Dr. Ergül, şöyle konuştu:
“Sanayi devriminin başlamasıyla birlikte özellikle yer altındaki kaynaklar yer üstüne çıkartıldı ve bu giderek artan bir hızla gerçekleşti. Dolayısıyla bu petrol türevleri, kömür benzeri yer altı kaynaklar arttıkça, atmosferde ‘sera gazı tabakası’ olarak adlandırılan, özellikle karbondioksit ama bunun dışında da su buharı, metan gibi gazların da dahil olduğu bir tabaka oluştu.
Bu tabaka güneş ışınlarının dünyaya çarptıktan sonra geriye yansıması yerine tekrar dünyaya geri dönmesine, dolayısıyla da olması gerekenden daha yüksek sıcaklıkların oluşmasına neden oldu. Bu sera gazı etkisi içinde bulunduğumuz günlerde, şimdiye kadar dünya ölçeğinde görülmemiş seviyede karbondioksit varlığıyla birlikte artar halde görülüyor maalesef.
Atmosferdeki miktarı milyonda yaklaşık olarak 427 kısım. Yani bu şimdiye kadar dünya ölçeğinde görülmüş bir rakam değil. Dolayısıyla da bunların sınırlanması şarttır.”
Prof. Dr. Ergül, karbon seviyelerinin azaltılması yönünde uyarılarda bulunarak, şunları söyledi:
“Eğer bu karbon seviyelerini azaltmazsak yüzyılın sonuna doğru öngörüler gösteriyor ki atmosferik sıcaklık en az 2, en fazla da 6 derece civarında bir artış gösterir.
Eğer 2 derece civarında bir artışta sınırlı kalırsa bugün bildiğimiz koşulların büyük ölçüde korunması belki mümkün olur ama 6 derecelik bir sıcaklık artışı bugün bildiğimiz dünyanın ortadan kalkması anlamına gelir.
Elbette o koşullarda da yaşayacak canlılar hala varlıklarını sürdürürler ama şundan emin olabiliriz ki dünya bugün bildiğiniz, tanıdığımız dünyadan çok farklı bir dünya olacaktır.”
"Kıymetini bilmemiz lazım"
Kocaeli Üniversitesi ve çeşitli üniversitelerin uzman hocalarının destekleriyle yapılan ve 4 yıl süren biyoçeşitlilikle ilgili çalışmada 2 bin 785 farklı türün kayıt altına alındığını söyleyen Prof. Dr. Ergül, şöyle konuştu:
“Bu çalışmayı bakanlığımız, Milli Parklar Genel Müdürlüğümüz de destekledi ve çalışma sonunda fark ettik ki şehrimiz, oldukça zengin bir biyolojik çeşitliliğe sahip.
Daha sonra havza ölçeğinde yaptığımız çalışmalarda da benzer durumlarla, tür çeşitlilikleriyle karşılaştık. Endemik türler bakımından zengin bir ülke olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim.
Dolayısıyla da doğal zenginliklerimiz çok iyi, yerinde, fazla ve bunların kıymetini bilmemiz lazım. Havza ölçeğinde ülkemiz genelinde izleme çalışmaları sürdürülüyor.
Bu konuda da devletimizin yapmış olduğu yatırımlar, destekler gayet yerindedir. Umuyorum bundan sonraki süreçler için de aynı ciddiyetle devam eder.”
Prof. Dr. Ergül, insanların, bakteriler ve mantarlar gibi organizmalara çok bağımlı olduğunu ifade ederek, şunları ekledi:
“Herhangi bir organizmanın mikro ya da makro boyutlu olsun fark etmez, dünyadaki sürdürülebilir yaşam için zincirin bir parçası olduğunu mutlaka göz önüne alarak hareket etmeliyiz.
Örneğin yoğurdun ya da peynirin yapımında bu organizmalara ihtiyaç duyuyoruz. İnsan vücudunda bulunan hücre sayısının yaklaşık yüzde 90’ı kadar bakteri de aynı zamanda insan vücudunda bulunuyor. Dolayısıyla bu basit örnekler bile bu canlılara ne kadar bağımlı olduğumuzun birer göstergesi.
Özetle günümüzde ‘sürdürülebilir kalkınma’ kavramının yerini ‘sürdürülebilir yaşam’ kavramı alıyor. Çünkü insanoğlu edindiği tecrübelerden anlıyor ki kendi yaşamının devamı için diğer canlıların yaşamlarının da en iyi hale getirilmesi, onların da bulunduğu çevre koşullarının yaşam için elverişli halde tutulması gerekiyor.” (DHA)
Jel tırnak yaptırmanın sağlık açısından riski var mı;
|