Bilim / Teknoloji

Prof. Celal Şengör: Bilim geleneğini Müslümanlar kurtardı ama...

"Dogmayı bırak, gözlerime bak"

25 Aralık 2017 15:23

Prof. Dr. Celal ŞengörTales ve Anaksimandros'un din ve doğa olayları arasında kurduğu ilişkiyi ve değerlendirmelerini konu aldığı yazısında, "Bilim geleneğini kısmen kurtaran, Müslüman toplumların Yunan geleneğinin bazı kısımlarını kendi kültürlerine monte etmeleri olmuştur" dedi. Şengör sözlerinin devamında, "Ne yazık ki bu da 11. yüzyıldan itibaren doğudan gelen Moğol- Türk akımları ve Müslüman toplum içinde gelişen Aşari görüşleri nedeniyle boğularak kaybolmuştur" ifadesini kullandı.

Prof. Dr. Celal Şengör'ün "Doğruyu aramanın yolu: Eleştiri" başlığıyla (25 Aralık 2017) Habertürk'te yer alan yazısının ilgili bölümü şöyle:

Geçen haftaki yazımda Batı Anadolu’da, Aydın şehrimizin hemen güneybatısında bugünkü Büyük Menderes ağzına yakın eski Miletos şehrinde Tales ve Anaksimandros adlı iki arkadaşın, dinin çevrelerinde olup biten doğal olaylar hakkında kendilerine sağladığı bilgilerden tatmin olmayarak daha akılcı açıklamalar aradıklarını söylemiştim.

Bugünkü yazımın amacı, bu aramayı bu iki insanın nasıl yaptığıdır.

Önümüzdeki hafta onların yöntemini Albert Einstein’ın izafiyet (yeni tabirle görecelik) kuramını bulurken nasıl kullandığını anlatarak bilimsel yöntemin son 2600 yıldır değişmeyen temellerinin üzerinde duracağım. Bu sanırım bilimsel düşünceyle ilgilenen, yaşamını bilimsel düşünerek, akılcı bir şekilde saplantılardan, hurafelerden, akıldışı işlerden uzak geçirmek isteyenlerin ilgisini çekecektir. Bu, yüzyıllardır sorup da bir türlü cevaplayamadığımız bir soruya da belki bir cevap teşkil edecektir: Niçin Doğu toplumları gelişmelerinde Avrupa’nın arksında kalmıştır?

Sevgili okuyucularım: Bu insanlık tarihinde belgelenebilmiş ilk eleştiri arzusudur, otoriterlikten ilk ve yaşamsal öneme sahip bir sapıştır. Tales, Sümerlerden almayı uygun gördüğü fikri kullanmasının eleştirilmesini arzu etmektedir. Burada amaç, arkadaşıyla birlikte düşünerek belki doğayı açıklayabilecek daha iyi bir kuram bulabilmektir.

Gerçekten de Anaksimandros, arkadaşının arzusuna uyarak tarkullu kuramını eleştirmiş ve belki de insanlığın tarihindeki en önemli zihinsel sıçramayı gerçekleştirmiştir:

“Tales” demiştir büyük Miletoslu memleketlimiz, “Dediğin mantıklı, ama şöyle bir sorun var: Dünyamız taştan oluşuyor; taş ise suda yüzmez. Haydi, pomza taşı gibi dünyamızın altında suda yüzen bir taş tabakası olduğunu varsayalım ve onun dünyamızı yüzdürdüğünü kabul edelim. Peki dünyamızı yüzdüren suyu ne tutmaktadır? Haydi, onu da bulduk diyelim, bu sefer onu ne tutmaktadır? Dikkat edersen, senin önerin sorunu çözmüyor, sadece uzağa atıyor. Bu, demek ki çözüm olamaz”.

“Peki” diyor Tales, “Senin bir önerin var mı?”.

“Evet” diyor Anaksimandros, “Bence dünyamız boşlukta duruyor”.

“Niçin böyle düşünüyorsun?” diye soruyor Tales.

“Çünkü” diye cevaplıyor Anaksimandros: “Dünyanın boşlukta oraya veya buraya gitmek için bir nedeni yok. Bence dünya, kâinatın her yanına eşit uzaklıkta, onun için kımıldamıyor.”

Dikkat edilirse büyük Miletoslu sağ, sol, aşağı, yukarı, öne, arkaya gibi kavramların görece olduğunu fark etmiş ve bunların bir başvuru sistemi içerisinde anlamları olacağını sezmiştir. Kâinatta böyle bir başvuru sistemi göremediği için de dünyamızın hareketsiz boşlukta durmasının en mantıklı cevap olduğunu düşünmüştür. Çünkü bu cevabın dışındaki bir cevap sorunu çözememektedir.

Dogmayı bırak, gözlerime bak

Ancak Anaksimandros’un cevabının bir başka önemli yanı vardır: Söylediğini gözlemle kontrol etmek, yani yanlışlamak mümkündür. Hakikaten, biz kendisinin dünyanın boşlukta olduğu tezinin doğru olduğunu gördük, ama durduğu tezini yanlışladık. Bunu yapabilmemiz ise Anaksimandros ve Tales’in bizlere eleştirerek geliştireceğimiz kuramlar vermiş ve eleştiriyi teşvik ederek bir gelenek haline getirmiş olmalarıdır. Bu gelenek ne yazık ki yalnızca Avrupa kültüründe, o da sadece kısmen, dinin otoritesinin kırılabildiği zaman ve yerlerde kök salabilmiştir. Sümerlerde ve ondan sonraki tüm Ortadoğu halklarında bu tür görüşler eleştirilemeyen dinsel ifadelerdi ve o yüzden yanlışlar yüz yıllarca, hatta bin yıllarca düzeltilemiyordu.

Ancak Anaksimandros’un yeni kuramı bu sefer depremleri açıklamıyordu. Onun için de büyük Miletoslu, Tales’inkinden daha tatminkâr bir kuram geliştirmişti.

Büyük Menderes’in getirdiği alüvyonlar zamanla Miletos Limanı’nı dolduruyor, denizin çekilmesine neden oluyordu. Anaksimandros, Miletos çevresinde içinde deniz hayvanlarına benzeyen fosiller olan kayaç katmanları da görmüştü (Bunu öğrencisi bizim Değirmendereli Ksenofanes’ten biliyoruz). Buradan, eskiden dünyanın tamamen sularla kaplı olduğu, denizlerin de güneşin etkisiyle buharlaşarak yavaş yavaş çekilmekte olduğu tezini geliştirdi. Dünyada sular çekilince toprak kuruyor, gevrekleşiyor, içinde boşluklar oluşuyor ve yer yer çöküntülere neden oluyordu. Bunu da bize bir diğer öğrencisi ve aynı zamanda Miletoslu hemşerisi olan Anaksimenes bildirmektedir. Söylentiye göre, Anaksimandros Yunanistan’da Sparta yakınlarındaki mağaraları görünce bölgede deprem olmasının ihtimal dahilinde olduğunu söylemiş ve gene söylentiye göre haklı çıkmıştır!

Anaksimandros bütün dünya bir zamanlar sularla kaplı idiyse, ilk canlılar arasında insanın olamayacağını düşünmüştür. Ona göre ilk canlılar balık gibiydi. Daha sonra kabuklu canlılar türedi ve bunlar ortaya çıkmaya başlayan karalara göç ettiler. Bunlardan da insan türedi. Bu, bilim tarihinde bildiğimiz ilk canlı evrimi kuramıdır!

Anaksimandros bunlardan başka astronomik kuramlar da geliştirmiş, dünyanın ekseninin gezegenlerin yörüngelerinin oluşturduğu düzleme eğik olduğunu fark etmiştir.

Sevgili okuyucularım: Tales ve Anaksimandros’un başlatmış olduğu bilim hamlesi, Yunanca konuşan toplumlarda hızla kök salmış ve Arşimed, Öklid, Eratosten, Heron gibi dev isimlerle milattan önce üçüncü yüzyılda doruk noktasına ulaşmıştır. Bu hamlenin belini kıran Roma İmparatorluğu içindeki genel çöküş, kavimler göçüyle Roma’ya akan barbar kavimlerin imparatorluğu ele geçirmesi ve nihayet bu barbarların Hıristiyanlığı kabul ederek bilime alternatif ilkel bir din görüşünü Avrupa’da egemen kılmaları olmuştur.

Bilim geleneğini kısmen kurtaran, Müslüman toplumların Yunan geleneğinin bazı kısımlarını kendi kültürlerine monte etmeleri olmuştur. Ne yazık ki bu da 11. yüzyıldan itibaren doğudan gelen Moğol- Türk akımları ve Müslüman toplum içinde gelişen Aşari görüşleri nedeniyle boğularak kaybolmuştur.

Önümüzdeki hafta Einstein’ı konuştuktan sonra bilimi bilim yapanın ne olduğunu anlamaya çalışacağız.