Magazin

Özge Özpirinççi: Evlilik bana göre değil

Oyuncu Özge Özpirinççi, sevgilisi oyuncu Engin Altan Düzyatan'la ilişkisi konusunda çevresinden evlilik baskısı hissettiğini söyledi.

30 Ocak 2011 02:00

T24 - Oyuncu Özge Özpirinççi, sevgilisi oyuncu Engin Altan Düzyatan'la ilişkisi konusunda çevresinden evlilik baskısı hissettiğini söyleyerek " Bir de evlenme mevzusu… Tutturmuşlar, “Ne zaman evleneceksiniz?” diye sorup duruyorlar. Niye evlenecekmişim? Daha 24 yaşındayım. Tabii, bizde şöyle bir döngü var: Doğuyorsun, büyüyorsun, iş güç sahibi oluyorsun, sevdiğin adamla tanışıyorsun. Sonra da evlenmen, çoluk çocuk sahibi olman gerekiyor. Normal olan bu. Ama kime ve neye göre. Bana göre değil mesela" dedi.

Radikal gazetesinden Ali Tufan Koç'un "Niye evlenecekmişim" başlığıyla yayımlanan (30 Ocak 2011) yazısı şöyle:




Niye evlenecekmişim

Özpirinççi buluşma yerini Moda Teras olarak belirleyince, Anadolu yakasında oturduğunu öğrenmek pek de sürpriz olmuyor. “Sete yakın olsun diye Bostancı’da ev tuttum. Dizi bitti. Şimdi Avrupa yakasında ev bakıyorum” diyor. Nişantaşı’nın Cihangir’in insanı tüketen hızından uzakta, sakin bir semt arayışında. Sevgilisi Engin Altan Düzyatan’la birlikte yaşama fikrine sıcak bakmıyor: “Kendine ait bir çatın, cumhuriyetin olmalı. 24 yaşında kendi evine çıkmış bir genç kız olarak saltanatımın keyfini sürmek istiyorum. Zaten beraberiz, bir bende, bir onda, evcilik misali…” diyor ve ‘Evli çiftlerin bile kendine ait ayrı evleri olmalı.’ gibi iddialı bir söz konduruyor sonuna. TRT’nin yeni kanalı TRT Eğitim’de skeçlerden oluşan bir programın sunuculuğunu yapacak oyuncu Özpirinççi, idolü olmayan, kendine özgü oyunculardan… “İdol demek, beklenti demek. Hırs yapmak demek! Bana göre değil. Hayat sana ne veriyorsa onun en iyisi yapmaya bak. Limon veriyorsa limonata yap” diyor. Özge’nin limonatası ise kendine has, tatlı bir tada, orijinal ve sağlam bir duruşa sahip.


TRT Eğitim’de başlayacak yeni programla başlayalım…

Kanal, üniversite öğrencileri ve yeni mezunlarını hedef alıyor. Programın adı Toplu Hayat. Tamamı komedi ağırlıklı skeçler üzerine kurulu bir program. Bizi sinir eden ama artık hissizleştiğimiz durumların skeç halini sunuyoruz. Çekirdek minik bir ekip çalışıyoruz. Işık yok, kostüm yok… Biraz tiyatro gibi aslında. Bir önceki işim, gayet büyük prodüksiyon, ‘Deli Saraylı’ dizisiydi. Dizi bittikten sonra tekrar büyük bir yapıma girmek beni biraz korkuttu. Böyle alternatif bir iş gelince hemen kabul ettim.


Biraz da nefes almak ister bir haliniz var…

Bu proje bana çok iyi geldi. Kendi kendime olmak, arada boş boş tavana bakmak/bakabilmek büyük lüksmüş.


Tiyatro var mı aklınızda?

Tiyatronun eğitimsiz yapılmasını çok zor buluyorum. Tiyatroda beni korkutan şey hata yapamama lüksü. Sahne savaş meydanı gibi. Çıkmak için yürek lazım. Henüz kendimde o yüreği göremedim.


Dot’un bir parçası olmak ister miydiniz?

Onların içinde olmaktan ziyade, ne içinde ne dışında, yakın bir çizgide durmak beni daha motive ediyor. İsminden ziyade içinde benim için doğru malzeme olması önemli. Ben, tiyatrocu değil oyuncuyum. Geçen gün, Dot’un yeni oyunu Feslen/Kutlama’yı izlemeye gittik. Dönüş yolunda lastik patladı. Arabada Altan, Rıza, ben ve Cemil var. Yolun ortasında kaldık, Rıza çıktı lastik değiştiriyor. “Allahın işine bak! Bir saat önce sahnede ne yapıyordum, şimdi yolun ortasında durmuş kir pas içinde lastik değiştiriyorum.” O sıra, yoldan geçen Serkan (Altunorak) durdu. “Oğlum ne işiniz var burada? Burası benim evin önü.” Yol ortasında bildiğin tiyatro! Çok komik…


İlk filminizin ‘Veda’ olduğunu düşünürsek sinemaya sert, bodoslama bir giriş yapmış oldunuz.

Set ortamına, kamera karşısında olmaya diziden antrenmanlıyım. Sinemadan korkmuyordum. Ta rolümün Fikriye olduğunu öğrenene kadar…


O ana dek ne biliyordunuz Fikriye hakkında?

Fikriye’yle ilgili kimse bir şey bilmiyor aslında. Veda’da fazla yorum katmadan, gerçeklerden yola çıkarak bir kurgu yaratıldı. Araştırmaya kalktığımda fazla kaynak bulamadım. Hakkında üç kitap okudum. Hayatı ve nasıl öldüğüne dair bir muamma var. İntihar etmediğini, vurulduğunu düşünüyorum. Bu benim tarihi yorumlama biçimim. Atatürk’e karşı duyduğu şey aşk değildi bence. Kendini tamamen adama hali… Onun için yaşadığını düşünüyor.


Fikriye’nin sevdiğine kendini adama haliyle kendinizi özdeşleştirdiğiniz oldu mu?
 
Olmadı. Maalesef, 21. yüzyılda yaşayan bir kadınım ben.


Bencil jenerasyonun çocuğuyuz

Günümüzde de varlığını, bir başkasının üzerinden tanımlayan kadınların sayısı hayli fazla…

Evet, ama benimle aynı geçmişe sahip kadınlar değil onlar. Aile yapım, büyütülme tarzım, yakın çevrem farklı. Bencil olmayı öğrenmiş bir jenerasyonun çocuklarıyız. Negatif anlamda söylemiyorum bunu. Bencillik insan için iyi bir şey. Yeri geldiğinde hayatta tek başına kalmanı sağlar. En kötü huyum bencillik değil de kararsızlık. Her zaman ilk karar verdiğime dönüyorum, orası ayrı.


Dört sene önce Engin Altan Düzyatan ile tanışmamış, ilişkiniz başlamamış olsa bugün oyunculuk kariyeriniz farklı bir yerde olur muydu?

Belki de yurtdışında olurdum, bilmiyorum. Altan’ın varlığı kariyerimi olumlu ya da olumsuz etkilemedi. Zaten ne yapmak istediğimi biliyordum. O sadece benim kafamın içinde bir ekstra ses oldu. Altan’a dair en çok sevdiğim şey arkadaşlığı. Ne olursa olsun o benim her zaman arkadaşım olarak kalacak. Duymak istediğim bir ses, fikrini merak ettiğim bir insan, geyik muhabbeti yapmayı çok sevdiğim bir arkadaşım. Aşk ve sevgiden öte vazgeçilmesi zor bir insan haline geldi artık.


Şöhret neleri değiştirdi ilişkinizde?

İkimizin arasında hiçbir değişiklik olmadı. Sokaktan çevirenlerin sayısı artıyor. Artık yurtdışına da sıçradı bu durum. Yılbaşında Roma’daydık mesela. Türk kaynıyordu her yer. Buradan hiçbir farkı yoktu. Şöhret kavramı reddedilecek bir şey değil. Paketin içinde gelen bir şey… ‘Sokakta yürüyememe derecesi’ biraz da oyuncunun elinde. Hiçbir zaman o noktaya gelmek istemem. Hâlâ Kadıköy’e dolmuşla gidiyorum. Karşıya vapurla geçiyorum. İsteklerimden ve davranış biçimimden hiçbir zaman ödün vermedim.


Kendinden ödün vermeden nasıl yürüyor ‘şöhret-hayran’ ilişkisi?

Dışarıdayken kimi sanki sen onun malıymışsın gibi davranıyor. Ünlü birini bulduk hemen etinden sütünden yararlanalım misali “Gel, imzala, şimdi benimle fotoğraf çek” diyip kaçıyorlar. Merhaba, ben de insanım. Gel, tanışalım, sohbet edelim. Bana neyi beğendiğini, neyi beğenmediğini söyle. Kendini anlat bana. İnsan hikayelerini dinlemeyi seven bir insanım.


Kahve içmenizden tutun sinemaya gidişinize attığınız her adım haber niteliği taşıyor. Yormuyor mu bu durum?

Sabahın ikisinde Taksim’de sen beni yakalamıyorsun. Ben zaten oraya eğlenmeye, içmeye, sarhoş olmaya, müzik dinlemeye gidiyorum. Ben oraya son beş altı yıldır gidiyorum. Sen beni son iki yıldır keşfettin sadece. Değişen hiçbir şey yok. Geçenlerde abim geldi yurtdışından. Altan arkadaşlarıyla beraber, ben de abimle oturmuş hasret gideriyoruz. Bir anda magazin ordusu üşüştü tepemize. “Altan’ı aldatıyor” diye konuşmalar filan… Abim panik oldu birden, “Eyvah, yakalandık.” diyor. Döndük kameralara poz verdik. “Arkadaşlar tanıştırayım abim” deyince “Amaaan” diyip sırtlarına döndüler. Altan bir kere İstiklal’de yeğeniyle yürürken çekmeye başlamışlar. Gizem hemen panik olmuş, ağlamaklı sesle aradı “Biz yakalandık!” diye.


Hayatınızda artık ‘yakalandık’ diye bir jargon var…

Aynen. Bir de evlenme mevzusu… Tutturmuşlar, “Ne zaman evleneceksiniz?” diye sorup duruyorlar. Niye evlenecekmişim? Daha 24 yaşındayım. Tabii, bizde şöyle bir döngü var: Doğuyorsun, büyüyorsun, iş güç sahibi oluyorsun, sevdiğin adamla tanışıyorsun. Sonra da evlenmen, çoluk çocuk sahibi olman gerekiyor. Normal olan bu. Ama kime ve neye göre. Bana göre değil mesela.


Sevgiliyi ‘En çekici erkek’ başlığıyla dergi kapaklarında görmek ne hissettiriyor?

Ufak tatlı bir kıskançlık tabii ki var. O da olsun zaten. Kapakta gördüğüm zaman gurur duyuyorum tabii. O değişime şahit olmak, bizzat yaşamak ayrı bir gurur kaynağı.


Ortalığa çıkıp “O benim” diyesiniz geliyor mu?

Babam hep “Kızım hayatında bir erkek varsa, onu serbest bırak. Sıkma, yapma etme” der. Babamın nasihatine uyuyorum. Bana yapılmasını istemediğim bir şeyi ben de yapmıyorum.


Altan’ın hayran kitlesi arttıkça size ‘tepkili’ insan sayısı da artıyordur.

Olmaz mı? Bir ara Twitter hesabı açmıştım, nedir, ne oluyor bakayım diye. Bir keresinde “Bir erkeğin iyi araba kullanıp kullanmadığını yanında rimel sürerken anlarsınız” diye bir tweet attım. Gayet şirin, ‘hihi’ yapıp sonraki tweet’e geçeceğim türden. Hemen mesajlar yağdı, “Yanımda Engin Altan olsa, rimelim hiç eksik olmazdı zaten” diye.


Son dizi ‘Deli Saraylı’ düşük reyting nedeniyle yayından kaldırıldı. Reyting kaygısı oyuncu üzerinde baskı oluşturuyor mu?

2 bin 500 tane, küçük dekodere benzer bir alet senin kaderini belirliyor. Kimin evinde, nerede olduğu meçhul. Ben o aleti görmedim. Sen gördün mü?


Maalesef…
 
Bunu düşünmesi gereken biz değil televizyon yapımcıları. Milyon dolarlık yatırımları 2 bin 500 haneden gelecek verilere bağlıyorsa herkesin oturup düşünmesi lazım.


‘Melekler Korusun’da Hümeyra; ‘Deli Saraylı’da Perran Kutman ile karşılıklı oynadınız. Bu iki oyuncu sizin için ne ifade ediyor?

Onlarla annemin arkadaşı, arkadaşımın annesi gibi yakın olmaya çalışıyorum. Oyunculuğu zaten öğrendim, şimdi hayatı öğrenmeye çalışıyorum onlardan.


Şanslı olduğunuza inanıyor musun?

Çok. Aç kalmıyorum en azından.


Hayatın hangi noktasındasınız?

Kendimi ‘stand by’ moduna aldım, bekliyorum. “Sabredelim, gelecek. Evet, evet, hissediyorum” deyip duruyorum.


Sırada ne var?

Güney Afrika tatili! Martta abim ve arkadaşlarıyla gidiyorum. En çok istediğim yer. Bir aralarda kürk olayına taktım. Aktivist bir topluluğa yardım etmek istiyorum. Onun dışında yeni bir filmin seçmelerine gittim. Dua et olsun!