Türkiye P.E.N. Yazarlar Derneği Diyarbakır Temsilcisi Şeyhmus Diken, T24 yazarı Oya Baydar’ın ‘Surönü Diyalogları’ isimli kitabını değerlendirdi. Şeyhmus Diken, Diyarbakır’ın tarihi Sur kentinde yaşanan çatışmalara dair yazdığı kitaba dair “İşin doğrusu Oya Baydar’ın ‘Surönü Diyalogları’ edebiyatın kudretine sığınarak aslında yaşanan savaş halinin aktörlerinin bir nevi ‘niyet okumaları’ üzerinden kendi sorumlulukları ekseninde bir tartışma başlatıyor” ifadelerini kullandı. Kültür Servisi yazarı Diken “Hendeklerin, barikatların önünde ya da arkasında bütün ölenlere ‘sahip’ çıkarken, bütün öldürenlere de ‘karşı’ çıkan ‘insani’ bir tavır alışın vurgusu!” diye değerlendirdi.
Kürt coğrafyasında 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında Ankara’nın seçim yenileme kararı ve akabinde 1 Kasım 2015 seçimleri sonrasında da ilan edilen fiili savaş halinin edebiyata yansıyacak yüzü için vakit henüz çok erken.
“Haber Nöbeti” için her hafta kente ve bölgeye gelen gazetecilerin gözlem, analiz, deneme ve haberlerinin içinde edebi metinler olmakla birlikte önümüzdeki günlerde asıl yaşanan “büyük tahribatın, felaketin” edebiyatı yazılacak, inanıyorum.
Oya Baydar’ı okumaya başlayalı çok uzun zaman oldu. 12 Mart 1971’in hemen akabinde dönemin ağır baskı koşullarında lise öğrencisi iken çıkan Yeni Ortam Gazetesi’nde ilk evvel yazılarıyla tanışmıştım. Epey sonra bu kez romanları okurla buluştu.
Oya Baydar evet bir yazar, ama salt yazar kimliğiyle okur-yazar ilişkisi ile yetinen biri değil. Aydın kimliğiyle de ülkede yaşanan sıkıntılara, şiddet iklimine, fiili savaş hallerine cepheden vicdanıyla tavır alan bir aydın.
İşte Sur’da, Cizre’de ve Kürt illerinin diğer yerleşkelerinde hendekli, barikatlı, yasaklı günlerle birlikte 2015’in kış başında birkaç arkadaşı ile Diyarbakır’a “Ne yapabiliriz?” sorusuna cevap olmaya gelmişti. Yaklaşık 20 kişilik bir grupla uzun sohbetler yürüttükten sonra bir kelam etmişti; “İki tarafa da hele bir durun diyelim” demişti.
Sonra 150’ye yakın gazeteci, yazar, sanatçı, aktivist ve aydınla Diyarbakır’a gelip Sümer Park’ta Suriçi’nin evini barkını kaybeden, çocuklarının akıbetini sorgulayan sakinleriyle bir buluşma gerçekleştirmişlerdi. Ardından da Suriçi’ne doğru toplu bir yürüyüş…
Yaşanan an’la yüzleşmek!
İşte Oya Baydar’ın “Surönü Diyalogları”* adını koyduğu kanımca uzun hikâye, kısa roman ya da anlatı da diyebileceğimiz erken bir “yüzleşme” kitabı 1 Haziran’da Can Yayınları’ndan çıkıyor. Yayımlanmadan dosya olarak okuma fırsatım oldu.
Kitap, 31 Aralık 2015’de karlı bir kış günü Sur’a ve dahi şehre ziyaretle başlıyor. 2 Aralık’tan beri 29 gündür süregelen yasaklı savaş halinin ayının dolmasına iki gün kala!
Şehre ilk önce, neredeyse yarım asır evvel 1970’li yılların başında gelişinin kıyasıyla hikâye başlıyor. O zamanlar bölgedeki “toprak mülkiyeti” üzerine araştırma yapmak için bir geliş söz konusu. Dolayısıyla o yılların “geçer akçe” kavramıyla sol-sosyalist perspektif üzerinden “sınıf” eksenli bir bakış egemen. Bildik kavramla parça, bütün’e tabi olacak. Mesele özünde sınıf meselesidir….
Sonra hızlı bir zaman sarmalından geçilerek 2015 yılının gerçekliğiyle yüzleşilir. Yaşanan an’la yüzleşmek! Üzeri kar’la örtülü şehrin dingin havasını yırtan mermi ve top sesleri yüzleşmenin en kaba halinin ilk çağrıcıları olur.
Kitap ikili diyalog üzerine kurulmuş. Öyle ki yazar ve muhatabı peş peşe iki ve farklı belirgin yazı karakteriyle yer yer tartışıyor, didişiyor, kendi gerçekliklerini biri diğerine anlatıyor.
Bir yanda yazar var; evet vicdanlı, sorunlara, hem ülkenin genelinde hem de “ülkenin doğusunda” yaşanan trajediye duyarlı ve kafasındaki çözüm modellerini büyük ölçüde insani duyarlıkla bina etmeye çalışan bir yazar var.
Diğer yanda ise, ikili diyaloğun muhatabı bir Kürt var. Gerçi kendi ifadesi ile “Babası cezaevinde işkencede” ölmüş, “anası Kürtçeden başka dil bilmeyen” ve dolaysıyla coğrafyanın yaşadıklarını “içeriden” anlatan, ama zaman zaman da aslında daha rahat bir yaşam içinde olduğu hissedilen sanki bir “beyaz Kürt” tiplemesi ile okur karşı karşıya…
Vicdanı rahatlatmak...
Yazının başında “erken bir Sur yüzleşme” kitabı dedim ya! Gerekçelerim var.
Yazar da biliyor ki; kendisi gibi bölgeye gelip giden birçok kişinin “kente dair özlemleri” ne kadar “turistikse”, kendisini turist kimliği üzerinden eleştirmeye yeltenen muhatabının da duyguları “romantik, gerçeküstü, hatta mistik” öğeler taşıyor…
Bu sebeple kendisine bir iyilik yapmaya, belki de vicdanını rahatlatmaya, göğsüne çökmüş ağırlıktan kurtulmaya, ya da birikmiş/ biriktirilmiş günahların bedelini ödemeye gelinmesi gereken bir zamandır Sur’a gelme ve Sur’da yaşananlarla yüzleşme zamanı!
Çatışma/ savaş hali öncesindeki gelişlerde “önünden geçilip de görülmeyen, fark edilmeyen, hatta değeri pek bilinmeyen” neler var ise şimdi yitirilmiş değerler olarak “Akıbetleri ne oldu?” diye sorgulanmanın zamanı oluyor ister istemez!
Oya Baydar aslında bir tek muhatapla diyalog kurmaya çalışıyor gibi bir üslup tutturmuş olsa da, yaşanan trajedinin farklı aktörlerinin bir tek bedende vücut bulmuş hali üzerinden bir dil tercihiyle okuru karşıya bırakıyor. Doğal olarak en azından yakın gelecekte “taraflar” üzerinden ortak dil oluşturabilecek tartışma zemini üzerinden bir muhatap(lık) tercihini sanki esas alıyor.
Yer yer meselenin yaralayıcı ruh hali üzerinden ciddi tartışmalar yürütülüyor!
Yazarın “muktedirin şiddetine karşı, mağdurun şiddeti, devlet terörüne karşı örgüt terörü” vurgusu ve beraberinde “Başka seçenek yok mu?” sorusuyla birlikte! Savaşın kurbanları arasında ayrım yapılmasına karşı çıkıp; “ölümde herkes eşitlenir, aslolan hayattır” vurgusuna karşılık!
Muhatabı; “Savaşta herkes kendi örgütünün şiddetini haklı görür” diyerek taraflar arasında tarafsızlığın gerçekçi olamayacağını ve “Saldırıya uğrayan ile saldırganı bir tutamazsın!” vurgusuyla nerede durduğunun ısrarcı hali…
Bir nevi 'niyet okuma'
“Surönü Diyalogları”nda Mart ve 1 Nisan 2016 tarihlerinde yeniden şehre gelişler de var tabii. Şehrin yaşadığı travmatik savaş halinin şehirde adeta rutine dönüştüğü “kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi” gibi şehrin kepenklerinin inik olma hali…
İşin doğrusu Oya Baydar’ın “Surönü Diyalogları” edebiyatın kudretine sığınarak aslında yaşanan savaş halinin aktörlerinin bir nevi “niyet okumaları” üzerinden kendi sorumlulukları ekseninde bir tartışma başlatıyor. Hendeklerin, barikatların önünde ya da arkasında bütün ölenlere “sahip” çıkarken, bütün öldürenlere de “karşı” çıkan “insani” bir tavır alışın vurgusu!
Diğer yanda ise; coğrafyada yaşanan savaşa kendi hinterlandında her karşı çıktığında çevresindeki kimilerinin “ama onlar da…” diye başlayan cümleler kurmalarına karşı duran yazara; aslında fiili olarak kendisi de hikâyenin merkezinde olmayan, kendisi “içeride” olduğunu sansa bile hendeğin barikatın dışındaki birinin ruh hali üzerinden şehri anlamaya ve anlatmaya çalışan bir “beyaz Kürt”ün anlatısı…
Suriçi’nde, Cizre’de, Hakkâri’de, Nusaybin’de ağır savaş koşulları hâlâ sürüyor. Dolayısıyla üzerinde konuşulacak ve yazılacak zamanların gelmesine hâlâ epey vakit var. Barikatların gerisindekilerin edebi dili ne diyecek, henüz erken…Tozun, dumanın hele bir kalkması gerek.
Bu sebeple yazının başında söylediğimi tekrarlayayım. Konu hakkında henüz yeterli bilgi sahibi olmayanlara ve dahi muktedirin hendeği, barikatı gerekçe göstererek devasa boyutta “orantısız güç gösterisi”nde bulunduğu bir “büyük felaket” halinde bile mağduru, mazlumu, madunu “ama onlar da…” diyerek “hak etmişlerdi…” gibi imleyenlere bir edebi okumanın ilk metni olacak ve üzerinde çokça konuşulacak bir kitap olmaya aday “Surönü Diyalogları”…
*Oya Baydar, “Surönü Diyalogları”, Can Yayınları, 1 Haziran’da çıkıyor…
29 Mayıs 2016 Diyarbekir