Osman Hamdi Bey sanat tarihinde gizemli, tartışmalı ve derin izler bırakan bir sanatçı olarak hâlâ büyük bir heyecan yaratıyor ve bu heyecan, resimlerindeki “giz”i çözmek için ressamın izlerini fırça darbelerine kadar inceleme ihtiyacını doğuruyor. Onun resimlerinde bazıları Doğu’ya Batı’nın penceresinden bakmış bir Doğulu, bir oryantalist görüyor; bazıları ise ciddi bir toplumsal eleştiri damarı buluyor.
Evrensel'den Hakan Güngör'ün haberine göre Osman Hamdi Bey’in resimleri bugün yeniden gündemde zira Sakıp Sabancı Müzesi Resim Koleksiyonu’nda yer alan, Osman Hamdi Bey’e ait altı eserin bilimsel çalışmaları nihayet tamamlandı. Sonuçlar, “Görünenin Ötesinde Osman Hamdi Bey” adlı sergiyle sanatseverlerle buluşuyor.
Osman Hamdi Bey’in “Vazoda Çiçekler”, “Kuran Okuyan Hoca”, “Kokona Despina”, “Naile Hanım Portresi”, “Arzuhalci” ve “Cami” adlı tablolarının büyük bir özenle ve bilimsel yöntemlerle incelendiği çalışmaların sonucu olan sergi, Osman Hamdi Bey’in bu resimlerine dair ilginç sonuçlar ortaya çıkardı.
Sergi sayesinde resimlerin ilk hallerine dair fikirler edinebiliyoruz, resimlerin başkaca sebeplerle tahribata uğradığını anlıyoruz. Ne var ki, yalnızca bu tabloları değil, başyapıtı sayılabilecek diğer eserleri de tekrar tekrar konuşulmayı hak ediyor. Çünkü yalnızca teknik açıdan değil, sanatsal ve tarihsel açılardan da “Görünenin ardında bir ressam” olduğunu biliyoruz.
Meşhur tablosu “Kaplumbağa Terbiyecisi” de her fırça darbesi konuşulmayı hak eden bir tabloydu, şimdi yeniden ve yakından bakıyoruz.
Bir Japon gravüründen esinlendi
Osman Hamdi Bey’in resmi aslında 1869’da Fransa’da yayınlanan “Le Tour du Monde” dergisindeki bir gravüre çok benziyordu. Gravürde, tıpkı tablodaki gibi kaplumbağalarla meşgul olan, çeşitli sesler çıkararak onları yönlendirmeye çalışan, hafif kamburlaşmış yaşlı ve sakallı bir adam vardı.
Peki Osman Hamdi, 1906 tarihli tablosunu, 1869’ta yayımlanan bu dergiyi görüp, zihnine kazıyıp öyle mi yapmıştı? Bu konu, Osman Hamdi Bey’in babasına 1869’da yazdığı bir mektubun ortaya çıkmasıyla açıklığa kavuştu. Osman Hamdi mektubunda, “Bana yollamış olduğunuz Tour du Monde’u okudum” demişti. Mektubu ve dergiyi ortaya çıkaran Prof. Edhem Eldem, “Bu ciltte yer alan bir İsviçre diplomatının Japonya üzerine makalesindeki gravürde bir kaplumbağa terbiyecisi resmedilmişti” diyecekti.
Kaplumbağa Terbiyecisi, Osman Hamdi Bey'in kendisi
Osman Hamdi Bey’in meşhur tablosunda gördüğümüz yer aslında Bursa Yeşil Cami’ydi. Resimdeki yorgun ve hafif kamburlaşmış adam Osman Hamdi Bey’in ta kendisiydi! Yani “Kaplumbağa Terbiyecisi” aslında bir otoportreydi. Aslında Osman Hamdi Bey otoportre yapmayı severdi. Bir tabloda kendisinden birkaç tane resmettiği bile olmuştu! “Cami Kapısı Önünde Konuşan Hocalar” tablosunda kendisinden üç tane birden resmetmişti.
Akla yatkın bazı yorumlara göre bu tabloda resmedilen, bir türlü eğitilemeyen, hale yola getirilemeyen ne eğitimle ne cezalandırmayla bir yere varılan kaplumbağalar bürokratların ta kendisiydi. “Kaplumbağa Terbiyecisi”nde yaşlı adamın kaplumbağaları müzikle terbiye etmeye çabaladığını görüyorduk. Dervişin elinde bir ney vardı ancak neye üflese dahi kaplumbağaların o sesi duyacak kulakları yoktu. Aynı şekilde sırtındaki vurmalı çalgı nekkare de aynı sebepten işe yaramayacaktı. Yaşlı adamın sırtındaki ters durmuş nekkare, bir kaplumbağa kabuğunu andırıyordu. Terbiyeci, zamanla terbiye etmeye çalıştıklarına benzemişti… Nekkareyi çalmak için kullandığı ve boynunda asılı duran çatallı sopa da aynı sebepten dolayı işlevsizdi. Dahası bu sopayla kaplumbağaları itelemek de sonuç vermeyecekti çünkü kalın kabuklarının altına saklanabilen kaplumbağaları bu tür cezalarla da eğitemeyecekti. Neyin ve figürün pozisyonunun, yorgun yüzünün sabra işaret ettiği açıktı. Derviş, belki de hâlâ bir mucize bekliyordu…
Tabloda kaplumbağaların bazıları önlerine atılan yaprakları yemekteydi. Bu, bazı sanat tarihçilerine göre rüşvetin sembolüydü. Rüşvet alan bürokratlar rüşvet verenin önünde toplanıveriyordu. Ya rüşvet verilmediğinde? Onu da tabloda dervişin hemen arkasında kalan kaplumbağalarda görürüz. Onlar rüşvet alamamıştı ve uzaklaşmaktaydı…
“Kalplerin şifası, sevgiliyle buluşmaktır”
Resme dair bir başka detay da pencerenin hemen üstündeki yazıya dairdi. Burada, “Şifa’al-kulûp lika’al Mahbub” yazıyordu. Yani, “Kalplerin şifası, sevgiliyle buluşmaktır.” Osman Hamdi, rüşvet çarkının karşısına şifanın olduğunu düşündüğü şeyi koyuyordu…
Nihayetinde daima tembel, daima eğitimsiz, daima değişime karşı bürokrat ordusunun rüşvet dışında harekete geçirilemediğini de sembolize eden karamsar bir tablo olduğu görüşü, çok uzak bir yorum da değildi.
Üstelik doğulu giysiler giyen bu adam, yüzünü batıya dönmüştü. Tıpkı Devlet-i Aliyye’nin son dönemi gibi… Bazı görüşlere göre Budist keşişlerinkine benzer turuncu kıyafet, aynı zamanda kurumakta olan yaprakları andırarak, ölüme yaklaşmayı işaret ediyordu.
Aynı resmi iki kez yaptı
Bugün Pera Müzesi’nde sergilenen Osman Hamdi Bey’in resmi ilk kez 1906 mayısında Paris’te sanatseverlerle buluştu. Fransız Sanatçılar Derneğinin düzenlediği sergide tablonun adı, “L’homme aux Tortues” (Kaplumbağalı Adam) diye yazılıydı. Sergideki İngilizce katalogda ise “Tortoises” (Kaplumbağalar) olarak geçiyordu. Yani aslında tablonun adı “Kaplumbağa Terbiyecisi” değildi. Ama tablo yıllar yılı bu isimle anıldı.
İşin bir diğer ilginç yanı Osman Hamdi’nin bir yıl sonra aynı tabloyu bazı değişikliklerle bir kez daha yapmasıydı. Bu yeni tablo daha küçüktü, kaplumbağa sayısını artırmıştı. Dahası, duvara üzerinde “Allah” ve “Muhammed” yazan bir tablo ile pencere önüne bir testi yerleştirmişti.
Tabloların teferruatı
Osman Hamdi Bey hemen her resminde fonu, figürü, detayları ve yaklaşımıyla adeta çözülmeyi bekleyen şifreler bıraktı. Yorumlar çeşitlenebiliyordu, çünkü kurduğu kompozisyon farklı bakış açılarına, eleştirilere ve değerlendirmelere uygun malzemeleri sundu. Tam da Adolpho Talasso’nun 1910’da Osman Hamdi hakkında yazdığı gibi, “O, detaylar yığını tuvallerinin her birini bir sanat ve hayat şiiri haline getirir ki, onlarda en ufak teferruat, tabloya adını veren esas kişi kadar incelikle belirlenmiş ve işlenmiştir.”
“Görünenin Ötesindeki” Osman Hamdi’nin daha uzun yıllar konuşulacağı, her tezin sürekli başka tezler, şifreler ve göndermelerle tartışılacağı ortada… Zira Osman Hamdi’nin şövalesinin bir ayağı gerçeklere, bir ayağı hülyalara, öbür ayağı ise sembollere dayanıyordu.
"Mihrap" ve figürün ayakları altındaki dini metinler
Osman Hamdi Bey’in sembolik yanı ağır basan resimlerinden bir diğeri de “Mihrap”tı. Yapıldığı dönemde “Yaratılış” olarak anılan tablosunu 1901’de tamamladı. Resimdeki kadının ressamın eşi Naile Hanım olduğunu iddia edenler de vardı, evde çalışan bir Ermeni kadın olduğunu öne süren de…
Bu resim Osman Hamdi Bey’in din ve yaratılış kavramlarıyla adeta hesaplaşmasını ifade ediyordu. Tabloda, Müslümanların camide Kabe’ye döndükleri mihrapta bir kadın görülüyordu. Kadın, Kur’an okunmak için kullanılan rahlenin üzerine oturmuştu. Dekolte kıyafetiyle dikkat çeken kadının ayakları altında dini metinler vardı. Eldem’e göre bu kitaplar ve sayfalar, Kur’an, Zerdüşt dininin kitabı Zend-i Avesta ve Budizm’in kitabı Sakiya Muni idi.
Osman Hamdi bu tabloda gerçek yaratıcının kadın olduğunu, dini referansların dışında bir “yaratım” olduğunu gösteriyordu. Osman Hamdi’ye göre, yüzün dönülmesi gereken, her şeyi en başını, ezeli olanı anlamak için kafa yorulması gereken, doğurganlığın ta kendisiydi.
Üniversite ve müze kurdu
Sadrazam İbrâhim Edhem Paşa’nın oğlu olan Osman Hamdi Bey 1842’de doğdu. Hukuk eğitimi için gittiği Paris’te 12 yıl kaldı. Paris’te geçirdiği yıllar onun başta resim olmak üzere sanata yönelmesine neden oldu. Gustave Boulanger, Jean Leon Gerome gibi ünlü ressamlardan eğitim aldı. Memlekete döndüğünde sanatsal faaliyetlerine farklı alanlarda devam etti. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurulmasında rol oynadı, bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi adıyla eğitim veren Sanayi-i Nefise mektebini kurdu. Lagina antik kentinden Nemrut’a, pek çok yerde kazılar yürüten Osman Hamdi Bey 1910’da öldü.