Halûk Sunat
Psikiyatr, Türkiye Psikiyatri Derneği ve PEN üyesi
Aşağıdaki yazı, Hayal, Hakikat, Yaratı/ ‘Adalet Ağaoğlu ve Roman Dünyasına Psikanalitik Duyarlıklı Bir Bakış’ isimli kitabımın (1), ‘Soranına Notlar’ bölümünden -şimdinin ihtiyacı gözetilerek- alıntılanmış ve güne uyarlanmıştır. Söz konusu çalışmanın muradı, hakikatin verili yüzü (‘gerçeklik’) ile çatışan yazar öznenin, muhayyel/ yaratısal gerçekliğe doğru yol alırken ne denli samimi (o anlamda, ne denli yaratıcı) olduğunu tartmak ve o deneyimden beslenerek ‘yaratıcı edim’in estetik ölçü(t)lerini ortaya koymak idi. ‘Sağlıklı ve Marazlı Narsisizm’ başlıklı notum, nasıl, Ağaoğlu’nun ‘Dar Zamanlar’ roman dizisinin başkişisi Aysel’i ‘analitik’ derinlikte anlamamıza yardım etmişse, kanımca, bugünün belli toplumsal rolleri içindeki kişiliklerin –hayatın akışı içindeki- tutumlarını anlamamıza da yardımcı olacaktır. (2)
Orta yaşın sağlıklı narsisizmi
Herkesin, ‘ölçüyü kaçırmamak’ kaydıyla, önce kendisini sevmesinde (öncelikle kendine ‘libidinal’ yatırımda bulunmasında -narsisizm-) bir beis yok. Bu, ‘sağlıklı narsisizm’ dediğimiz hâldir. Hatta, ‘önce can, sonra canan’ deyişiyle, sevmeye ilişkin takdim ve takdir sırasının anıldığı gibi olmasının uygunluğu -eşyanın tabiatı esas tutulmak suretiyle- halkımız tarafından da teslim edilmiştir.
Otto F. Kerngberg, sağlıklı narsisizmle marazlı narsisizm arasındaki münasebet ve nispetleri yoklayan araştırmalar erken yetişkinlik döneminde pek fazla olmadığı için, meseleyi ‘orta yaş’ diliminde ele alıyor. Peki, hangi yaşlar, ‘orta yaş’tan sayılır? Kerngberg, kesin bir sınır çekmenin mümkün olmadığını belirterek, kabaca, otuzların sonu ile altmışların başı arasını orta yaş olarak aldığını (pek alışıldık bir tabir olmasa da, bu döneme, ‘orta yetişkinlik dönemi’ demenin daha uygun düşeceğini) ifade ediyor.
Sağlıklı bir narsisistik yapı ‘orta yetişkinlik dönemi’ni nasıl yaşar? Kernberg; Erikson (1959), Melanie Klein (1963), Jaques (1970), Cath (1962), Levin (1965), Lidz (1968), Vaillant (1977), Levinson (1978) ve Eissler’in (1975) çalışmalarını andıktan sonra sorusuna kendi yanıtlarını aktarıyor. Şimdi, bu değinileri, -ortalama okurun anlamasını zora sokmama kaygımızı da dikkate alarak- aktarmaya çalışalım.
Nasıl belli yaş dönümlerinde, -hayat koşullarının dayatması ile- çocuklukta kurulmuş ve neredeyse uykuya yatmış olan birçok ‘özdeşim’ (etrafımızdaki kişilerin kişiliksel özelliklerini benliğimize katma tutumumuz) uykusundan uyanırsa, aynı şekilde, erken yetişkinlikte ya da orta yaş döneminde de, böylesi özdeşimler uykularından uyanır ve etkinleşirler. Söz konusu orta yaş insanında uykudaki özdeşim hikâyelerini canlandıran, ergen veya genç yaştaki çocuklarıyla ilişkileridir (tabii, bu kez, roller tersine dönmüştür). Eğer geçmişte yaşananlar bastırmalara yenik düşmemiş (yani, o yaşam izleri bilince katılabilmekte) ve sağlıklı bir narsisistik bütünlük kurulabilmişse, o yaş insanının ebeveynlerine dönük –olumlu/yapıcı- duygu yüklü anımsayışları çocuklarıyla ilişkilerinin de bir parçası hâline gelecektir. Hatta, geçmişle şimdi (öncesinde olabildiğinden; yani, kendi ebeveyni ile yaşadıklarından) daha güçlü bir şekilde içiçe geçer. Orta yaş insanı, sağlıklı narsisizmi ile, yalnızca geçmişi daha berrak bir şekilde anımsamakla kalmaz, -şimdinin rol değişikliği içinde- geçmişini daha iyi anlamaya da başlar: “Geçmişe ilişkin anlayışın artışı, insanın kendisini ve yaşlanmış olan ebeveynini anlayışını zenginleştirdiği gibi; gelip geçen hayat ve geleceğe ilişkin farkındalığını da kuvvetlendirir” (3). Böylece, yaşlanmış olan anne-babalarımızın geçmişte ne olduklarına dair içgörümüzün gelişmesi onlarla özdeşimlerimizi daha bir kuvvetlendirecek, bu da (bir yandan geçmişteki kendilik ve ebeveyn imgelerimize, bir yandan da, genç ve yaşlı kuşak arasındaki ilişkiye dair kavrayışımıza yansımak suretiyle) geçmiş ve geleceğimiz (müstakbel yaşlılığımız) içindeki rol kurgumuzun bütünleşmesine yardımcı olacaktır. Toparlarsak; orta yaşa sağlıklı bir narsisizmle gelebilmişsek, bizden genç ve bizden yaşlı kuşakla ilişkilerimiz, bugünümüzü geçmişle, geleceğimizi bugünle zenginleştirme imkânı olacak; bir başka deyişle, kendimiz ve etrafla barışık bir hayat sürme şansı bulacağız demektir.
Çocukluktan ergenliğe ya da ergenlikten yetişkinliğe geçmekte olanların belirgin değişme ve yenilenmelerle örülü hayatı ile ebeveynlerinin hayatları arasındaki çarpıcı karşıtlık hepimizin malumu. Yetişkin anne-babalar, bir yandan çocuklarının hızla büyüyüp evi terk edişlerine, bir yandan da kendi ebeveynlerinin hızla yaşlanma ve yok oluşlarına tanıklık ederler. Öyle ki, orta yaş insanı için, cansız dünyanın istikrarsızlığı bile ürkütücüdür. Şimdiki şehir, bildiği şehir; komşuları, bildiği komşular değildir (dahası, komşuluklar bile kalmamıştır). Artık, dış dünyasındaki bu -simgesel- değişmelerle ayrılığın ve yitimin yasını tutmaya hazırlanmalıdır. Hayatın gelip geçiciliğine ilişkin bu farkındalık; orta yaş insanının yas sürecini pekiştirirken, onu, hem geçip giden hayatını, hem de giderek yakınlaşan geleceğini kabule yatkınlaştırır. Sağlıklı narsisizmin orta yetişkinlik yaşı, hayatın yitimleri ve yitimliliği ile el sıkışma çağıdır. (4)
Narsisizmi sağlıklı ölçülerde olan herkes, orta yaş sürecinde, geçmişte ne olduğunu, ama özellikle de gelecekte ne olabileceğini açıklıkla idrak edebileceği; ‘kendisini, kendi sınırlılığı içinde’ kabul etmesi gerektiğini öğrenebileceği bir yaşa gelir. Eğer o yaşa öylesi bir donanımla gelebilmişse, gücenmeden şunu da teslim edecektir: Evet; bazı noktalarda, bazıları beni sollayabilir. Böylesi bir gelişkinlik, insanın hem kendi hem de etrafındakilerle ilişkisinde barışıklığını güçlendirir; sevgisini nefretine egemen kılar. İnsanın kendisiyle ilgili sınırları tanıması, ona -belki acılı bir öğrenme sürecidir ama-, becerebilirse, başkalarının yaratıcılığı ile özdeşleşebilme; utanç, kıskançlık ve haset yerine, hoşnutluk ve şükran duyguları ile yaşayabilme yetisini de kazandırır. Aklımızda tutalım; sağlıklı narsisizmdeki bu duygusal gelişkinlik, -aynı koşulları- aklileştirmeler (‘rationalization’), yadsımalar (‘denial’), kendini geri çekmeler (‘resignation’), hor görmeler (‘cynicism’), narsisistik öfkeler ve mazoşistik kendini suçlamalarla karşılama telaşındaki marazlı narsisist yaşayışın tam karşıtıdır.
Ebeveynlerin, kardeş, akraba ve çocukluk arkadaşlarının yitimine tanıklık, hayatın gelip geçiciliğine (faniliğimize) ilişkin farkındalığımızı artırırken; yaşlanmanın bedensel sağlıklılığımıza, kendimizi hissedişimize ve görünüşümüze yansıyışları da, olası hastalıkları ve -ne vakit, bilinmez- ölümün kaçınılmazlığını kabullenmemize yardımcı olacaktır. Altını çiziyorum; söz konusu tatsızlıklarla gerçekçi bir şekilde (yadsımadan, marazlı bir kaygıya düşmeden; yani, fazlaca ekşimeden) yüzleşebilmek, ancak, sağlıklı narsisistik bir yapı ile olanaklıdır.
Nasıl, daha önce –çocuklukta-, üstben’in (ruhsal aygıtın, yapıp ettiklerimizi gözetleyici, yargılayıcı tarafının) bütünlüğünün temini ve sağlamlaştırılması bağlamında bir şekilde aşılmış olan ödipal karmaşa ve çatışmalar (güçlü cinsel ve saldırganca dürtülerin etkinleşmesi ve üstben’in kısmi çözülüşü ile birlikte) ergenlikte yeniden ortaya çıkıyorsa; toplumsal yaşantının diğer bazı evrelerinde olduğu gibi, orta yaşta da, ödipal karmaşa ve çatışmalar yeniden canlanır. Zira, çocuksu ya da ergen ödipal uğraşlar içinde olan çocuklarımız, kendi bilinçdışı ödipal çatışma ve savunmalarımızın daha bir kolaylıkla etkinleşmesine de yol açmaktadır. Bir başka deyişle, bir vakitler hâle yola konulmuş gibi olanlar orta yaş koşullarında yerlerinden oynamakta; dolayısıyla, oynayan taşların salimen yerlerine oturtulmasında o yaşa hangi narsisistik donanımla gelindiği ayrıca önem kazanmaktaır.
Şu unutulmamalı: Büyükler, cinsel ve saldırganca (‘sexual and aggressive’) eğilimlerini ne kadar uygun bir bileşime taşıyabilirse (yani, narsisistik dengeyi hangi ölçüde kurmuşlarsa); çocuklar da, söz konusu eğilimlerini, sevginin egemenliğinde o oranda bütünleştirebileceklerdir. Bir başka deyişle, orta yaşa layıkıyla varabilmek (kemale ermek!); gençler üzerindeki güçlülük ve denetleyicilikten vazgeçebilmek (bu anlamda, ebeveynliğin façasının gençler tarafından alınmasına dair olgun bir kabullenişi gösterebilmek), yetkeyi (cinsellik ve gücü) genç kuşağa cömertçe devredebilmek, çocuklarımızı koşulsuz sevebilmek ve özerkliklerini tanıyabilmek demektir. Böylece, orta yaşa sağlıklı bir narsisizmle varan yetişkin, hayatın diğer alanlarında kendisini uygunca ortaya koymakla birlikte sınırlılığını yadsımayacak; çözülmemiş ödipal ve narsisistik çatışmalarının itkisi ile, -güç ve denetimin kendisinde olması için- ümitsizce hayatı tırmalamayacaktır.
Orta yaşa gelindiğinde daha da bir hatırda olmalı; -Kernberg’in de aktardığı üzere- Goethe, insanın iki kez öldüğünü söyler: İlkin, kendi ölümünde; ikinci kez, onu seven ve anımsayanların ölümünde. Kernberg, kendi geleceğinde bu hakikati okuyan orta yaş insanının; kendi geçmişine -ve o anlamda yitirdiği ebeveynine- de o duyarlıkla yaklaştığını; eşi, çocukları, çok yakın arkadaşları ve analisti ile bu duyarlığını paylaşma ihtiyacında olduğunu söyler. Yitirilen ebeveyne ilişkin bu yaşantı -yas yaşantısı-, ister istemez, ebeveyne ilişkin karşıt duyguların çatışmasını (bu anlamda, ödipal karmaşayla yeni bir bilinçdışı baş etme çabasını) da beraberinde getirir. İşte bu çaba, orta yaş döneminde, çocuklarımıza yönelik çatışkılı duygularımızın üstesinden gelmemizde; onların bağımsızca gelişen dünyalarına daha bir muhabbetle yaklaşabilmemizde bize esin kaynağı olacaktır. Geçmişten devşirilen sağlam bir iç gerçeklik ve ondan kaynaklanan güven duygusu, gençlere hasetimizi ve -doğrudan veya yansıtılmış öfkemizin ifadesi olan- beyhude yarışmacılığımızı da dindirir. Böylece, sağlıklı bir narsisizm içinde, genç kuşaklarla geçmişin paylaşımı; yeni olana bilinçdışı bir hasetlenmeden değil, geçmişte kendileri için değerli olana dair sorumluluk ve sevgiden kaynaklanacak; geçmiş, gençliğe; rahatsız edici bir yük olarak değil, bir armağan olarak sunulacaktır.
Sonuçta; sağlıklı narsisistik doyumlar, yalnızca özsaygıyı artırmakla kalmaz, başkalarıyla kurulan doyumlu ilişkilerden dolayı, onlara ilişkin sevgi-takdir-şükran dolu yatırımlarımızı da güçlendirir. Bu, aynı zamanda -içselleştirdiğimiz o nesne temsillerinin (iç dünyamızı kuran karşılıklarının) kuvvetlenmesi yoluyla-, kendiliğin de zenginleşmesi ve desteklenmesi anlamına gelir. Böylelikle, dış kaynaklardan sağlanan narsisistik doyum, ikincil olarak, iç kaynaklardan da beslenmiş olmaktadır. Öte yandan, sağlıklı narsisistik doyumlar, günlük etkinlikler, iş, yaratıcılık ve değerler alanında başarılı yatırımlarla elele yürüdükçe, kişiliğin iç doğası da ona göre yapılanacak; ve bu da, benliğimizin, hem ‘üstben’in ‘ben ideal’i (ne/ nasıl olmamız gerektiğine dair ölçü), hem de bilinçli hedef ve ideallerle uyumluluğunu temin edecektir.
Bitirirken; mutlak iktidar hırsının, maddi ve manevi gücü kendi tekelinde muhafaza etme kıskançlığının, dediğim dedikçiliğin, had bilmezliğin, sağlıklı bir narsisizmle ne denli bağdaşır olduğunu; ya da, halkın kurucu iradesinin yeni bir ‘toplumsal sözleşme’ye akıtılmasının kaçınılmaz olduğu tarihsel eşiklerde, hoşgörülü, barışçıl, farklılıklara eşitlikleri içinde saygılı, ayrımsız herkesin kayıplarına duyarlı (yas tutma yeterliliğinde) güngörmüş (sağlıklı narsisizmle mücehhez) bir tarz-ı siyaset ve siyaset erbabına ihtiyaçtaki yakıcılığı da okurun takdirine bırakmak isterim.
Orta yaşın 'marazlı (‘patolojik’) narsizmi
Marazlı narsisizmde, sağlıklı olanında anılan tüm güzellikler tersyüz olur. Örneğin, marazı, sınır (‘borderline’) düzeyinde yaşayanların kendilik (‘self’) dağınıklığı, marazi ölçülerde büyüklenen (‘grandiose’) bir kendilikle telafi edilmeye çalışılır. Söz konusu bu marazlı büyüklenme; nesneler ve onların iç dünyadaki temsillerinin değersizleştirilmesi, kendiliğin veya nesne temsillerinin değersizleştirilen parçalarının dış dünyaya yansıtılması (kendisi sütten çıkmış ak kaşık, dışarısı dibi kara tencere olmak) yolu ile tedarik edilir. Dış dünyadan hortumlanansa, büyüklenmeci kendiliğin narsisistik doyumunu temin eden hayranlıktır. Lakin, giderek hayranlık kaynağı tükenecek, tükendikçe değersizleşecektir. Başkalarının değersizleştirilmesi, -karşılığı duygusal boşluk olmakla birlikte- kişiyi kıskançlıktan koruyacak; ama sonuçta, ihtiyaç duyduğu kötü gününde (yitimler, düşkünlükler, vb.) dönüp sığınacağı bir iç dünya da kalmayacaktır.
Narsisistik hasta; vantuzlarcasına aldığı alkış ve hayranlığı, kazandığı başarıyı, neredeyse, kendi içinde çürütür; sonsuz açgözlülüğü ile aldıklarını kendi içinde tahrip eder. Bu tutum, hastanın geçmiş ve gelecekle ilişkisini de etkiler. Yeni bir narsisistik yakıt arar durur; ancak, ister istemez, öyle sonsuz doyumun mümkün olmadığını keşfeder ve gelecek korkusu bacayı sarar. Geçmişine dönüp baktığında, ne şimdisinde, ne de geleceğinde tutunacak bir dalı kalmıştır. Hiçbir şeye şükran duymadan yaşanılmış geçmiş, yitik bir zamandır. Sonunda, marazlı orta yaş narsisisti, elinin altından kaymış olan geçmişe hasetlenir.
Elde olanlarla hayattan keyif alma beceriksizliği, narsisist hastanın, açgözlülükle arzuladığı ama henüz elde edemediği şeyleri değersizleştirmesine de yol açar. Elde etse bile, misal, cinsel muhatabını değersizleştirecek, hayal kırıklığı ve iç sıkıntısı yaşayarak yeni bir ilişkiye kapağı atma ihtiyacı duyacaktır. Ama her ‘heyecan verici yeni’de, kaçınılmaz, ‘hayal kırıcı eski’yi bulur. İnsanın biricikliği ve derinliğini yakalamada yeteneksizdir. Becerebildiği, elde edemedikleri adına, insandan nefret eden kötümser bir felsefe geliştirmektir. (Burada, belirleyici vurgunun, ‘elde olanla hayattan keyif alma/ hayatı keyiflendirme kifayetsizliği’ olduğunu ve örneklerin çeşitlendirilebileceğini belirtelim.)
Kuşkusuz bütün bu olup bitenler, narsisistik hastanın iç dünyasını da çoraklaştırır; hayattan us payı devşirmesini engeller. Sanki sonsuz bir varoluşun öznesiymiş gibi yaşamaya kalkar o; ne hayatın değişmelerine duyarlıdır, ne de hazırlıklı: şaşar kalır. Şaşkınlığını atmak için, -akıp giden hayat ona hiç dokunmamışçasına- ‘gençlik’ havalarına yatar. Geleceğe ilişkin; -gençlere özgü tarzda- fiziksel çekicilik, güç, sağlık, saygınlık, başarı ve hayranlık hayalleri şişirir. Hayat onu hayal kırıklığına uğrattıkça, o, kısır döngülü hayallerini tazelemeye gayret eder.
Geçmişini kendine katmadan yaşayarak orta yaşa gelmiş narsisistik hastaların, ergenlik çağına gelmiş çocuklarının gelişen bağımsızlaşma süreci ile -gerçekçi ve sağlıklı bir biçimde- yüzleşmelerinde de ciddi güçlükleri vardır. (Önceki başlığın metnini sonlandırırkenki değinimi hatırlatmak isterim.)
Buraya dek söylediklerimizle, bir bakıma, marazlı ölçüde narsisist olan orta yaş insanının ne tür savunmalardan medet umduğunu da söylemiş oluyoruz. Örneğin, hayat karşısında kendini şişirme telaşındaki narsisist hastanın, orta yaşın gerçekleriyle karşılaştığında -yaşının keyfini sürmeyi boşlayıp- gençlik ayağına yatması (gençlerle aşna-fişne, hop-zıp faaliyetler, zıpır giyimler, tırmanamadığı dağı tırmalama gayretkeşliği, vs.), bir tür gerçeği ‘yadsıma’ savunmasıdır. Kendi gerçeğini yadsıyan marazlı narsisist, gerçek destek ve yardım ihtiyacı duyduğu durumlarda ise utanç yaşar: birinden yardım almak küçültücüdür! Yardım almayı insani bulmayan, insanca yardım etmeyi de bilemez. Böylece, marazlı narsisistin; hem anne-baba, hem de çocuklarıyla alım verim ilişkisi sağlıksızdır. Öncesinde, yardıma muhtaç yaşlılara yardımı üstünlük duygusunu tatmin etmek üzere yaşayan narsisist; kendisi muhtaç duruma düştüğünde yardım almayı bir tür alçalma olarak yaşayacaktır. (Daha önce kendisinin yaşadıklarını, bu kez, yardımına muhtaç olduğu kişilere yansıtır.) Yaşlanan narsisist hastaların sağlıklarıyla marazlı meşguliyetlerinde (‘hypochondria’) bu endişenin de önemli payı olmalıdır.
Fiziksel çekiciliği, toplumsal veya siyasi gücü, mesleki ve sanatsal becerileri itibarıyla kendi sınırlarına toslayan ve narsisistik doyum devşiremeyecek duruma gelen bazı narsisist hastaların; bütün bu doyumları yaşayanlara hasetlenip geçmişteki kendisinin arayışlarına benzer arayışlar üzerinden doyum tedarik eden gençleri değersizleştirmek (‘devaluation’) suretiyle baş etmeye çalışmaları da, bir tür savunmadır. Böyle bir değersizleştirme, bazen, kötümser veya insana sıcak bakmayan bir felsefeye dönüştürülerek ya da umut ve şevkle yapılan her yeni şeye yalancı bir muhafazakârlıkla hücum etmek yoluyla aklileştirecektir. Takip edilen bir başka kurnazca yolsa, yeni olan (sanatsal dışavurumlar, yaratıcılıklar, vs.) karşısında, kendini, değer takdir eden -güya- hassas bir hakem rolüne tayin etmektir.
Denkliği gözetmemek, karşısındakini bütünlüğü içinde sevmesini becerememek, marazlı narsisistlerin beraberliklerinde yaşadıkları sorunlara da kaynaklık eder. Böyle -kendi yaşını yadsıyan- narsisistler, ‘ebedi genç bedenler’ aramaya koyulurlar.
Söz konusu narsisistlerin, dengeli ve doyumlu bir beraberlik yaşamalarının olanaksızlığı da açıktır. Sözde yürüyen evlilikler, eşin, belirgin ya da örtük değersizleştirilmesi ya da gerçek bir köle gibi -mazoşistçe- davranmayı kabullenmesi üzerine kuruludur. Diğer bazı olgulardaysa, başlangıçta muhafazakârca sürer gibi olan evlilikler, idealize edilmiş aşk ilişkileri ile orta yaşta birden bire kesintiye uğrar. (Burada da, esas vurgunun, beraberlikteki denge –farklılık içinde eşitliği tanıma- ve ilişkinin, tarafları zenginleştirme fırsatı olarak görülüp görülmeme meselesi üzerinden yapıldığını unutmayalım.)
Yaşlanma ile birlikte, narsisistik kişiliklerde, öncesinde narsisistik yatırımlara tabi kılınmış işlevlerin yavaş yavaş elden çıkması ile ruhsal çökkünlük (‘depression’) kaçınılmazdır. Bu da bir savunma yanıtıdır. Söz konusu işlev yitimi ile düşülen yas; ya açıkça ya da ötekileri küçük görüp değersizleştiren -çaptan düşmüş- bir yadsıyıcılıkla yaşanır. Ruhsal çökkünlük, aynı zamanda, acılı bir yalnızlık ve insan sıcaklığı kaybı olarak da yaşanabilir; hasta, başkalarına verilememiş ve onlardan alınamamış şeyler adına esef duyar. Genelde ve hayat içre işlevlerindeki kayıplardan yakınanlar, tedaviye, yadsıma ve/veya değersizleştirme savunmalarını kullananlardan daha yatkındır. Aynı zamanda, çökkünlük yaşayan narsisistler; çökkünlüğe ve özsaygı yitimine kendilerini sürükleyen şeyin ne olduğunu gösterecek, -o arada, mahut kişiliğin ele alınması ile ileriye dönük umudu besleyip duygusal kaynakları seferber edecek olan- psikanalitik tedaviyi kabul etmeye de daha yatkındır. Ancak, bu hastalarda, psikanalitik tedavinin ileri aşamalarında intihar düşünceleri ve girişimleri önemli bir sorundur. Kernberg; çökkün narsisistlerdeki intihar eğilimini, suçun kefaretini ödeme ve içindeki ‘kötü’yü öldürerek ‘iyi’yi muhafaza etme arayışı olarak değerlendirir. Tedavici, hastası ile birlikte, ruhsal çökkünlüğün iki gelişim yolu olduğunu açımlamak ihtiyacındadır: özfarkındalık ve gelişme ya da ümitsizlik ve intihar!
Orta yaş marazlı narsisizminde; yadsıma, değersizleştirme ve çökkünlük daha sıklıkla ve yoğunlukla başvurulan savunmalar olmakla birlikte; hipokondriyak ve sağlığa hassaslaşmış uğraşlar, -yıkılanların telafisi adına- idealize edilmiş yeni değer dizgelerine (dinsel inanışlar, mezhepler, vb.) bağlanmalar, kendisini kabul ve yüceleştirmeye yatkın sınırlı (ve sıradan) bir çevrede önemli (ve gizemli) adam olmaya soyunmalar, -belki de, yalnızlıktan ve boşluk duygusundan koruyucu ya da kendi ile ilgili farkındalığı (alkol ve ilaç kullanımına benzer şekilde) engelleyici ve ondan uzaklaştırıcı- eşcinsel, vb. ilişkilere girmeler de söz konusudur.
Kernberg, ilgili bahsin sonunda (Van der Waals’a -1965- göndermede bulunarak) şunu vurgular: “Aktardığım bütün bu gelişmeler; narsisistik kişiliklerin, kendilerini, esasta pek sevmediklerini ortaya koyar” (5).
Ve, biliriz; esasta kendini sevmeyenden, kendi ile başı hoş olmayandan başkasını sevmesini ya da başkalarının kendi olma ihtiyacını tanımasını beklemek de beyhudedir. Amma ve lakin; barış, demokrasi, özgürlükler, hasılı demokratik bir cumhuriyet kuruluşu dahil, her şey, anılan ihtiyacı tanımakla başlayacaktır.
______________________________
1. Bağlam Y., 2001 ve 2010.
2. İnsanın kendine ve kendi dışındaki dünyaya yatırımının sağlıklı ve marazlı boyutları nelerdir, sorusuna yanıt ararken, Otto F. Kernberg’e; onun, Internal World and External Reality (İç Dünya ve Dış Gerçeklik/ 1985 -1980-, Jason Aronson, New York) isimli kitabındaki ilgili bölümden yararlandığımı da belirteyim.
3. agy, s. 124.
4. Freud’un da, ‘Yas ve Melankoli’de (Mourning and Melancholia/ 1917) yasın halledilişinin, bir bakıma, yitirilenlerle özdeşleşmekten (de) geçtiğine işaret ettiğini; yitimle bu türden -acılı da olsa- baş edişin, orta yaş hastalarının analizinin de gösterdiği gibi, hayatın başka alanlarındaki özdeşimlere de yansıdığını belirttiğini analım.
5. Internal World and… , s. 149.