Orhan Kemal'in oğlu Işık Öğütçü, "1923’den itibaren cumhuriyet tarihimiz sürekli demokrasi ve özgürlük mücadeleriyle geçmiş. Bu mücadelenin öncüleri gerçek yazarlar, aydınlar, sanatçılar ve gazeteciler olmuş, bunlarda sürekli bir bedel ödemişlerdir. Babam da bu bedeli ödeyen sanatçılardan biridir" diyerek, "Tarih boyunca ülkemizde ve dünyada gerçek sanatçılar hep bir baskıya maruz kalmış ama ödün vermemişlerdir. Babam da tutuklu gazetecilerin, sanatçıların mutlaka yanında olurdu. Davalarına gider, nöbet tutardı. Söylemlerinde, yazılarında bu konuyu mutlaka gündemde tutar, onların hakkını savunurdu" dedi.
Türk edebiyatının yetkin kalemlerinden Orhan Kemal’in 103. doğum günü olan bugün (15 Eylül 2017) Birgün'den Burak Abatay'ın sorularını yanıtlayan Işık Öğütçü'nün yanıtları şöyle:
» Size yüzlerce kez sorulmuştur belki ancak yeniden sormak istiyorum. Orhan Kemal’in oğlu olmak nasıl bir his?
Haklısın. Bu soru pek çok kere soruldu. Buna babamın 4 Mayıs 1958 tarihinde, yedi aylıkken bana imzaladığı kitaptaki ithafla yanıt vereyim: “Henüz “Baba” deyişini olsun işitemediğim şeker oğlum Işık’a…” Baba bile diyemediğim bir tarihte bana kitap imzalayarak geleceğe bir selam göndermiş. Bugün burada bu imzanın duygu yüküyle ve on üç yaşında kaybettiğim babamın genç kuşaklarla buluşması için verdiğim uğraşlarla onun yeni yaşını kutluyorum. Ben de onu tanımak, anlamak için eserlerinin dünyasında, yazılarının, mektuplarının ve güzel anılarının içinde dolaşıp duruyorum. Önemli bir kültür ve sanat insanımızın, halkının nasıl yanında durduğuna, onlarla birlikte nasıl sıkıntı çekip, üzüldüğüne, yeri geldikçe bu büyük halkla birlikte yaşama mizahla yaklaşarak nasıl kahkahayla hayatı karşıladıklarını, hayranlıkla tanıklık ediyorum.
Büyük bir insanlık sevgisi getiriyor. Bakın babam bir mektubunda ne yazıyor: “Çekilenler, arabamızın tekerine rastlayan taşlardır. İnsanlık arabası değil bu taşları, hatta önüne çıkacak hendekleri filan aşmasını bilecektir.” İnsana sonsuz güveniyle ve onları çok severek bizlere bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Şayet aydınlığa varacaksak bu insan sevgisi ve inançla olacak. Yazdıklarıyla, yarattığı kahramanlarla insanlığımızın her halini bize net olarak anlatıyor. Bizlere ise bunu yaşamımızda tüm insanları kucaklayarak, sabırla doğruları göstererek insanlığın doğru yolda ilerlemesini sağlamak kalıyor.
Evet belki yaşasaydı daha pek çok eser yazabilir, ekonomik olarak daha rahat bir yaşam sürebilirdi. Ama inandığı ve mücadele ettiği dünya görüşünde hiçbir değişiklik olmazdı. Erken vefat ettiğini düşünüyorum.
» Babanız yaşasaydı, Cumhuriyet gazetesi davasına ya da tutuklu gazetecilere nasıl bakardı? Olan biteni nasıl izlerdi?
Bu sorunu ancak ben yanıtlayabilirim. Babam adına cevaplarsam ancak varsayım olur. On beş yıldır ülkemizde yaşananları, demokrasi dışı uygulamaları hepimiz görüyorduk. Şimdi dünyada görmeye başladı. Demokrasinin gereği olarak “dost acı söyler” örneği, hükümete uyarı üzerine uyarı yapmaya başladılar. 21. Yüzyıl’da iletişimin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde, yaşamı tersyüz etmeyi istemek dünyanın düz olduğunu söylemek gibidir ki, bizler bu zorlama değişimi yutmadığımız gibi dünya da yutmuyor. Tepkisini gösteriyor. 1923’den itibaren cumhuriyet tarihimiz sürekli demokrasi ve özgürlük mücadeleriyle geçmiş. Bu mücadelenin öncüleri gerçek yazarlar, aydınlar, sanatçılar ve gazeteciler olmuş, bunlarda sürekli bir bedel ödemişlerdir. Babam da bu bedeli ödeyen sanatçılardan biri. Hatta Fikret Otyam’a yazdığı bir mektupta da şunları yazar:
Bu sorun bana yıllar önce 1954 yılında babamla yapılan bir röportajı hatırlattı. Babam o sırada “Vukuat Var” kitabını yazmış. Gazeteci bu kitabı kaç günde yazdığını sormuş. Dikkat edersen kaç gün diye soruyor. Babam masasının üzerinde duran kendi daktilosundan çıkmış 370 sayfayı göstererek yirmi günde yazdığını söylemiş. Sanatçılar ülkelerinin sorunlarıyla her zaman ilgilidir. Gazeteciler tarafından ilk sorulan sorular belki de eserlerinden önce, -hele bizim gibi her an değişikliklere gebe bir ülkeyseniz- ülkenin durumu, hükümetin ve yöneticilerin sanatçılara, gazetecilere olan baskıları ve davranışlarını öğrenmektir. Ülkesinin insanlarına karşı sorumlu olan sanatçı zaten muhalif bir sanatçıdır, halkı adına hükümeti, yöneticileri ve gidişatı sorgulayan, eleştiren ve daha iyisinin yapılmasını isteyen bir insandır. Eğer tam tersini yapıyorsa, okuyucu da bu sanatçıya ne not vereceğini çok iyi bilir. Sanatçı gazetecinin her sorusuna dünya görüşü doğrultusunda cevap vermelidir. Neden benim kitabımla ilgili soru sormuyorsun deme hakkına da sahip değildir.
» Yazarların siyasi değerlendirmelerden kaçmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Herkesten cesur olması beklenemez. Sanatçı doğru bildiğini söylemelidir. Eğer bu söylemi acı bile olsa liderlere yol gösterici olacaksa, hiç durmamalıdır. Aslında liderler yalnız insanlardır. Şayet onların da gerçek anlamda ülkenin sorunlarını doğru analiz edebilen danışmanları, yakın çalışma arkadaşları olabilse -bilhassa yanlarında kendilerini sürekli eleştiren, yanlışları çekinmeden söyleyebilen- o zaman liderler sadece yakın çalışma arkadaşlarını değil kendisine muhalif olan tüm sanatçı ve gazetecileri dinleme yoluna giderek, iyi bir lider olma yolunda ilerleme şansını yakalayabilirler. Ama maalesef ülkemizde böyle bir gelenek yok. O zaman ortamı daha da sertleştiren, sürekli gerginlikten beslenen bir yapıyla, kaçmadan, karınca kararınca karşı koyan, gerçek sanatçı ve muhaliflerin mücadelesi kalıyor. Bir de şu gerçek var ki, gün geliyor, kaçanlar makbul insanlar olarak baş tacı ediliyor. Bu da kaderin cilvesi mi diyelim, bilmiyorum.
» Orhan Kemal Roman Armağanı’nın jüri üyelerinden birisi de Turhan Günay’dı. Günay uzun süre tutuklu kaldı. İçeride tutulan sadece bedenler mi?
Babamın ölümünden sonra adına konulan Roman Armağanı’nı çok uzun yıllar hapise girmiş olan yazarlar aldı. Bu da gösteriyor ki, gerçek sanatçı yazdıklarıyla toplumu aydınlattıkça, düşündürmeye yönelttikçe, iktidar mevkiinde olanlar rahatsız oluyor. E nasıl susturacak? Tabii ki buyrun hapishanelere. Sanatçıları içeri atmakla da sorunu çözmüyorsun. O sanatçılar her şekilde sanatlarını yapmaya devam ediyor ve ödüller alıyor. Turhan Ağabey de bizim seçici kurul üyemizdi. Türkiye’de ve dünyada böyle bir olay daha önce yaşandı mı hatırlamıyorum. Sanırım bu konuda da öncü olduk. Seçici kurul üyesi Turhan Günay hapiste olarak 46. Orhan Kemal Roman Armağanı’nı Gürsel Korat’a verdik. Orhan Kemal Roman Armağanı’nda her zaman böyle ilkler yaşanır.
Maltepe Belediyesi’nde bir anma programı hazırlandı. Orada ben babamı anlattım. Nilüfer Belediyesi 2017 yılını “Orhan Kemal” yılı ilan ederek, yıl boyunca etkinlikler yaptı. Bunların dışında ben çeşitli belediyelerde, okullarda ve kitap fuarlarında Orhan Kemal’i konuşmaya devam ediyorum. Sizlerin böyle söyleşiler yaparak onu yaşattığınız içinde ayrıca teşekkür ederim. Burada okurlarımıza da görev düşüyor. Üstadın okumadıkları bir kitabını okuyarak ve arkadaşlarına okumalarını tavsiye ederek, Orhan Kemal’i geleceğe taşımamızda bize katkı vermiş olurlar.
» Size dair duyduğum yegane söz, Orhan Kemal’in adını çok iyi yaşatmanız. Peki bunu kurumsal bir kimliğe büründürdünüz mü? Nasıl ilerliyor işler?
2000 yılında müzesini açtığımda vakıf düşüncem vardı. Ama daha sonra birkaç başarılı örneğin dışında vakıf işletmesinin ailenin yapabileceği bir şey olmadığını gördüm. Vazgeçtim. Cihangir’de Orhan Kemal Müzesi, İkbal Kahvesi ve OK Kitap satış yeri olarak ticari beklentimiz olmadan onun anısını yaşatmaya çalışıyorum. Tabii onu yaşatacak olan bilhassa genç kuşaklar. Öğretmenlerimiz gençlere Orhan Kemal’i okuttukça, inanıyorum daha iyi bir Türkiye güneş gibi doğacaktır.