Bu cümleyi Albert Einstein; Oppenheimer'ın 1940'larda ABD'nin Manhattan Projesi'ni yöneterek atom bombasının "babası" haline gelmesinin öyküsünü anlatan aynı isimli filmin sonunda söylüyor.
Filmde Einstein, Oppenheimer'ın hayatının son döneminde görülüyor. İki bilim insanı da; Oppenheimer'ın 1947'den 1966'ya kadar direktörlüğünü yaptığı Princeton İleri Çalışmalar Enstitüsü'ndeyken...
İkisi de dönemin en önemli bilim insanlarındandı. Ancak hem fiziği nasıl anladıkları hem de araştırmalarının dünyaya nasıl hizmet edebileceğine ya da zarar verebileceğine dair inançlarında önemli farklılıklar vardı.
Oppenheimer, 1965'te Einstein'ın ölümünün onuncu yıl dönümü sebebiyle Paris'te düzenlenen bir konferansta "Biz yakın birer meslektaş ve biraz da arkadaştık" diyecekti.
Yönetmen Christopher Nolan, filminde iki fizikçinin kurgusal bir konuşmasını izleyiciyle buluşturuyor. Bu diyalogda, bunalmış bir Oppenheimer, babacan bir Einstein'ın tavsiyesine ihtiyaç duyuyor.
Paralel iki hayat
Gerçek hayatta önemli farklılıklara sahip olmalarına rağmen iki fizikçinin birbirlerine çok saygı duyduğu biliniyor.
Genç Robert Oppenheimer, 1920'lerde mezun olup teorik fizik üzerine uzmanlaşmaya başladığında Einstein halihazırda fizik dalında Nobel Ödülü kazanmış, genel görelilik teorisi (1915) ve Amerikan bilim insanlarını etkileyen diğer çalışmalarıyla bilim dünyasının ana isimlerinden biri olmuştu.
Einstein, Almanya'daki Yahudi zulmü nedeniyle Avrupa'yı terk etmiş, 1932'de çalışmalarına devam ettiği ABD'deki Princeton'a yerleşmişti.
Bir süre sonra, Ağustos 1939'da iş arkadaşı Leo Szilard'ın ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt'e yazdığı mektubu imzalamıştı. Bu mektupta, Beyaz Saray, Almanya'nın atom bombası geliştirme ihtimaline karşı uyarılıyordu.
Bunun 1942'de başlayan çok gizli Manhattan Projesi'nin ortaya çıkışının önünü açtığı düşünülüyor. Projenin başına, artık bu alanda önde gelen isimlerden Oppenheimer getirilecekti.
Szilard'ın Ağustos 1939'da ABD Başkanı Roosevelt'e yazdığı, Einstein tarafından imzalanan mektup.
Farklı kaynaklara göre 64 yaşındaki Einstein, Almanya kökeni ve solcu düşünceleri nedeniyle projeye dahil değildi. Ancak bunda, onunla Oppenheimer arasındaki fizik teorileri üzerindeki düşünce farklılıklarının etkisi de olmuştu.
Nolan'ın filminin temelini oluşturan Kei Bird ve Martin J. Sherwin'ın Oppenheimer hakkında yazdıkları biyografide, Amerikalı fizikçinin Einstein'ı "çalışan bilim insanı" olarak değil "fiziğin yaşayan koruyucu azizi olarak" gördüğü belirtiliyor.
Nolan filmde ikilinin bu ilişkisini yansıtmaya çalışıyor. New York Times'a, bunu, yerini kaybeden bir ustayla, onun çalışmalarını devralan bir gencin ilişkisi olarak gördüğünü söylüyor.
Einstein atom bombasında görev aldı mı?
Manhattan Projesi'nin arka planda olduğu filmde, Oppenheimer geliştirdiği atom bombasının yaratacağı patlamanın kapsamıyla ilgili şüphelerini sunuyor. Fizikçi, fikrini almak için Einstein'a gidiyor.
Ancak gerçekte filmdeki gibi bir fikir alışverişi yaşanmadı. Bu ABD'li yönetmenin yaratıcılığıydı:
"Değiştirdiğim şeylerden biri bu. Gerçekten Oppenheimer'ın danıştığı kişi Einstein değil, Chicago Üniversitesi'nde Manhattan Projesi'ne destek veren Arthur Compton'dı.
"Einstein seyircinin tanıdığı bir isim."
Oppenheimer ve ekibi ilk atom bombasını geliştirdi.
Oppenheimer 1943-1945 yılları arasında Princeton'dan binlerce kilometre uzakta, New Mexico'daki Los Alamos Laboratuvarı'nda çalıştı. Bu süreçte Einstein'la görüştüğüne ya da ona danıştığına dair kesin bir bilgi yok.
Ancak Oppenheimer, Einstein'ın atom bombasının yaratılmasına bir şekilde dahil olduğuna dair iddialara, 1965'teki Paris Konferansı'nda, "Benim düşünceme göre bu iddialar yanlış" şeklinde yorum yaptı.
Ona göre, Başkan Roosevelt'in Almanya'nın atom bombası geliştirme ihtimaline karşı uyarıldığı 1939 tarihli mektubun gerçekte ABD hükümetine bir etkisi olmadı.
Oppenheimer güvenlik tehdidi olarak görüldü
İlk atom bombası denemesinin başarılı olmasının ardından Oppenheimer, çalışmasının Ağustos 1945'te Hiroshima ve Nagasaki'deki patlamalarla sadece bir tehdit değil kitlesel yıkım yaratan bir silah olarak kullanılmasının getirdiği etik sorunla yüzleşti.
Einstein, Szilard ve diğerleri dahil çeşitli bilim insanları, bombaların Japon şehirlerine atılmasını kınadılar, çünkü ülkenin zaten pratikte yenilmiş olduğunu düşünüyorlardı.
Nolan'ın filminin kurgusu, Oppenheimer'ın, geliştirdiği teknolojinin kullanımına sınır getirilmesi gerektiğine dair Washington'daki hükümeti ikna etmeye çalışmasını inceliyor. Ancak siyasiler ona karşı geldi ve ulusal güvenlik tehdidi olarak düşünülerek onun komünistlerle eski ilişkilerini sorguladı.
Nolan filminde Oppenheimer'ın atom bombasının sonuçlarından dolayı duyduğu sorumluluğu yansıtmaya çalışıyor
Bird ve Sherwin, Oppenheimer'ın sekreteri Verna Hobson'ın, Einstein'ın Amerikalı fizikçiye "ülkesine iyi hizmet ettiği için cadı avına boyun eğmek zorunda olmadığını" söylediğine tanık olduğunu yazıyor.
Einstein ona, "Eğer ABD'nin sunduğu ödül bu ise, buna sırtını çevirmesi gerektiğini" söylemişti.
Ancak Hobson, Oppenheimer'ın "Amerika'yı sevdiğini" ve bu sevginin fiziğe olan sevgisi kadar derin olduğunu iddia ediyor.
Oppenheimer ise Hobson'a, "Einstein'ın bunu anlamayacağını" söylemişti.
Einstein'a kalırsa, Oppenheimer'ın Washington'dan fazla bir beklentisi olmamalıydı.
Bird ve Sherwin'a göre Princeton'ın direktörü Oppenheimer'ın Einstein'ın evinde bir anteni vardı, böylece New York'taki klasik müzik konserlerini dinleyebiliyordu. Oppenheimer (solda) ve Einstein (ortada), ailesiyle Princeton'da.
Anlaşmazlıklarına rağmen ikisinin de kendilerine özgü, karşılıklı takdir ve saygısı vardı.
Einstein'ın Oppenheimer için "çok yönlü eğitimiyle sık rastlanmayacak şekilde yetenekli bir adam" dediği, onun fizik anlayışını değil ama kişiliğini takdir ettiği biliniyor.
Buna karşılık Oppenheimer, ölümünün 10. yılında onun hakkında, "Einstein'ın erken çalışması (Genel görelilik teorisi) inanılmaz güzel ancak hata dolu" demiş ardındansa onun düzeltmelerine katıldığını ve bunun 10 yıl aldığını ekleyerek "Hatalarını düzeltmek 10 yıl sürdüyse, o harika bir adamdı" demişti.