Dün, 1 Eylül Dünya Barış Günü’ydü.
Bundan 12 yıl önceki 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Türkiye yine PKK’nın ilan ettiği ateşkesi konuşuyordu. Öcalan 1999’da yakalandıktan sonra bu ateşkes kararının arkasında durmuş, hatta PKK birliklerini ülke dışarına çıkarmıştı.
Çatışmasızlık hali dün Yeni Şafak’a konuşan Ahmet Zeki Okçuoğlu’nun da anlattığı derin avukatların gayretleriyle savaşın yeniden başladığı 1 Haziran 2004’e kadar altı yıl boyunca sürmüştü.
Geçen hafta görevini –nihayet- devrederken Başbuğ’un bile “daha iyi değerlendirilirdik” diye hayıflandığı Türkiye’nin boşa geçen altın yıllarıydı o altı yıl.
Daha önce 1998 yılı 1 Eylül’ünde Öcalan’ın ateşkes kararıyla sonuçlanan devlet-PKK görüşmelerini yazmıştım. Üzerinden iki aya yakın geçti, pek çok yerde yazıdan alıntılar yapıldı, ama hâlâ kimse bu görüşmeleri yalanlamadı.
Devamını yazmaya karar vermemin nedeni ise o dönem ateşkes ilanı için Öcalan’la bilgileri dâhilinde görüşmeler yürütülen Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz gibi isimlerin bugün hükümeti terörle pazarlık yapmakla suçlayan açıklamaları...
O halde gelin devlet-PKK görüşmelerinin 1 Eylül 1998’den sonraki hikâyesine kısa bir giriş yapalım.
En ilginci Öcalan’ın Suriye’den çıkış hikâyesidir bana kalırsa.
Önce resmî Öcalan’ın Suriye’den çıkarılış hikâyesini hatırlayalım:
1998 yılının eylül ayında Ankara’daki devletimize bir şey olur. Ortada ne büyük bir çatışma, ne de yeni bir gelişme vardır. Ama devletin canına bir anda tak etmiştir artık: Öcalan, savaş pahasına 19 yıldır kaldığı Suriye’den çıkartılacaktır.
İlk haberler 3 Eylül 1998 günkü gazetelerde MGK kaynaklı olarak düşer: Ankara, PKK terörüne verdiği sınırsız destek nedeniyle Suriye’ye karşı tutumunu sertleştirme yönünde adım atmaya hazırlanmaktadır.
Sonra yarı tiyatral bir gösteri izleriz: 15 eylülde Hatay Reyhanlı’da Suriye sınırında bir vesile yaratılıp konuşturulan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Suriye’yi Öcalan konusunda tehdit eder.
Ardından 1 ekim günü sahneye önce Meclis açılışında, sonra ani bir kararla Hatay Üniversitesi tarafından verilen fahri doktora unvanını almak için kendisini Suriye sınırında bulan Cumhurbaşkanı Demirel çıkar. Devlet Suriye’ye Öcalan’ı bırak yoksa karışmam demektedir.
Peki, bunu neden 1997’de, 1996’da, karakollar basılırken, şehir merkezlerinde patlamalar olurken değil de 1998 yılının eylül ayında demektedir?
Bu meraka çare olsun diye o günlerde köşelere Şemdin Sakık’ın etinden, sütünden, derisinden faydalanılan ifadelerindeki Suriye’nin PKK’ya ilişkisi ifşaatları sızdırılır, Hürriyet’in “ele geçirdiği çok gizli “İşte Sabrımızı Taşıran Rapor”larda da 19 yıldır bilinenlerden bir gram fazla bir yeni tehdit ya da unsur yoktur.
Tam aksine 1998 eylül ayında Öcalan onlarca Türk gazetecinin MED TV’de katıldığı bir tele-basın toplantısıyla ateşkes ilan etmiş, ateşkesi ilan ederken “Türk askeri bölgede olduğu gibi dursun, hükümranlığını tartışmıyoruz” gibi sözler söylemiş, 13 eylülde telefonla bağlandığı MED TV’de çıtayı biraz daha yükseltip “Kimlik, ulusal demokratik hakları versinler PKK’yı tümüyle lağvedeyim, başkanlık dahil tüm sıfatlarımı terk etmeye hazırım’’ diyen bir Öcalan vardır.
Uzun bir aradan sonra çatışmalar bitmiş. Bir çözüm ümidi belirmişken nedense hiddetlenen Ankara, bunca yıldır çatışmalar tavan yapmışken pek bir şey demediği Suriye’yi “Öcalan’ı barındırmayı sürdürürsen sana savaş açarım” diye tehdit etmeye başlıyor.
Sizce de biraz garip değil mi?
O zaman ilk akla gelmesi gereken soruyu, üzerinden geçen 11 yıl sonra soralım: Acaba bu ani “dellenmenin” 1 eylülde Öcalan’ın ateşkes ilan etmesiyle bir ilgisi var mıdır?
Yoksa Öcalan’ın Suriye’den çıkarılışı, 1998’de ateşkes ilan edilmesiyle sonuçlanan devlet-Öcalan görüşmelerinde kararlaştırılmış bir hamle midir?
Bu soruya karşı benim bir cevabım, tanıklarım hatta onların belgeleri var.
Ama bugün barışı torpillemeye çalışanlar belki kendileri o günlerde olan biteni dürüstçe açıklar diye kısa bir süre bekleyeceğim.
3 eylülde olmaz 13 eylülde olur
Başbakan’ın 3 eylülde Diyarbakır’da yapacağı konuşma metni üzerinde süren psikolojik savaş 1 eylül itibarıyla bitti gibi. Medyadaki barış yanlısı sesler arttı. BDP kavga ettiği STK’larla iftar açtı. İyi şeyler olmakta.
AK Parti son olarak Başbakan Erdoğan’ın ağzından beklentileri yükseltip konuşmanın etkisini kırmaya çalışan Kürt cephesine ve “Diyarbakır’da ne söyleyeceksin bakalım” diye pusuya yatan Bahçeli’ye “Ankara’da söyleyemeyeceğim hiçbir şeyi Diyarbakır’da söylemeyeceğim” diyerek cevabı verdi.
Bu arada önce “3 eylülde yeni bir şey söylenmesini beklemiyorum” diyen Öcalan, ardından önceki gün düzenlediği basın toplantısında “”konuşmadan bir beklentimiz yok” diyen Demirtaş, beklentileri aşağıya çekerek sorumlu davrandılar. Geriye bugünlerde vatanı severken vatana epeyce zarar veren Bahçeli kaldı.
Artık sayılı gün var. Tahminler boşa. Ama Başbakan’ın 2011’de yeni anayasa vaadinin, Kürt açılımının daha önce duyurulan uzun vadeli anayasa değişikliği adımlarını da kapsayacağına kuşku yok. Yani artık barışın önünde 3 eylül psikolojik barajı yok. Bundan sonra her şey 13 eylüle endeksli... (Taraf - Yıldıray Oğur 12 Eylül 2010)