Gazete Duvar yazarı Ali Duran Topuz, Acun Ilıcalı'nın yapımcılığını üstlendiği O Ses Türkiye yarışmasına katılan Kürt müzisyen Dodan'ı kaleme aldı. Topuz, "O Ses Türkiye’de Dodan’ı görmek yaralayıcıydı. Kürt olduğunu söylemediği için değil. Alevi olduğunu söylemediği için değil. O jüridekilerin onun hakkında “karar verecek” yargıçlık evsafında olmadığı için değil. 22 yıl 'ana akım'ın dışında yol yürümüş bir müzisyenin, ana akımın sahnesinde su istemesiydi yaralayıcı olan" ifadelerini kullandı.
Topuz, Jüri ile konuşması sırasında Kürt ve Alevi kimliğine hiç değinmediğini belirterek "Acun biliyordu tabii ki, işini bilir, programında ne söylenip ne söylenmeyeceğini bilir. Kürtçenin ne zaman yasak, ne zaman serbest olacağını bilir. Jüri, yani yargı makamındakiler doğru yargıyı verdiler ve susulması gereken yerde sustular, Dodan da sustu" dedi.
Ali Duran Topuz'un Gazete Duvar'da "Dodan’ın parçalandığı an" başlığıyla (26 Aralık 2016) yayımlanan yazısı şöyle:
‘O Ses Türkiye’de Dodan’ı görmek yaralayıcıydı. Kürt olduğunu söylemediği için değil. Alevi olduğunu söylemediği için değil. O jüridekilerin onun hakkında “karar verecek” yargıçlık evsafında olmadığı için değil. 22 yıl 'ana akım'ın dışında yol yürümüş bir müzisyenin, ana akımın sahnesinde su istemesiydi yaralayıcı olan. Herkesin birbirine benzemeye zorlanması yaralayıcıdır.
Dodan yaraladı. Evet, Dodan’ın “O Ses Türkiye”de sahne alması, not alması, beğeni alması yaralayıcıydı. İçim, yüreğim, burnumun direği sızladı.
Hayır, bilenlerin ilk tahmin edebileceği gibi Kürt olduğunu söyle(ye)memesi değildi yaralayıcı olan. Adını söylerken Kürtçeden bahsetmemesi tuhaftı elbette: “Dünde kalan zaman” anlamına geliyor adı ama hangi dilde? “Doğudan” diye anladı adını jürideki müzisyenler, haklıydılar da… “Doğu” Kürt dememenin bir yolu hem, hem de işte Kürtleri işaret etmenin bir yolu. Türkçe konuşanlar için “Dünde kalan zaman” ve “geçmiş zaman” anlamında bir isim karşılarına çıktığında “Ne demek bu” sorusunu “Hangi dilde” olduğu sorusu takip edebilirdi, etmedi. Acun biliyordu tabii ki, işini bilir, programında ne söylenip ne söylenmeyeceğini bilir. Kürtçenin ne zaman yasak, ne zaman serbest olacağını bilir. Jüri, yani yargı makamındakiler doğru yargıyı verdiler ve susulması gereken yerde sustular, Dodan da sustu. Kürtçe albümleri olduğunu, repertuvarının tamamına yakınının Kürtçe olduğunu da söyle(ye)medi. Bu da yaralayıcıdır elbette. Türkiye’deki birçok yara buradan, bu “söyleyememe” meselesinden çıkar. Muş Varto denilince Kürtlük bir dert, Alevilik bir dert Ermenilik ayrı bir dert olarak taşınır. Fakat o sahnedeki en yaralayıcı yan bundan değil.
"Doğuştan bir şey olmalı"
Deyişin nasıl söylenmesi gerektiğini söyledi jürideki (Athena kardeşlerden Gökhan) biri. Zaten Athena kardeşler bu işi biliyor, “doğuştan bir şey olmalı” derken yine Gökhan müziğin spontan sosyolojisini iyi bildiğini gösterdi. Gökhan ve Hakan içten sevinmişti; sevinçleri, heyecanları, iyi bir sanatçının soykütüğünü okuyabildiklerini gösterecek kadar içtendi.
Dodan, ana akımın dışını seçmiş bir müzisyen, Kürt sedasını (çoğunlukla olduğu gibi Kürtçe de söylese, nadiren olduğu gibi Türkçe de söylese) kendine özgü bir sedaya çevirip, ana akımın dışında yürütmekte başarılı olmuş bir müzisyen. O alanda geleneğe yaslanıp kalanlarla geleneği az çok düzenleyip yürüyenlerden farklı olarak, 1990’larda beliren, 2000’lerden itibaren çokça görünür hale gelen yenilikçi arayışların isimlerinden biri. Xero Abbas gibi. Nizamettin Ariç gibi. Ciwan Haco gibi. Ahmet Arslan gibi.
İlk defa, tesadüfen, Beyoğlu’ndaki mekanlardan birinde (galiba Haymatlos’tu) karşılaşmış, çok mutlu ve mesut olmuştum. Güzel bir geceydi. Gece boyu susamadan söylemişti. Ana akımların dışında, kendisine bir dünya var edebileceği inancı ve gayretiyle yol yürüyordu. Yıllar öyle geçti. 22 yıl olmuş. 2010’da bir televizyon programına çıktı, Okan Bayülgen onu, iyi bir sanatçıyla karşı karşıya olduğunu bilen bir şovmen olarak, pek yapmadığı türden iltifatlar eşliğinde sunmuştu. Ama müziği değil şovu öne alan televizyon dünyası, ana akımı izleyenlerin aklında kalıcı olmayı kolay sağlamıyor çok çok uzun süredir. Bir çıktı, bir daha çıkmadı.
Elbette Dodan ve birçok benzer müzisyen, İMC TV’de sık sık göründü.
"Pek bir şey olmadık"
Sonra, işte yılar sonra “O Ses Türkiye”ye çıktı. (Biraz da İMC ve benzeri yerlerin bir bir kapatılmasından olabilir mi? Vaktiyle hiç olmamasından?) Jüri, hep birden “yüzünü ona dönerek” iltifatlarını esirgemedi. O da Hadise’yi seçti kendisini “yetiştirmesi” için. Yarıştaki koçluk için.
“Biraz münzevi, biraz mütevazı yaşayan bir adam olduğum için çok fazla şey olamadık” dedi. 22 yıllık sahne hayatı varken. Artık “mütevazı” olduğunu söyleyecek kadar tevazudan kopmak zorunda yeni sahnede, öğrenmiş. Yaralayıcı değil mi? Münzevi zaten olunmaz o sahnede. “Çok fazla şey olamadık” mı? Oysa olmuştu. Hiç az şey değildi olduğu.
Buyrun, Naim Dilmener anlatıyor beş yıl önceden, 27 Şubat 2011’de Radikal’de yazmıştı, okurun ve Dilmener’in affına sığınarak uzun bir alıntı:
“Kürt(çe) müziğine yeni kapılar aralamak isteyenlerden biri de Dodan. Bir zaman evvel Dodan Project adıyla ‘Be Naw’ adlı bir albüm yayınlamış bu genç şarkıcı, Okan Bayülgen’in programlarından birine konuk olduktan sonra herkesin merakını celbetmiş, herkes birden peşine düşmüştü. İstanbul’da, başta Haymatlos olmak üzere çok sayıda yerde sahneye çıkan Dodan’ı bir kere dahi seyredebilenler, sıradışı bir yorumcu ve müzisyenle karşı karşıya olduklarını gördüler. Sahnedeyken, şarkılarını söylerken, kelimenin tam anlamıyla kendinden geçen Dodan’ın halet-i ruhiyesi, sahneden salona her seferinde taşıyor ve anında herkesi etkisi altına alıyor. Arada söylediği bir iki Türkçe şarkı türkü dışında repertuarının tamamı Kürtçe olan Dodan, kalplere sızabilmek için ille de aynı dili konuşmak (ya da tek dilli olmak) gerekmediğinin ispatı.
Dodan’ın yeni albümü ‘Şabun’da, Okan Bayülgen’in programında seslendirdiği ‘Neçe’ adlı şarkı da mevcut. Bu ve diğer şarkıların her biri, Dodan’ın türlü yerlerden beslenmiş benzersiz sound’unun işaret fişekleri. Öte yandan, ağırlıklı olarak cazdan beslenen Dodan için, aslında isimlerin, etiketlerin en ufak bir önemi yok gibi. Onun iddia ettiği asıl şey, başarılabilecekse eğer, “ses” ile her türlü oyunun oynanabileceği. Bu yönüyle (hem ruh hem de vokal tekniği anlamında) Klaus Nomi’nin çağdaş bir benzeri olduğunu söylemek de mümkün.”
Susamış bir sanatçı
Dodan, su istedi sahnede jüriden. “Sizi tanıyalım” sorusu üstüne, “Suyunuz var mı?” Boğazı kurumuş. “Yapmış olduğumuz projelerin dışına çıkamadık” dedi bir de. Ne demek bu? Projeler mi kötüydü? Naim Dilmener “Hayır” diyor, güzeldi projeler. Dodan Project. Neydi peki o sahnede su isteten? Susuz bırakan Dodan’ı? Projelerin bir karşılığı olması gerekir, değil mi? Arkası dönük dört yargıcın huzuruna çıkmasına yol açan karşılık.
Arkası dönük jüri üyeleri, yeteneğinizi beğenirlerse size “yüzlerini dönüyor”lar. Yüzleri çok kıymetli, kolay kolay dönmüyorlar. Arkaları çok kıymetli, herkese, sanat için o sahneye gelmiş herkese arkaları dönük. Sanat çabasına ve sanat arayışına arkaları dönük. İşlerine bakıyorlar. Kendi sanatlarına. “Yırtmaya çalışan” bir dolu insanın şansını denediği bir arena kurmuşlar, yargıçlık ve koçluk yapıyorlar. Bir tür gladyatör hocası ve gladyatör seçicileri. Ne zaman ki işlerine yarayacak bir ses, seda, eda görürler, ancak o zaman yüzlerini dönerler. Jüri onlar, yargıç. Dodan’ı da yargıladılar ve pek bir beğendiler. İşte bu beğeni, Dodan’ın yargılanması, asıl yaralayıcı olandı.
Kürtlük mevzuu kenarda dursun, Alevilik mevzuu kenarda dursun, ana akımlara kapılmadan kendi yolunu yürüyen biri, yolunu ana akımın 22 yıldır yüz vermediği düzeneklerinden birine nasıl yöneltmiş olabilir? Oradaki iltifatlara ne ihtiyacı var? Eski bir sözde gizli ihtiyaç: Marifet iltifata tabidir.
Ana akım iltifatından kaçanlar, marifetlerinin iltifat görebileceği yollar, yolaklar, yaşama alanları varlığına güvenerek yol yürürler. Hem açılmış yollar vardır ana akım dışında hem açılabilecek yollar. Dodan hem açılmış yollardan yürüyordu, hem de açılabilecek yolları açıyordu. Fakat yol bitmiş olmalı ya da takat kesilmiş olmalı. O zaman Dodan, Dodan olarak ana akımın cilalı imaj (pespayelik demeyelim hadi) sahnesinde görünür ve oraya ruh katar, “paramparça eder” orayı. Athena bilir yine. Fakat, o anda, tam o anda acaba Dodan da paramparça olmamış mıdır? Yaralayıcı değil mi bu?
Kendisiyle yarışacak
Dodan, çok beklenebileceği gibi Hakan ile Gökhan’ı niye seçmedi? Niye olacak: Aynı atmosferin sanatçısı Dodan. Yarışı sürdürmek için onlardan alacağı fazla bir şey yok, belki iyi bir alışveriş olabilirdi aralarında, zaten onlar saygılarını çok açık sergileyerek (“Siz” dediler özenle) bir “koçluk” değil, müzikal yoldaşlık arzusu sergilediler. Fakat Dodan diğer yarışmacılarla yarışmayacak ki, eksikleri müzikal değil ki, müzikal tercih yapsın! Sibel Can ve Murat Boz’un müzikal yönleri, buldukları ve doya doya içtikleri suyu saymazsak, Dodan’ın eksikleriyle zaten ilgili değil.
Peki Hadise’yi niye seçti? Hadise ona ne öğretecek? Hadise Türkiye içinde ve dışında iyi bir “pop”çu olarak, o sahneye çıkmadan önceki Dodan’ın bulamadığı suyu bulma yollarında yardımcı olacak, anlaşılan. Aradığı iltifatın “kalıcılaşması”nı sağlayacak. Anne babalar söyler, sanatla uğraşan çocukları için, “Ekmek yok bu işte. Yıllardır uğraşıyor, pek bir şey olamadı.” Pek bir şey? Para yok yani.
Dodan, diğer yarışmacılarla yarışmayacak. Dodan kendisiyle yarışacak. Eski Dodan’ı 22 yıl birçok bakımdan “çok şey olan” ama bir bakımdan “bir şey olamayan” Dodan’ı geride bırakamaz ama dışarda bırakabilir. Düzenek, eski Dodan’ı dışarda bırakma düzeneği zaten. Biz dinleyiciler için güzel bir sürpriz olan o sahnedeki Dodan, Dodan için bir boyun eğmenin, bir yenilginin, bir sıkışmanın, susuz kalmanın kendisi. Çölleşen bir iklimde susuz kalmış bir sanatçı olarak, ilaçlı suya razı gelmiş.
Eski Dodan, dünde mi kalacak? Geçmiş zamanda? “Projeleri”yle bulamadığı suyu, orada yaşadığı susuzluğu, jürinin yolladığı bir bardak suyla giderebilecek mi? Bir yanıyla evet: Ana akımlarda hayli ses getirecek kadar kabiliyet ve donanımı var. Bir yanıyla hayır: Oralarda, eski Dodan’ın bulamadığı para var belki ama peşine düştüğü sanat pek yok.
Herkesin birbirine benzemeye mecbur olduğu bir yerdeyiz. Çöl. Birbirinin aynı kum tanelerinden oluşan bir çöl. Durmadan aşındırıp kuma çeviren çöl. Şairden reklamcı çıkaran çöl. Ünlü ve gerçekten iyi öykücüyü tekstil reklamında oynatan çöl. Hegel üzerine kütük gibi doktora tezi yazmış felsefe profesörünü reklam mankenine çeviren çöl. Yarış, rekabet, çatışma dışında ilişki yöntemine saygı duymayan, duyurmayan çöl. 24 Ocak çölü, 12 Eylül çölü.
Benzememeyi becermişin benzemeye razı geldiği andı Dodan’ın o sahnedeki anı. Yarışmacı, rekabetçi gereklerden bilerek uzak durmuşken 22 yıl, karşısında durduğu yargıçların yargısına teslim oluş anı. Yaralayıcı. Dodan’ı orada güzel sesi ve yoğun çaba ürünü yorumuyla, kendi sanatına arkası dönük figürlerden su istemeye zorlayan çöl. Dilerim, umarım, Dodan bu çölü yaralanmadan geçer. O su can suyu olur sanatına, zehir değil.