Cumhuriyet gazetesi yazarı Nuray Mert, Türkiye’nin Suriye’de desteklediği grupları ve Suriye politikasını köşesine taşıdı. “Herkes Suriye’de ‘ılımlı muhalefet’ diye bir şey olmadığını biliyor” diyen Mert, “Sünnilerin ılımlı olanları zaten silahlı mücadeleye girişmiş. Ilımlı denilen savaşçılar aslında bildiğimiz mezhepçi- radikal- İslamcı örgütler. Bunlara silah ve savaşçı temin edenler de Türkiye, Suudi Arabistan gibi Sunni Ülkeler” dedi.
Suriye’de rejimi değiştirmeyi hedefleyen adımların Batı ile birlikte atıldığını söyleyen Nuray Mert, “Özgür Suriye Ordusu Türkiye’de kuruldu. Cihatçı geçişi, zaten kaos içinde olan Irak’ı saymazsak, Lübnan, Ürdün ama en çok Türkiye üzerinden yapıldı. Türkiye’de Kürt sorunu ile Suriye meselesi iyice birbirine endeksli ve iyice içinden çıkılmaz hale geldi” ifadesini kullandı.
Mert'in Cumhuriyet'te "Savaşa mı giriyoruz?" başlığıyla bugün (15.02.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Savaşa mı giriyoruz? Savaşı bilmem, ama zaten bir büyük belanın içine çoktan girmiş vaziyetteyiz! Dahası, ülke içinde zaten bir bölgede savaş manzaraları yaşanıyor; Kürt siyasi hareketi silahlı çatışma stratejisini seçti, devlet/iktidar bu stratejiye misliyle karşılık verdi ve sonuçta, barışçı çözüm seçeneğini heba eden bu manzara ortaya çıktı, ucu görünmeyen bir yola girilmiş oldu. En kötüsü, Kürt siyasi hareketi dediğimiz yapı, demokratik siyaset aktörü olmaktan çıktı, devlet/iktidar barışçı çözüm inisiyatifini kaybetti, daha ne olsun?
Suriye meselesine gelince, mevcut iktidar Ortadoğu’da büyük güç olma hevesi ile hata üzerine hata yaptı. Sonuçta boğazına kadar Suriye kaosunun içine battı. Evet, aslında Türkiye Suriye işine kendi başına girmedi, her şey Batılı müttefiklerinin Suriye’de rejim değiştirme planına ortaklık adına başladı. Başta, Suriye’de rejimi değiştirmeyi hedefleyen adımlar birlikte atıldı, Özgür Suriye Ordusu Türkiye’de kuruldu. Cihatçı geçişi, zaten kaos içinde olan Irak’ı saymazsak, Lübnan, Ürdün ama en çok Türkiye üzerinden yapıldı. Sonra, ABD ve genelde Batılı güçler siyaset değiştirdiğinde Türkiye eski planda ısrarcı oldu; Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte rejimi yıkma çabası devam etti, böylelikle tesirli olacağını umdu ama tam tersi oldu. Diğer taraftan, Kürt siyasi hareketi, Suriye’de, Kürtlerin yoğun yaşadığı ve Rojava dediği bölgedeki kazanımları önceleyen bir siyaset gütmeye başladı, Türkiye’de Kürt sorunu ile Suriye meselesi iyice birbirine endeksli ve iyice içinden çıkılmaz hale geldi.
Tersine kürek...
Tekrar edelim, iktidar, Suriye’de yaşanan gelişmeleri doğru okuyamadığı müddetçe Batılı müttefiklerine ters düştü, ters düştükçe daha fazla inisiyatif kaybetti. Türkiye, Suudi Arabistan başta olmak üzere Sünnici politikalarda ısrar, Batı’nın Rusya ile uzlaşmasında tesirli oldu. En son, 3. Cenevre Toplantısı sürecinde Türkiye tersine kürek çekmekte ısrar ettiği ölçüde, PYD’nin Batı müttefiki olma açısından önü daha da açılmış oldu. Şimdi bu durumun sonuçları ile karşı karşıyayız.
Dahası, Batı ittifakının Suriye’de IŞİD’i en önemli tehdit olarak belirleyen siyaseti, bu uğurda İran ve Rusya ile yakınlaşması sıradan bir “çark etme” meselesi değildi. Başta Batılı güçler olmak üzere, herkes Suriye’de “ılımlı muhalefet” diye bir şey olmadığını biliyor. Zira, zamanında “ılımlı muhalefet”i kendileri icat etmeye girişmişlerdi, o nedenle ne olup olmadığını, yine en iyi onlar biliyor. Suriye’de yaşayan Sünnilerin ılımlı olanları zaten silahlı mücadeleye girişmiş değildi. O nedenle, sıradan halk, Sünni veya değil, bu mücadeleye katılmak yerine akın akın göç etmeye çalışıyor. Ilımlı denilen savaşçılar aslında bildiğimiz mezhepçi- radikal- İslamcı örgütler, bunlara silah ve savaşçı temin edenler de en başında Batılıların bilgisi ve desteği dahilinde, başta Türkiye, Suudi Arabistan olmak üzere Sünni ülkeler veya Lübnan durumunda olduğu gibi, bu ülkenin Sünnici siyasi çevreleri.
Gerçek ortada
Aslında IŞİD ortaya çıkmadan bile bu gerçek kabak gibi ortada idi, Batı siyasetinin yön değiştirmesi, hızlı rejim değişikliği planının tutmayıp alanın bu radikal İslamcılara kalması üzerine oldu. O nedenle, Türkiye’nin önceliği Esad rejimini devirme yönüne çevirme konusundaki siyasi ısrarının hiçbir karşılığı yoktu, hâlâ da yok. Tam da bu nedenle, önceliği IŞİD ve Nusra gibi radikal örgütler ile savaşmaya veren aktörler alan kazandı. Dahası, sadece Ruslar açıkça söyleyebiliyor, ama IŞİD ve Nusra, sadece adı açıkça telafuz edilenler, yoksa muhalif denilenlerin çoğunun IŞİD, Kaide ve Nusra’dan çok farklı olmadığını herkes biliyor, o nedenle Rusya’nın bu unsurlara karşı askeri tasallutta bulunmasına kimsenin pek itirazı yok. Aynı şekilde PYD’nin hareket alanını genişletmesine de artık kimse dur demiyor, yoksa bu gerçekten de Türkiye’yi çok zorda bırakacak, ciddi bir statüko değişikliği. Ama sonuçta, Türkiye tersine kürek çekip başta beraber hareket ettiği müttefiklerinin siyaset değişiminin altını oyma gayretine kapıldığı için bu durumla karşılaştı. Şimdi çaresizce, tepki verilmeye, hâlâ mevcut dengeleri değiştirmek için NATO’yu işin içine sokmaya çalışılıyor. Oysa, Türkiye’nin, haklı da haksız da olsa, artık tek başına hareket etmek dışında seçeneği kalmadı gibi, böylesi bir karar ise sonu belirsiz bir maceraya girmek olacak. ABD ile ittifakı sarsılan ve bu yeni duruma fena halde bozulan bir diğer aktör olan Suudi Arabistan ile baş başa kalmak da mukadder ama bir o kadar da acıklı bir tecelli oldu. Üstüne üstlük, Kürt meselesi giderek Suriye sarmalının bir parçası haline geliyor. Kısacası, savaş çıksa da çıkmasa da ne kadar kaygılansak yeridir.