Evrensel yazarı Esra Ersan, Cumhuriyet'in Nuray Mert'in yazılarına "yayın politikalarına aykırı" olması gerekçesi ile son vermesiyle ilgili olarak "Bizim kimi sol muhalif ve liberal görüşlü aydınlarımız Nuray Mert’in yazılarına son verilmesini Cumhuriyet gazetesinin hazımsızlığına ve çok sesliliğe tahammülsüzlüğüne bağlıyor. Bu görüşe kesinlikle katılmıyorum" dedi. Ersan, sözlerinin devamında "İslamcı bir yayın organında 'dini hassasiyetleri' görmezden gelip 'Allah yok' diye yazı yazamazsınız, yazdırmazlar" ifadesini kullandı.
Esra Ersan'ın "Cumhuriyet ve Nuray Mert" başlığıyla yayımlanan (12 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Cumhuriyet gazetesinin tutuklu yazarlarının duruşması ertesinde yükselen “Yaşasın bağımsız gazetecilik” söylemleri, Nuray Mert’in gazetedeki yazılarına son verilmesiyle birlikte “Bunlar zaten tutucu, Kemalist, ulusalcı, hazımsız, farklı fikirlere kapalı” yorumlarına evrildi.
Ülkemizde neyin ne olduğuna ilişkin bilgi üretim süreçleri ve bu bilginin algılanma biçimleri günden güne değişebiliyor. Bir ülkede neyin iyi, neyin kötü; kimin değerli, kimin değersiz olduğuna ilişkin bilgi, çok kısa zaman dilimleri içinde en uç noktalarda değişiyorsa, orada bir sorun var demektir. İktidarın mutlak gücüyle her şeyi ve hepimizi bir gün iyi, bir gün kötü olarak tanımladığı böylesi bir dönemde, entelektüel camiamızın anlam üreticileri de bu yarışta iktidardan geri kalmıyor doğrusu.
İlke her şeydir
Bir gazete, hem muhalifliği nedeniyle iktidarın hedefiyken, yazarları ve yöneticileri hapse atılırken, aynı zamanda gazetenin yayın ilkelerine aykırı yazılar yazan ve okurlarını dehşete düşüren bir köşe yazarının yazılarına son verebilir mi?
Bence verebilir.
Nedenlerini açıklamaya çalışacağım.
Önce bir örnek: 3 Mayıs’ta, ABD’deki St. Louis Post-Dispatch gazetesi, Stacy Washington adlı yazarını işten çıkardı. Yazar, köşe yazılarında bireysel silahlanmayı destekliyordu. ABD’de bireysel silahlanmayı desteklemek düşünce özgürlüğü sınırları içindedir. Böyle düşünen bir köşe yazarının da düşüncesini yazılarında ifade etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ancak bir gazetenin yayın ilkelerini ve okur hassasiyetlerini dikkate almadan yazılan yazılar, o gazetenin okurlarıyla yöneticilerini karşı karşıya getirir. Bu durum sadece gazete yönetiminin değil, aynı zamanda yazarın da sorunudur. Çünkü çalıştığı gazetenin yayın ilkelerine aykırı görüşleri savunan bir yazar, zaten kendisi isyan bayrağını çekmiş demektir. Bundan sonra olacaklar iki tarafın sorumluluğundadır. Kimse okurlar tarafından beğenilmeyen, takdir görmeyen yazılarını belli bir yayın organında zorla yayımlatamaz. Hiçbir yayın organı da yayın ilkeleriyle uyuşmayan yazarları kadrosunda barındırmak zorunda değil.
Cumhuriyet örneği
Cumhuriyet gazetesi, 1924’te yayınlanan ilk nüshasında açıkladığı yayın ilkelerinde şu notu düşmüş: “…Cumhuriyet Atatürk devrim ve ilkelerinin açtığı ‘aydınlanma’ yolunda, aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması, laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösterecektir...”
Şimdi, Nuray Mert bu ilkeleri benimsemiş olan bir gazetede son haftalarda üst üste iki yazı yazıyor. İlk yazı evrim teorisinin okullarda zorunlu ders olmaktan çıkartılmasının hiç de sorunlu olmadığı hakkında. İkinci yazı ise, belediyelerin resmi nikahı haricinde, müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesini olumlar nitelikte. İlk bakışta bu iki yazı da ifade özgürlüğü kapsamındadır. Ancak bu iki yazı da Cumhuriyet gazetesinin “aydınlanma”, “aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması” ilkelerinden çok uzak. Hatta denilebilir ki, gazetenin yazarı, bilerek veya bilmeyerek, gazetenin yayın ilkelerine açıkça meydan okumakta. Cumhuriyet gazetesinin kemikleşmiş Kemalist, seküler, aydınlanmacı okuru açısından dehşet verici olarak tanımlayabileceğimiz bu yazıların, gazete yönetimi açısından sıkıntı yaratmış olması anlaşılır bir durum.
AVM gibi gazete bir şakadır
Ama bizim kimi sol muhalif ve liberal görüşlü aydınlarımız Nuray Mert’in yazılarına son verilmesini Cumhuriyet gazetesinin hazımsızlığına ve çok sesliliğe tahammülsüzlüğüne bağlıyor. Bu görüşe kesinlikle katılmıyorum. İslamcı bir yayın organında “dini hassasiyetleri” görmezden gelip “Allah yok” diye yazı yazamazsınız, yazdırmazlar. Sağcı bir yayın organında “milliyetçi hassasiyetleri” dikkate almadan “Türklük kurgulanmış bir kimliktir” diye yazarsanız, hem yazınız sansürlenir, hem de ertesi gün kendinizi kapının önünde bulursunuz. Seküler, aydınlanmacı ilkeleri savunan Cumhuriyet, en azından sansürcü çıkmadı ve Nuray Mert’in yayın ilkeleriyle çatışan her iki yazısını da yayımladı. Üniversitelerde evrim teorisine referans verdiği için bilimsel makalesi sansürlenen akademisyenlerin olduğu bir ülkede yazılmış olmasına rağmen, Nuray Mert’in evrim teorisi hakkındaki şoke edici yazısını bile sansürlemedi. Bu da esasen takdire şayandır.
Ama sonuçta en özgür dünyada bile içinde her görüşten yazarın yer aldığı, sağcısı, solcusu, liberali, ateisti, İslamcısı, iktidar yanlısı, muhalifi, feministi, maçosuyla hemen her kesimden insanın özgürce yazabildiği bir yayın organı yok. Olamaz da. Çünkü bu çok manasız. Çünkü her yayın organı belli bir hedef kitleye sesleniyor ve o hedef kitle tarafından alınmak, izlenmek, okunmak, sevilmek, maddi manevi beslenmek istiyor. Dünyadaki tüm farklı görüşlerden yazarların bir arada, Cem Yılmaz’ın tabiriyle “Sevgi, içimizde” felsefesiyle köşe yazdığı bir gazete tahayyülü hem siyasi, hem de ticari olarak anlamsız. Gazeteler alış veriş merkezi mantığıyla yönetilmez. Her türden dükkanın yan yana sıralandığı, bir tarafta dekolte giyim, öte yanda tesettür gelinlik mağazasının yer aldığı ticari işletmeler değil gazeteler. Gazetelerin okurlarına karşı bir sosyal sorumluluğu var (olmalı). Gazetelerin bir ruhu var (olmalı). Gazetelerin bir editoryal politikası var (olmalı). Okuruyla kurduğu ilkesel, siyasi, ahlaki bir bağ var (olmalı).
Sonuç
Nuray Mert ve bir grup neoliberal yazar Cumhuriyet’te yaşanan son yönetim değişikliği ile gazete kadrosuna katıldılar. Gazetenin köklü, emektar kadrosu tarafından büyük bir tezahüratla karşılandıkları söylenemez. Onlar da pek kimseyle arkadaşlık kurmak hevesiyle gelmediler gerçi. Kendilerini arada bir gazete binasının içinde gören oldu mu, ondan bile emin değiliz. Günümüzde bazı yazarlarla gazetelerinin yolu, bilgisayarla-bankamatik arasındaki köşede kesişiyor. Köklü Cumhuriyet okuru (onlara CUMOK diyoruz) açısından ise mesela Nuray Mert’in gazetedeki varlığı başından beri ciddi bir kan uyuşmazlığıydı. Gazetenin diğer yazarları da “ifade özgürlüğü” adı altında gazetenin yayın ilkelerini ve varoluş felsefesini ayaklar altına alan yazıları nedeniyle Nuray Mert’e karşı tepkilerini dile getiriyorlardı. Yazar da elbette bunun farkındaydı. Nitekim yazılarına son verilmesinin ardından yaptığı açıklamada bunu dile getiriyor: “Zaten, benim Cumhuriyet gazetesinin davetine icap etmem gayet zor oldu. Farklı görüşlerde olduğumuzu söylememe rağmen, yeni yönetim, yeni bir perspektif yaratmak istediklerini söyleyerek davet etti. Ben de bu çerçevede yazmaya başladım.”
Farklı, görüş… Yeni perspektif filan… Bütün bu saçmalıklar arasında bir gazete basın kahramanlığı ile ifade özgürlüğünü sansürleyen yayın organı olmak arasında yalpalayıp duruyor. Yazarları, çizerleri ve yöneticileri iktidarın hedefinde, vakıf ekonomik olarak çökmüş, gazete doğru düzgün reklam bile alamaz hale gelmiş.
Kendi halinde, az satışlı, ama ilkeli ve kişilikli bir gazete olarak tanımlayabileceğimiz Cumhuriyet, kısa sürede ne hale getirildi. Yeni yönetimin yeni perspektifinin ne derece “yaratıcı” olduğu ayrıca bir gün inceleme konusu olacaktır. Ben şimdi asıl Nuray Mert’le birlikte gazete kadrosuna katılan diğer liberal yazarların tepkilerini merak ediyorum. Sessizce yazılarına devam mı edecekler, yoksa Nuray Mert’in arkasından bir iki kelam edecekler mi?
Hani, ilke demişken…