Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in "Rusya ve İsrail doğru adım, şimdi sıra içerideki dostlarımızda" ifadesiyle ilgili olarak, "Muhafazakâr daha doğrusu İslamcılar aynı kavrayışsızlıkta ısrar ediyor. Lafta da olsa ve kendi cenahlarından da olsa, barış çağrısı yapanlara bile huysuzlanmalarının nedeni bu. Boşuna çenelerini yormasınlar, zaten bir barış ve uzlaşma olacaksa böyleleri ile değil, bu kafada olanları dışarda bırakmak üzerinden olabilir" dedi. "Mesele, bir yazar ile diğerinin ihtilafı, bir medya grubuna duyulan nefret meselesi değil, orası kendi aralarında çözülecek veya çözülmeyecek bir konu, asıl mesele, bunlar öne sürülerek “maraza” çıkarmakta ısrarlı olmak" ifadesini kullanan Mert, 'Kavga'yı 'dava' sananlar ile ne barışı Allah aşkına!" diye yazdı.
Nuray Mert'in, "Barışmak’ isteyenler, istemeyenler" başlığıyla yayımlanan (11 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Cemil Çiçek, “içerdekiler ile de barışma vakti geldi” demiş de, muhafazakâr abilerden biri de bu öneride bulunmuş da, bunu sevinçle karşılayan olduğu gibi, “yok öyle, kolay kurtuluş” diye olmazlanan çıkmış da, o onu demiş de, bu bunu demiş de… Doğrusu, ben ortada sahici bir barışma çabası göremiyorum.
Dargınlığı, küskünlüğü, işi uzatmayı hiç sevmeyen biriyim, ama ben kendi hesabıma, içinden geçtiğimiz dönemde selamı sabahı kestiğim kimse ile yaşadığım müddetçe bir daha merhabalaşmayı düşünmüyorum, işin burası ayrı. Diğer taraftan memlekette büyük bir kavga ortamı yaratanların siyasi sorumluluğunu yok saymayı hiç de anlamlı bulmuyorum, bu kavgaya devam da ısrar etmek değil, olmamalı. Toplumsal barış adına kim elinden ne geliyorsa yapmalı, AK Parti’ye oy vereni veya vermeyeni düşman bellememeli, uzlaşmanın yollarını bulmadan bu ülkede huzur içinde yaşamak mümkün değil. Hiçbir zaman geç değil, tabii ki bu ülkede yaşayan ama farklı düşünen, farklı yaşayan kesimler anlaşmanın, birbirini anlamanın bir yolunu mutlaka bulmalı, bu çabalara destek çıkmalı. Ama önce, kavgayı çıkaran, körükleyenler, her ne taraftan olursa olsun, ama başta iktidar cenahı aklını başına almalı, yaptıklarını tamir etme niyetinde olmalı. Yoksa, barış çağrısı lütuf ihsan eder gibi olmamalı, barışmak isteyen herkes, önce kavga çıkaran hangi kesimden olursa olsun onu sorgulama noktasında buluşmalı.
Küsmüş değilim
“Daha kendinin birilerine selam vermeye niyetin yok, kime ne tavsiye ediyorsun” diyebilirsiniz. İşin burasını hemen izah edeyim; bizler kamuoyu önünde fikir beyan eden, siyasal tavır takınan insanlarız, şahsi meselelerden dolayı ayrı düşmüş değiliz ki, bahar veya bayram geldi gibi vesileler ile barışalım. Dahası, benim selamı sabahı kestiğim insanlar, kavgadan, memleketin bu hale gelmesinden sorumlu tuttuğum insanlar, yine de farklı düşündüğü için kimse ile küsmüş değilim. Pek çok durumda, farklı düşündüğü için değil, pek çoklarının çıkar, makam, mevki düşkünlüğü peşinde bizi felakete sürükleyen sürecin içinde, ortasında, merkezinde yer aldığını gördüğüm için sıtkım sıyrılan insanlar ile karşı karşıya geldim. Cibilliyeti böyle olanlar ile neden barışayım! O başka, toplumsal barış başka. Diğer taraftan, toplumsal barış, zaten bu cibilliyette olanların ortadan çekilmesi ile mümkün, kavgadan, kavga üzerine oturmuş iktidardan şahsi menfaat sağlayanlar ile barışmanın kimseye faydası olmaz.
Bunlar ciddi işler
Dahası, velev ki menfaat değil, dava adına kavga edenler, kavgayı körükleyenler var; herkesi birbirine düşüren, “düşmanlaştıran”, hain ilan eden, hedef gösteren “dava” her ne ise, ona inanlar ile de barış mümkün değil, çünkü hiçbir “dava” bunca husumet, nefret yaratmamalı, yaratıyorsa o davayı sorgulamalı. Bu sorgulamaya uzak duranlar ile ne adına “barış”tan söz edebiliriz? Nihayet, kavgayı esas alanlar her ne kadar barışı, uzlaşmayı “lay lay lom” bir mevzu sanarsa sansın, bunlar ciddi işler, “hadi barışalım” demekle olacak, olsa da sürdürülecek şey değil, sahici, kalıcı olması için akıl yormak, emek harcamak, vicdan hasabı yapmak lazım. Yoksa, “savaş kazananların veya kazandığını düşünenlerin umumi af çıkarması” havasında barış olmaz, barış başı dik insanların uzlaşması ile olur, başını ezdikten sonra “işi uzatma, gerisini kurcalama” teklifi, ne kadar iyi niyet iddiası olursa olsun, barış çağrısı olamaz. Kimse kimseyi sevmek, beğenmek zorunda değil, ama toplumsal barış adına, herkesin karşısındakine, eğer mesele sadece fikir ayrılığı ise “saygı” duyması şart.
Geçmişte laiklik adına kavgada ısrar edenler, bu gerçekleri kavramamakta ısrar ettiler, hâlâ böyleleri var, sonuç ortada. Şimdi, muhafazakâr daha doğrusu İslamcılar aynı kavrayışsızlıkta ısrar ediyor. Lafta da olsa ve kendi cenahlarından da olsa, barış çağrısı yapanlara bile huysuzlanmalarının nedeni bu. Boşuna çenelerini yormasınlar, zaten bir barış ve uzlaşma olacaksa böyleleri ile değil, bu kafada olanları dışarda bırakmak üzerinden olabilir. Mesele, bir yazar ile diğerinin ihtilafı, bir medya grubuna duyulan nefret meselesi değil, orası kendi aralarında çözülecek veya çözülmeyecek bir konu, asıl mesele, bunlar öne sürülerek “maraza” çıkarmakta ısrarlı olmak. “Kavga”yı “dava” sananlar ile ne barışı Allah aşkına!