Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, 2013 yılında başlayan çözüm sürecinde iktidarın tek amacının PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinden PKK’ya silah bıraktırmak olduğunu söyleyerek, “‘İktidar sizi kandırdı’ demiyorum. Çünkü siz kanmaya o kadar hevesliydiniz ki… Her iki tarafın da siyaset hesabı tutmadığı için, daha doğrusu siyasi ufku, barış ve çözüme yetmediği için bu ülkede yaşayan herkes kaybetti” dedi. 28 Şubat 2015 Dolmabahçe'deki mutabakatının 'tiyatro'dan bir farkının olmadığını söyleyen Mert, Kürt siyasetçilerin de bunun farkında olduğunu ifade etti.
Mert’in Cumhuriyet’te “‘Mutabakat’tan savaşa, ‘çözüm’den yıkıma” başlığıyla bugün (04.02.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Anayasa Mahkemesi üzerine süren tartışma kuşkusuz önemli ama hiçbir şey, ülkemizin bir bölgesinde yaşanan savaş benzeri görüntüleri, oralarda yaşananları unutturmamalı. İktidar makamlarından gelen, bazı ilçelerin, mahallelerin “temizlenmesi”(!) haberlerine kan dondurucu manzaralar eşlik ediyor. İnsansızlaştırılmış, harabeye dönmüş evler, sokaklar, mahalleler veya koskoca bir ilçe, evinden kaçan veya operasyon sonrası evine dönmeye çalışan çaresiz insanlar. Sonra savaş muhabiri kılığında, yıkım içindeki insanlara musallat olup haber çıkarmaya çalışan gazeteciler, düzmece “teslim ol-teslim olduk” sahneleri, özel harekâtçılara güzelleme yazan iktidar Kürtleri...
Neyin mutabakatı
Kürt siyasetçileri, ne amaçla, ne akılla silahlı isyan stratejisine karar verdiler anlamak imkânsız, ama sonuç ortada; eğer amaçladıkları o ise, söz konusu olan geniş katılımlı bir “halk isyanı” değil. Buna karşın, hiçbir iktidar, ülkesinin bir bölgesini savaş bölgesine döndüren gelişmelerdeki sorumluluğundan, daha fazla askeri tedbir ve ona eşlik eden karartma, susturma tedbirleri ile sıyrılamaz. Oysa sadece bir yıl önce, bu zamanlarda, Dolmabahçe’de İmralı’dan gelen bir mektup çerçevesinde güya bir “mutabakat” sağlanmıştı. O nedenle, en iyisi filmi tekrar geri sarıp, ondan sonra neler olduğuna oradan bakmak. Sahi, neyin mutabakatıydı o, kim ile kim arasında idi, Parlamento dışında bir zeminde meşruiyeti ne idi? Gerçi hemen ardından, iktidar geri adım attı, ama anlamı neydi o fotoğrafın? Bu mutabakata fazlaca bel bağlayan Kürt siyasetçileri kusura bakmasınlar, ama olan biten bir tiyatro oyunundan farksızdı.
İki dudak arası
Ama zaten barış süreci, başından itibaren bu çerçevede gelişmedi mi? Bu süreç başladıktan sonra, bırakın Türkiye’nin demokratikleşmesini, Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri konusunda hiçbir hukuki adım atılmadı, ama nedense bu sorun edilmedi. Kürt tarafı demokratik-hukuki altyapı ile güvenceye alınmış adımlar yerine, kulaktan kulağa verilen sözler, MİT ile görüşmeler, iktidar ile varıldığı iddia edilen anlaşmaları esas almakta sakınca görmedi. Zira çözüm siyasetini, demokratik zeminde atılacak adımlardan ziyade liderinin en doğru kararı vereceğine ve dahası iktidarı dize getireceği inancı üzerine kurmuştu. Elbette, PKK ve Öcalan ile müzakere olmadan barış ve çözüm olmayacağını bilmek gerek, o nedenle iktidarın bu yöndeki siyaseti isabetliydi, ama takdir edersiniz ki, demokratik bir ülkede çözüm, barış, demokrasi, iki liderin dudakları arasına sıkıştırılamaz. Dahası, sadece silahlı kanat ile yürütülen müzakereler, hukuki-demokratik zemine yansımadığı sürece hiçbir anlam taşımaz, nitekim böyle olduğu artık anlaşıldı. Dahası, iktidar partisi 7 Haziran seçimleri öncesi, mutabakatı yalanlayıp, fazladan milliyetçi hatta çekildikten, HDP’yi hedefe oturttuktan sonra dahi, bazı Kürt siyasetçiler hâlâ durumu “seçim stratejisi” ile açıklamaya devam ettiler. Belli ki, bir adım sonrasında dahi, biraz karşılıklı güç göstergesinden sonra müzakere masasına dönüleceğini hesap ediyorlardı, şimdi “feryat” ediyor, Sri Lanka modelinden bahsediyorlar. Oysa o model hep kafalardaydı.
Zemin erimedi
İktidar partisi, belli ki, ta başından beri, Öcalan’ı ikna edip, PKK’ye silah bıraktırmak dışında bir ufka sahip değildi. Tüm o Öcalan güzellemelerinin esbabı mucibesi de buydu, zaten gizleme ihtiyacı da duymuyorlardı. Ama Kürtler bu hikâyeyi çok sevdiler, ardından Hakan Fidan efsanesi, iktidar partisi ile yakın muhataplık, hatta ahbaplık, tarih yazan adam rolleri, İmralı seferlerine dahil olma şerefi, “Başkan” ile fotoğraf, her şey çok güzel gibiydi. Onun ötesinde, en iddialı tezler de, Özal döneminden sonra tekrar ısıtılıp ortaya çıkarılan “Türk-Kürt ittifakı” ve daha da bayat bir İslam (Sünni) kardeşliğinden ibaretti.
Yine de silahlar sustuğu, insanlar ölmediği sürece, sonu sarpa saracağı belli olduğu halde hepsine razıydık. Dahası, hakkını yemeyelim, bu süreç içinde, Türkiye’de ilk kez kamuoyu, Kürtler ile barış fikrine ısınmış görünüyordu, doğrusu ben hâlâ hiç olmazsa bu zeminin tamamen erimediğini düşünmek istiyorum.
Şimdi, hiç olmazsa hükmü bir hafta dahi sürmeyen (ve dahi süremeyecek olan) “Dolmabahçe mutabakatı”nın birinci yıldönümünde, yaşanan manzaraya bakın, bırakın “tarihi müzakere” güzellemesini! Artık kabul edin, ortada tarihi olan bir şey yoktu. “İktidar sizi kandırdı” demiyorum, siz kanmaya o kadar hevesli idiniz ki! “Siz kaybettiniz, iktidar kazandı” hiç demiyorum, baskı ile zulüm ile gidilecek yol uzun olamaz, olmayacak. Ama sonuçta her iki tarafın da siyaset hesabı tutmadığı için, daha doğrusu siyasi ufku, barış ve çözüme yetmediği için bu ülkede yaşayan herkes kaybetti. Oturup ağlayalım demiyorum, oturup şu olan biteni bir daha düşünelim diyorum.