Medya

Nuray Mert: 'Evet'le kurulacak düzene itiraz edenler en iyi ihtimalle 'kılıç artığı' muamelesi görecek

"Uluslararası tanınmış bir bayrağa ‘paçavra’, demeler doz aşımının neticesi"

03 Mart 2017 11:38

Cumhuriyet gazetesi yazarı Nuray Mert,  16 Nisan'da partili cumhurbaşkanlığını öngören anayasa değişikliği referandumunda 'evet' çıkması halinde "Evet'le kurulacak düzene itiraz edenler en iyi ihtimalle 'kılıç artığı' muamelesi görecek" yorumunda bulundu. Mert, "Ne yazık ki, bu ülkede ‘siyaset’ten anlaşılan, açık, samimi ve ilkeler üzerine kurulu tartışma ve uzlaşmalar üzerinden ‘sürdürülebilir’ bir denge bulmak, toplumsal barışı bu denge üzerinden güçlendirmek ‘mahareti’ değil" diye yazdı.

Nuray Mert'in Cumhuriyet'teki yazısı şöyle:

Barzani ziyaretinin ardından Devlet Bahçeli’nin kopardığı kıyameti anlamak mümkün değil. Irak devleti, Kürt Federe Yönetimini’nin, bayrağını tanıyor, doğal olarak Türkiye de, tüm uluslararası camia da tanıyor, üstelik bayrak ilk kez görülmüş, göndere çekilmiş de değil. Belli ki, referandum sürecinde, MHP’den kopan milliyetçi kesime mesaj verilmeye çalışılıyor ve de fena halde dozu kaçmış biçimde.

Uluslararası tanınmış bir bayrağa ‘paçavra’, AK Parti’nin Kürt siyaseti üzerine analiz yazan bir gazeteciye ‘kılıç artığı’ demeler, bu doz aşımının neticesi. 

Bu arada, özellikle ‘kılıç artığı’ tabirine takılmamak elde değil, ama bu tabirin muhatabı olan gazeteci, tabire takılmaktansa, geçmişini Oğuz Türklerine dayandırmak ve şehit dedelerini saymakla cevap veriyor.

‘İnsaflı’ bir İslamcı yazar da, tabiri ‘hakaret’, ‘haysiyet cellatlığı’ şeklinde tanımlıyor. Kılıç artığı tabirinin kendine itirazı olan yok, oysa bu tabir, eline kılıç alanın önüne çıkanı kendine boyun erdirdiği bir dönemin zihniyetinin bir ürünü, bir ortaçağ tabiri.

Hâlâ kullanılıyorsa, bu zihniyet devam ediyor, bu ülkede yaşayanlar, şayet ‘katıksız Türk’ değiller ise hâlâ sığıntı muamelesi görmeyi hak ederler, yeri geldiğinde statüleri önlerine çıkarılır demek. Acaba bu ülkede yaşayanların kaçta kaçı ‘kılıç artığı’ değil ayrı konu, tabirin kendisi son derece çirkin ve asıl itiraz edilmesi gereken bu. 

Diğer yandan, Bahçeli’nin referandum öncesi milliyetçilere mesaj verme gayreti bir yana, ortada gerçekten AK Parti’nin bir yandan Kürt seçmeni, diğer yandan milliyetçi müttefiklerini idare etmek gibi bir sorunu var. Tam da bu nedenle, Bahçeli’nin sözlerine AK Parti’den ciddi bir cevap gelmedi. Ama nasılsa, burası, bir yandan milliyetçilere, ‘merak etmeyin Kürt anasını görmeyecek’, diğer yandan Kürtlere ‘MHP ile ittifak seçim sürecinin gereği,Başkanlık geldikten sonra Kürt meselesi çözülecek’ fısıltısının karşılık bulacağı bir ülke. Nitekim, bakın AK Partili Kürt milletvekili ve siyasetçilerin, bu konuda ağzını bıçak açmıyor, onların işi Kürt seçmenin umudunu ayakta tutmak. 

Tabii ki, Barzani’nin ziyareti, Irak ve Suriye’deki gelişmeler ile ilgili olduğu kadar referandum ile alakalı idi. Barzani, AK Parti’nin baş müttefiklerinden biri olarak, İslamcı-milliyetçi ittifaka destek vermekte tereddüt etmiyor. Yine de doğrusu, bu ziyarette tutuklu HDP’li milletvekilleri konusuna değinmekten de kaçınmadı, dahası müzakere siyasetine dönüş göndermesi yaptı. Yaptı da, iktidar yanlısı basın ve siyasetçiler işin bu yanından hiç söz etmemeyi tercih ettiler, daha doğrusu Barzani ziyaretini büyük görmekten ziyadesiyle uzak durdular. Böylece, maksat hasıl oldu, hem Kürt seçmenin kulağına fısıldananlar teyit edilmiş oldu, hem de AK Parti-MHP referandum ittifakına ciddi bir gölge düşmedi. Bahçeli de, hem çıkış yaparak milliyetçi kesimin gazını almış oldu, hem de hiç vakit kaybetmeden ‘Evet’ ittifakını hiçbir şeyin bozmayacağının altını çizerek durumu düzeltti. 

Ne yazık ki, bu ülkede ‘siyaset’ten anlaşılan, açık, samimi ve ilkeler üzerine kurulu tartışma ve uzlaşmalar üzerinden ‘sürdürülebilir’ bir denge bulmak, toplumsal barışı bu denge üzerinden güçlendirmek ‘mahareti’ değil. Tam tersine, ‘Ali’nin Külahını Veli’ye, Veli’nin külahını Ali’ye’ ‘becerisi’ ile ‘günükurtarmak’. O nedenle, bir türlü sorunlar çözülemiyor, büyüyor; o nedenle özgürlüklerden korkup, ‘zapturapt’tan medet umuluyor; o nedenle siyaset barış değil, hep husumetten besleniyor. Referandum süreci artık bu çerçeveyi de aştı, baskı, sindirme, husumet, karalama, iktidar çevresinin gittikçe ucuzlayan popülist kampanyası iyice ayyuka çıktı.

Bu süreçten çıkacak ‘evet’, toplumsal barış, uzlaşma, hak ve özgürlük adına ne kaldıysa, onları da silip süpürecek; kurulacak düzene, itiraz edenler, razı olmayanlar ve hatta gönüllü nefer yazılmayanlar, en iyi ihtimalle, son ‘zafer’in ‘kılıç artığı’ muamelesi görecek. Türk veya Kürt hiç kimsenin bundan kuşkusu olmasın.