Bilgehan Uçak
ucakbill13@hotmail.com
Bir albüm düşünün, on bir şarkının on biri de birbirinden güzel olsun, üstelik bu şarkıları Nükhet Duru o harika yorumuyla söylesin. Bir albüm yetti Nükhet Duru hayranları arasına katılmama. Kırkıncı sanat yılında, son zamanların en muhteşem albümü “Aşkın N Hali” ile… İşte Nükhet Duru…
‘O kadar sentetik solistler türedi ki...’
- Bir albüm nasıl bu kadar güzel olur?
Tevazuu bir kenara bırakıp şunu söyleyeceğim: Ben de bunun güzel bir albüm olduğunu biliyorum! Bir, son yıllarda gerçek müzikten maalesef çok uzaklaştırıldık, oysa bu albümde enstrümanların telinin titremesi dahi dinleyiciye ulaşıyor. İki, o kadar sentetik solistler üredi ve türedi ki hakiki bir solist o anda stüdyoda kaydedip çıktığı için gerçek samimiyeti yakaladı. Albümün en büyük başarısı olarak ben bu samimiyeti görüyorum. Repertuara gelince… Çok ince hesap etmek yerine benim hoşuma giden parçaları birbirinin arkasına ekleyerek bir küçük hikâye oluşturmaya çalıp düzenledim. Albümün prodüktörü de ben olduğum için repertuar tamamen bana ait. Ama çok fikir aldım, çok sordum… Biz bu albümün kaydını üç günde bitirdik… Benimle birlikte kırık yıldır müzik yapan adamlar, benim nerede yükselip nerede düşeceğimi o kadar iyi biliyorlar ki… Doğru bir ekiple çalışmak, başta şefimiz Osman İşmen, bu güzelliğin en önemli unsurlarının başında geliyor.
‘Kelimenin manasını sesimle
çözmeye çalışıyorum’
- Kırk yıl ve üç gün herhalde…
Evet, bu benim sanatta kırkıncı yılım. İşte bu albümü üç günde çaldık, söyledik, çıktık… Sonra birbirimize bakarak, “eee” dedik, “bitti mi, bu kadar mıydı?” Öbür playback albümler ise üç ay sürer, altı ay sürer, sekiz ay sürer… Sürer de sürer! Peki neden? Duyguların yok olması için her türlü unsur vardır. Arkada “tak tak tak” vuran bir klik, o kliğin üstüne sığdırmak için kelimelerin neresini yersin, neresini yutarsın belli değil. Benim en büyük özelliklerimden biri söylediğim şarkıda kelimelerin mutlaka anlaşılmasıdır. Ben kelime anlatıyorum çünkü. Her kelimenin manasını sesimle çözmeye çalışıyorum.
- Ben dinlerken şunu hissettim. Bir kelimeye onlarca duygu sığdırmışsınız… Sadece “Ben Seni Çok Sevdim” şarkısındaki “çok”lar yeter… Patlayan aşklar da var bu tek kelimede, yitip giden heyecanlar, terk edilen ilişkiler de…
Bu benim yıllardır emek verdiğim bir şey. Ben duyguları iyi yansıtabildiğimi bildiğim için çok fazla şarkı yazmadım. Onların da sanki pastasına saldırıyormuş gibi hissediyorum. Yazdıklarım da öyle unutulmadı hiç! Şimdilerde birkaç şarkı daha yazdım ve yakında onları da seslendireceğim. Tabii benim için bir şarkının olmazsa olmazı sözleridir, o sözlerdeki şiirselliktir… Mesela, Selim (İleri) bir şarkı yazsa da okusam…
- Ah, keşke!
Ben şarkıyı teatral biçimde algılıyorum. Albümün güzelliğini sordun ya başta, işte burada yatıyor. Gerçeküstü değil, gerçek bir albüm bu. Samimi.
‘Yirmi yaşındaki sesimle bugünkü aynı’
- Büyük reklamlar, büyük tanıtımlar yapmanıza gerek kalmadı… Benim gibi yepyeni hayranlarınız var her yerde!
Bugüne kadar indirilen albümlerinin çok fevkinde oldu! Bir kere, bu albümün satışı hiç bitmeyecek. Evet, durup durup satacak belki ama hep satacak. Benim diğer albümlerim de böyledir esasen. Bence ticari olan da bu ya, üç ay satıp sonra hatırlanmayan albümler yapmaktansa… O şarkıyla otuz yıl artan ve köpüren alkışı alabilmek önemli bence. Yüksek sesle konuşan insanlar da gördüm bu camiada, artık neredeyse kulağını burnuna sokacak kadar sigarayı seven de… Ama yirmi yaşındaki sesimle bugünkü aynıysa bu benim her zaman dikkat etmiş olmamdan kaynaklanıyor.
- Peki, bir istek sormak istiyorum. Neden Destina, Melankoli ve Portofino yeni yorumlarıyla bu albümde yer almıyor?
Onlar da yakışırdı ama benden çok az şarkı koydum bu albüme. Ayrıca Destina’nın eski versiyonu böyle bir grup CD olarak basılacak. O günkü samimiyeti bugün yakalayabilir miyim bilmiyorum. Ben her seferinde aynı şekilde söyleyemiyorum şarkıları. Onun için de playback programlarından kaçıyorum! Başka bir ruh haline bürünmüşken o playback’i yakalayamıyorum. Rezil oluyorum!
- Ne hoş!
Bu yüzden o şarkıları sürekli olarak sahnede yeniden yorumluyorum. Eski defterleri karıştırıyor, denmesinden de rahatsızlık duyarım ben. Mesela, hiç “Best of” yapmadım.
‘Mahmure’yi beş sene önce yapsaymışım...’
- Hepsi “Best of” çünkü!
Tabii! Çok şükür! Ben seçen bir insanım ve bu da benim onurum. İlerde bakıp şunu söyleyecek oğlum: “Annem bir tane ucuz ve basit şarkı söylememiş.” Ben bunu hayal ediyorum. Bak, bazı şarkılar ya da albümler tutmayabilir. Ama bu bir sorun değil, eğer nitelikli bir işse yaptığınız zamanı gelince o değerine kavuşuyor. Bir sahaftan yüzlerce lira vererek aldığı eski bir plağımı sosyal medyadan bana gönderen dinleyicilerim beni uçuruyor sevinçten. Hayata yeniden bağlıyor. Ben emekli olmayı, köşeme çekilmeyi de çok düşündüm. Sonra insanların yolda sarılıp desteklerini görünce vazgeçtim. Acaba gençler “yeter artık, biraz sussa da biz okusak” diyorlar mıdır diye de üzülüyordum ama şimdi diyorum ki “benim gibi okuyun, ben de susayım!” Örnek teşkil etmek lazım, direnmek lazım, istikrarın ne kadar mühim bir mesele olduğunu bilmiyorlar, bunu göstermek lazım. Türkiye’nin bence en büyük açığı kurumsallaşamamasıdır. Şirketler de böyledir, çok azı köklüdür. Üç sene harika iş yapan bir restorana gidersin ama o da ne, bir bakmışsın yerinde yeller esiyor! Yani herkesin ileriye dönük kendine ve mesleğine yatırım yapması lazım. O zaman Türkiye, bütün bu batırılma çabalarına rağmen ayakta duran Türkiye, uçar! Ne sanatına ne geçmişine… İnsanlar Osmanlı’yı Muhteşem Yüzyıl biliyor ve kökünün bu olduğunu sanıyor. Çok acıklı bir şey!
- Onun da sadece dizi kadarı!
Entrikalar işte… Mahmure’yi o yıllarda değil de beş sene önce yapsaymışım herhalde dizinin şarkısı olacaktı. Çok dertleniyorum bazen!
- Gene albüme dönelim… Aşk, Nükhet Duru için nedir? Ya da şöyle sorayım: Aşkın “N” hali ne demektir?
Ben aşkın kendisini seviyorum, aşkın kendisini beğeniyorum. Bir kere çok cici bir çocuk falan değildir aşk; acıtır, keser, hırpalar…
- Mahveder! Sürüm sürüm süründürür!
Aynen öyle! Neler yaşadım… Ama yine de aşktan vazgeçilmemeli. Bak, Kenan’ın (Doğulu) yeni bir şarkısı var ya çok doğru, “Her şeyi aşkla yapacaksın.” Şu sodayı bile içerken “o mineraller ne de güzel yarıyor bana” diyerek zevkini almaya çalışacaksın. Aşk, koşulsuz olmalı, ani olmalı… Aşk ilk günkü hızında kalamaz, zaten kalsa insan ölüverir! Ama onu arkadaşlığa, birbirinin en yakını olmaya, birbiriyle uyanmaktan zevk almaya dönüştürebiliyorsan…
- Ehlileştirmek gerek belki…
Evet, ehlileştirmek şart! Onu ara ara köpürtüp alevlendirmek, ara ara sükûnete erdirmek gerekiyor. Tabii çok emek istiyor. Durmadan çalışacaksın onun için. Bak bir şey anlatacağım: Geçen akşam televizyonda genç bir arkadaşımla konuşuyordum. Dedim ki, “sen şöyle durup dururken gazetenin arkasında kızı bir kes bakalım!” O, eğer böyle bir şey yaparsa tuhaf görüneceğini zannediyor! “Bir dene be!” dedim, “sigarasını yakmayı bir dene, kapısını açmayı, sandalyesini çekmeyi bir dene!” Kimse yapmıyormuş böyle şeyleri! Garip görünürmüş! “Sen bilirsin, iki kere dene, sonra yeniden konuşalım” dedim. Dedim ya, ara ara yükseltecek, ara ara sönümlendireceksin. Özen ister, kanıksanmamak ister aşk.
‘Ciğerinin sol köşesine kadar açma yahu’
- Alışkanlık da tehlike değil mi?
Aman aman! Asla alışmayacaksın. Ne kadın kendini alıştıracak ne de adam. Bir gizem olacak hep ve sen bu gizemi kaybetmeyeceksin. Ciğerinin sol köşesine kadar açma yahu, bırak merak etsin biraz! Merak edecek bir şey kalsın. Belki de ben çok demodeyim ama böyleyim işte!
- Eğer demodelik buysa, ben de demodeyim!
Fark yaratmıyorsa niye kafamı sıkıştırayım biri için. Bu yüzden de kimseyle beraber değilim.
- Albümün sırasıyla ilgili bir eleştirim var. O romantizm yağmurunun tam ortasında “Sessiz Gemi”…
Aslında bende iz bırakmış şarkıları aldım bu albüme. Ama bu bir yaz albümü değil, “eller havaya!” albümü hiç değil… Gelelim o “Sessiz Gemi”ye. On dört-on beş yaşlarında ben plakçıların önünde nöbet tutardım. O zamanlar yeni çıkmış şarkıları çalarlardı çünkü ve ben onun sırası yeniden gelsin diye öylece beklerdim. Dışarıya yayın yapan plakçılardı onlar… Şimdi, hâlâ, tek tük de olsa, bazı mahallelerde de, sokak aralarında var böyleleri. O şarkıyı dinleyebilmek o kadar gayret sarf ederdim ki… Ben ailemden gizli müzik çalışıyordum oralarda! Bu yüzden “Sessiz Gemi” çok önemliydi benim için. Açılışı Şebo’ya (Şebnem Ferah) bıraktım ve de hemen ardından onu koymak istedim. Gerçi o sıralamayı çok değiştirdim ama o oraya “cuk” oturdu bence.
- Ben sonda olmasını isterdim…
“Hayat Umutla Başlar” var ama son şarkı! Benim kapanışım benim felsefemle bitmeli!
‘Ben gece kulübü şarkıcısıyım’
- Tanıtımda kalmıştık… İhtiyacı mı olmadı sizce?
Sağol ama bugün tavuk bile yumurtlarken avazı çıktığı kadar bağırıyor. Haber vermek lazım! Sonbaharı bekliyorum, evet lansmanı o zaman yapacağım ama sahnede olacak bu. Canlı olarak onları orkestramla söyleyerek yapacağım bu tanıtımı. Şimdilerde kendime gece kulüpleri yaratmaya çalışıyorum.
- Nasıl bir gece kulübü?
Ben gece kulübü şarkıcısıyım. Dinleyiciyle göz göze, yüz elli-iki yüz kişilik bir yer. Bunu istiyorum. Açıkhava’ya çıkıyoruz işte, büyük prestij, en önemli performans yeri… Öyle beş-altı bin falan diyorlar ama palavra o, üç bin beş yüz kişi. Ama en arkadakinin benim gözümün içini görme şansı var mı?
- Mümkün değil.
Önce önler satılır benim konserimde, çünkü herkes bilir ki benim mimiklerim gerçektir. İki şarkı arası alkış alırken kopar bazıları, benim tarzımsa hiç değişmez. Beklerim öbürünün girmesi. Benden sahne tüyosu isteyenler çıkıyor. “Gelin, izleyin” diyorum, gelseler samimiyetin tek tüyo olduğunu görecekler. Şarkıların arasında alkışa zemin de bırakmam öyle, beş-altı şarkıda bir. Tam müzikle sarhoş olmuşum, pat, tepende bir ışık!
- Gece kulübü şarkıcılığının bir kültürü var. Nedir bu?
Ben bunu yaratmaya çalışacağım ve insanlar geldikçe bundan zevk aldıklarını da görecekler. Ben orada büyüdüğüm için belki de öyle istiyorum. Ben dünyanın en sakar kadınlarından biriyimdir ama sahneye çıktığımda başka bir insan olurum, köprü kurarım şarkı söylerken! Matrak bir şey anlatayım, Sezen’in (Aksu) ince uzun bir yolu var evde, sağda solda da çeşitli objeler. Ben yürüyorum, o da bekliyor bin bir endişe içinde. Antikalar falan… Çünkü biliyor ne kadar sakar olduğumu! Antika dedim, şunu da söyleyeyim. Bütün antika eşyalarımı kaldırdım. Dünyanın en yalın insanı olmak istiyorum artık.
- Az, çoktur…
Aidiyet duygum bitti! Evde masa bile kalmadı, yemeğimi de mutfakta yiyorum. Oh be! Eskiden neler yapmışım, ne yolculuklarda ne zorluklar çekmişim o eşyalara sahip olmak için. Bu antikaların geliriyle de TEGV’e bağışta bulunacağım.
‘Creme de la creme bir seyirci bekliyorum’
- Gece kulübü denince Moda Deniz Kulübü ya da Günay gibi yerleri mi anlamalıyım?
Günay değil, orası mini bir gazino çünkü. Ben gece kulübünde yarı yarıya caz da yapmak istiyorum. Öncelikle beni bilenlerin geleceği bir yer olacak burası ama sonra, yeni jenerasyonun da bu keyfi tatmak isteyeceğini düşünüyorum. Hayat öyle mütemadiyen “eller havaya!” değil. “Creme de la creme” bir seyirci bekliyorum. Ben o cazı ne biletli konserde söyleyebilirim, ne de başka bir yerde çünkü.
- Doğru anladıysam, yapış yapış bir romantizm olacak havada…
Pembe ışıklar… Bir rüya yaşanacak orada! Ve her şeyin en güzeli olacak. On altı yaşında sahneye çıkmaya başladığımda kulüpler beni paylaşamazdı. Swing şarkılar söylerdim, İstanbul Gelişim eşlik ederdi. Şunu da ilave edeyim, İstanbul Gençlik’in eşlik ettiği bir ben vardım, bir de Ajda Pekkan. Ajda stardı tabii, bense yeni yeni başlıyordum. Pink Floyd’a, Chicago’ya hayrandım ve devrin en önemli müzisyenleri beni eğitmiş ve neyi okuyup neyi okumayacağımı göstermişlerdi. “Yerel bir şarkıcı olmayacaksın” demişlerdi bendeki müzikaliteyi fark ederek. İşte benim öbür müziklere hayatım boyunca adapte olamamamın temelinde bu yatıyor. Fransız müziğine olan sevgimden Fransızca, Yunan müziğine olan sevgimden Yunanca öğrendim! Şimdi de İngilizce öğreniyorum! Kendimi sınamayı seviyorum; alaturka da söylemek istiyorum, türkü de…
‘Halkım dolandırılıyor, Gezi’deki umut muhteşemdi, bir başkaldırı bekliyorum’
- Konu harici olacak biraz ama memleketin gidişatı için ne düşünüyorsunuz?
Geçirdiği bu büyük çalkantıya rağmen Türkiye’nin her konuda çok şanslı olduğuna inanıyorum. Bir Yunanistan gibi iflas söz konusu değil. Dinamiği çok yüksek bir ülkeyiz ama yıllardır süregiden bu sıcak savaştan bıktım usandım. Benim halkım, o meşhur sözdekinin aksine, hak ettiği şekilde yönetilmiyor. Ketenpereye (dolandırıcılık) getiriliyor! Biz romantik ve iyi insanlardan oluşuyoruz, kötüleri ise ötekiler türetti! Bu didişmenin bir an önce sona ermesini istiyorum. Gezi’de dolduğumuz umut muhteşem bir şeydi. Bir başkaldırı bekliyorum! İstiyorum bunu, yeter ya!
- Onur Yürüyüşü’nde de tepkinizi dile getirdiniz. Boşu boşuna, ortada hiçbir şey yokken gazlandığımız o Onur Yürüyüşü…
Öksürükten mahvoldum ben o gün! Ben o gazı sıkmaya mecbur bırakılan polis kardeşime de üzülüyorum. Nasıl buna zorlanır? Emir kuluyuz diyorlar ama olma sen de, şahsiyetini göster, kabul etme her söyleneni. Neler denk geliyor Ramazan’a! E mitingler niye durmuyor madem hassasiyet Ramazan’a özgü? O kalabalıklarda tehlike yok mu? Umudun kapısını aralamazsam yaşayamam. Bizim jenerasyonumuz günlerin çok güzelini de gördü, çok kötüsünü de… Sirkeci’de sabahlamıştık, solculuk günleri, “Güneş” şarkısını söylemiştim. Kaleme kâğıda yakın duran alınıyordu. İki-üç sene önce yolda “Komünizm Kongresi” diye kocaman bir afiş gördüm. E bizim kabahatimiz neydi?
- Ahmet Kaya da yaşamadı mı aynısını…
Biz şarkılarını sahnede söylemeye korkardık şimdi televizyonda bangır bangır. Ahmet Kaya yanlış bir şey mi söylemişti? Ben istesem kapanırım köşeme, unuttururum kendimi… Kaç sene daha yaşarım bundan sonra? Ama istiyorum ki çocuğum da o özgürlüğü tatsın, ülkenin güzellikleri ortaya çıksın. Muhteşem bir ülke burası.