Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Yasemin Çongar'ın sunumuyla, çevirisini yaptığı The New York Review of Books'ta yayımlanan yazılar şöyle:
Britanyalı romancı Tim Parks’ın Nobel Edebiyat Ödülü’nün önemini ve İsveçli jürinin çalışma usullerini alaycı bir dille sorgulaması, Nobel Komitesi Başkanı Per Wastberg’in kime, niye ödül verdiklerine ilişkin çarpıcı açıklamalarına vesile oldu.
Bu yılın Nobel Edebiyat Ödülü’nü İsveçli şair Tomas Tranströmer kazandı. 1974’te Eyvind Johnson ile Harry Martinson’un Nobel’i paylaşmalarından beri bu ödülü alan ilk İsveçli edebiyatçı olan Tranströmer 7 aralıkta Stockholm’de yapılan törene katıldı, ancak 1990’da geçirdiği bir rahatsızlık sonucu fiziksel engelli olduğu için konuşma yapamadı. Bunun yerine, törende Tranströmer’in on üç şiiri müzik eşliğinde okundu. İsveç Akademisi Daimi Sekreteri Peter Englund ise konuşmasında, seksen yaşındaki şaire “Sevgili Tomas, senin şiirini okuduktan sonra insanın kendisini önemsiz hissetmesi imkânsız. Aynı şekilde, dünyayı yanlış nedenlerle sevmek de artık mümkün değil” diye seslendi. Ödülün bu yıl nispeten az tanınan, en azından adı “favoriler” arasında geçmeyen bir edebiyatçıya verilmesi, Nobel’i kimin alacağının nasıl belirlendiği, bu ödülün hakkaniyetli ve en nihayetinde gerçekten önemli olup olmadığı konusundaki tartışmayı da yeniden körükledi. Bu konuda ilk ve en ilginç yazılardan biri, The New York Review of Books’un düzenli yazarlarından 1954 Manchester doğumlu Britanyalı romancı Tim Parks’ın imzasını taşıyordu. 6 ekimde derginin internet sayfasındaki NYRblog’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü sorgulayan bir makale yayınlayan Parks’ın, eleştirileriyle gayet hassas bir düğmeye bastığı ise sonradan anlaşıldı. İsveç Akademisi Nobel Edebiyat Komitesi Başkanı Per Wästberg, Parks’ın makalesi üzerine, The New York Review of Books editörlerine hitaben cevabî bir mektup yazdı ve mektubunda bugüne dek pek nadir rastlanan bir açıklıkla, komitenin ödülü kime vereceğini nasıl belirlediğini anlattı. Parks da, Wästberg’e kısa bir cevap verdi. The New York Review of Books’un son sayısında yer alan bu üç yazının tam metin çevirilerini sunuyoruz.
TIM PARKS: İsveçli şair Tomas Tranströmer Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış demek! İnternette mevcut bir-iki uzun şiiri dışında, ben Tranströmer’i hiç okumadım ama alınan kararın her açıdan sağlıklı olduğundan eminim. İzin verin de açıklayayım.
On dokuzuncu yüzyılda Nobel ödülünü vermekle görevlendirilen ve adına İsveç Akademisi denen kuruluşun on sekiz üyesi var. O zamanlar, iki üye Akademi’nin bu görevi kabul etmesinin hata olacağını söylemiş. Akademi’nin 1786 tarihli kuruluş belgesinde belirtilen görevi, “İsveç dilinin safiyetini, kudretini ve yüceliğini” öne çıkarmak. Bu görev, dünyanın herhangi bir yerinde üretilen ve “idealist bir eğilime sahip olan” en iyi eseri seçme işine ne derece uygun?
Bütün üyeler İsveçli ve çoğunun da İsveç üniversitelerinde tam zamanlı işleri var. Hâlihazırdaki jüride sadece beş kadın görev yapıyor ve başkanlığı hiçbir zaman bir kadın üstlenmedi.
Üyelerden sadece biri 1960 sonrasında doğmuş. Bunun bir nedeni de, Akademi’den istifa edilememesi. Üyelik, müebbet bir ceza. Ama son birkaç yıldır, üyelerden ikisi, daha önceki görüş ayrılıkları nedeniyle ödülle ilgili istişarelere katılmayı reddediyor. Bu üyelerden birinin itirazı, Salman Rushdie hakkındaki fetvaya gösterilen, daha doğrusu gösterilmeyen tepkiye ilişkindi, diğeri ise ödülün “kaotik ve pornografik” olduğunu düşündüğü Elfriede Jelinek’e verilmesine karşı çıkmıştı.
Bu insanlar, uluslararası alanda en iyi romancıların ve/veya şairlerin kimler olduğuna nasıl karar veriyorlar? Çok sayıda ülkeden çok sayıda edebiyat uzmanını arıyor ve ödülü kazanması muhtemel kişiler hakkındaki fikirlerini yazmaları için onlara para ödüyorlar. Bu uzmanların adlarının saklı kalması gerekiyor ama bunlardan bazılarının aday gösterdikleri kişilerle tanışıklıkları da kaçınılmaz olarak ortaya çıktı.
Bu işin, ne kadar okuma gerektirdiğini tahayyül etmeye çalışalım. Her yıl, jüri üyelerinin, herbirinin en az bir kitabını okumaya gayret edecekleri yüz kadar aday gösterildiğini farz edin –ki bu düşünülemeyecek kadar yüksek bir rakam değil. Ama bu ödül, bir yazarın bütün yapıtlarına veriliyor, dolayısıyla jürinin, aday sayısını eleyerek azalttıkça, kalanların peyderpey ikişer, üçer, dörder kitabını okuduklarını da göz önünde tutalım. Her yıl iki yüz kitap okumak zorunda kalmaları ihtimal dışı değil. Bu kitaplardan çok azı İsveççe yazılmıştır ve sadece bazılarının İsveççe tercümesi vardır, çoğu İngilizce olacaktır; egzotik asıllarından yapılmış Fransızca, Almanca ve hatta belki İspanyolca tercümelerini de bir miktar okumak gerekecektir.
Birçoğu, İsveç Akademisi’nin anlaşılır şekilde hakkında çok az şey bildiği kültürlerle ve edebî geleneklerle yoğun bir şekilde iç içe geçmiş olan romanlardan ve şiirlerden bahsettiğimizi aklınızda tutun. Son on yılda yedi kez, ödülün Avrupalılara gitmesine ilişkin eleştirileri yanıtlarken, şu anki jürinin başkanı Peter Englund, üyelerinin İngilizce konusunda tam donanımlı olduklarını ama Endonezyaca gibi dillerdeki ehliyetleri konusunda biraz endişe taşıdıklarını söyledi. Doğru söze ne denir!
Bir an için duralım ve İsveçli profesörlerimizin, mesela İngilizceye tercüme edilmiş olan Endonezyalı bir şairle, mesela sadece Fransızcada okunabilen Kamerunlu bir romancıyı ve Afrikaans dilinde yazan ama sadece Almanca olarak yayımlanmış bir başkasını, ve tabii ki İngilizceden okuyabilecekleri ama sadece yorgun oldukları için bile olsa, İsveççesine bakmayı da pekâlâ tercih edebilecekleri Philip Roth gibi dev bir şöhreti karşılaştırdıklarını düşünelim.
Onların bu görevini kıskananımız var mı? Bu yaptıkları bir anlam taşıyor mu?
Şimdi ömrümüz boyunca, üst üste her yıl, dünyanın giderek artan ölçüde ve açıklanması imkânsız bir şekilde delice önem verdiği gayet külfetli bir kararı almaya mahkûm edildiğimizi hayal edelim. Bunu nasıl yaparız? Bizi bu dertten kurtarmaya yardım edecek basit ve genel kabul görecek türden bazı kriterler ararız. Ve, Borges’in de belirttiği üzere, estetik zor bir mesele olduğu ve özel bir duyarlılık ve uzun bir tefekkür gerektirdiği, buna karşın siyasi ilişkiler daha kolay ve daha çabuk kavranabildiği için, dünyanın belki siyasi karışıklıklar ya da insan hakları ihlalleri nedeniyle kamuoyunun ilgisini çeken bölgelerini belirlemeye başlarız; hâlihazırda büyük bir saygı gören, bu ülkelerin edebî camiasının muhtemel büyük ödüllerini kazanmış ve sözünü ettiğimiz siyasi kamplaşmanın doğru cephesinde yüksek sesle yerini almış yazarlar bulur ve onları seçeriz. Böylece ödülün, Doğu Bloku’nun rejim karşıtlarına gittiği ya da diktatörlüğe karşı çıkan Güney Amerikalı yazarların ya da apartheid muhalifi Güney Afrikalı yazarların ya da, en tuhafı, zaferiyle İtalya’da şaşkınlık yaratan Berlusconi karşıtı oyun yazarı Dario Fo’nun ödüllendirildiği dönemlerde buluruz kendimizi.
Bazen jürinin parmaklarının yandığı da olmuştur. Solcu feminist Jelinek, Almanya ve Avusturya’da onca önemli edebiyat ödülünü kazandıktan sonra, jüriye emniyetli bir tercih gibi görünmüştü. Ama Jelinek’in yapıtları gayet vahşidir ve çoğu zaman da sindirilmesi mümkün değildir (mesela İtalya ya da İngiltere’de asla bir edebiyat ödülü kazanamazdı): özellikle de ödülün verilmesinden kısa bir süre sonra çıkan Hırs romanı gerçekten okunulamaz bir romandır. Biliyorum çünkü ben okumayı denedim ve sonra tekrar denedim. Jüri üyeleri bu kitabı okudular mı? İnsan merak ediyor.
Hal böyleyken, arada sırada, aman ne olursa olsun ödülü bir İsveçli’ye verelim gitsin demek nasıl da rahatlatıcı. Bu kez, ülkesinin yaşayan en iyi şairi olduğu söylenen ve bütün eseri, Peter Englund’un gayet sevimli bir şekilde açıkladığı üzere, incecik bir kitaba sığabilecek olan seksen yaşında bir adam seçildi. Bütün jürinin, el değmemiş İsveççe aslından birkaç saat içinde tamamen okuyabileceği biri kazandı!
Ama bu işin en sağlıklı olan yanı, Amerikalı bir jüri ya da Nijeryalı bir jüri ve hatta hepsinden ziyade Norveçli bir jüri tarafından asla alınmayacağını hepimizin bildiği böyle bir kararın, bize bu ödülün özündeki aptallığı ve bizim onu bu kadar ciddiye almamızın ahmakça olduğunu hatırlatmasıdır. On sekiz (ya da on altı) İsveçli, İsveç edebiyatının eserlerini değerlendirdiklerinde, belli bir inandırıcılıkları olabilir, ama onca farklı geleneğin çok sayıdaki ve çok çeşitli eserlerini bu dünyada hangi grup kavrayabilir ki? Ve biz niye onlardan bunu yapmalarını isteyelim?
PER WÄSTBERG: On yıllardan beri derginizi okuyan biri olarak, Tim Parks’ın yazısının geriplanını hakikate daha uygun bir şekilde yazabilir miyim? Bu yılın ödül sahibi Tomas Tranströmer, daha önceki ödül sahipleri Joseph Brodsky, Seamus Heaney ve Derek Walcott tarafından yıllardan beri aday gösterilmekte olan bir isimdir. 2000 yılında New York’ta, Susan Sontag bana Tranströmer’in ABD’de en çok tanınan İsveçli olduğunu söylemişti. Şiirleri altmış dile çevrilmiştir; Çin’de ve Slovenya’da onun adını taşıyan caféler vardır. Ve biz, İsveç’te gençliğimizden beri onu okur ve çok severiz.
Nobel Komitesi İsveç Akademisi’nin beş üyesinden oluşur. Şubat ayı itibariyle dünyanın her yanından 200 kadar öneri alırız. Nisana vardığımızda yirmi kişilik bir “bekleme” listesi hazırlamış oluruz. Mayısta ise Akademi’nin, izleyen dört ay boyunca okuyacağımız beş kişilik bir kısa liste için onay vermesini sağlarız. Hiçkimse, adı en az iki yıl süreyle bu listede olmadıkça ödülü alamaz. Emin olun ki, bir grup seçkin Amerikalı, Kanadalı ve Avustralyalı yazarı da sürekli olarak okuyoruz!
Bay Parks, zor ilerlemesine rağmen biz tabii ki Jelinek’in Hırs’ını bile okuduk. Ve daha neler okuduk! Kendi hesabıma, hastalıkları uzak tutmak için her gün bir kitabı okuyup bitirmeye çalışıyorum. Akademi’de bizler on üç dile hâkimiz ve bilmediğimiz bir dilde saklanan bir dehanın varlığından şüphe duyduğumuzda da, çevirmenleri ve gizlilik yemini etmiş uzmanları, yazarın eserinden cömert numuneler sunmak üzere davet ediyoruz.
Biz, ülkesinden, cinsiyetinden ve dininden bağımsız olarak, bir bireyin hayatı boyunca verdiği eserlere bakıyoruz. Gerekirse Portekiz’e ya da ABD’ye üst üste beş kez bu ödülü verebiliriz ya da denemecilere, tarihçilere ya da çocuk kitabı yazarlarına da verebiliriz. Bizim insan hakları kriterimiz yoktur. Mesela, Orhan Pamuk’a bu ödülü fevkalâde romanları ve denemeleri için verdik; bu ödül daha sonra siyasi olarak yorumlandı.
Komitedeki bizler, çocukluğumuzdan beri okumaya takıntılı kişileriz ve dolayısıyla hüküm vermemizi sağlayan zengin bir birikime sahibiz. Hiçbirimizin üniversitede bir işi yok; hepimiz, arada kendi yazdıkları metinlerle de ilgilenmesi gereken bağımsız yazarlarız.
TIM PARKS: Per Wästberg’e meselenin birçok veçhesine getirdiği bu cömert açıklık nedeniyle sadece teşekkür edebiliriz. Bunu söylemekle birlikte, benim o yazıyı yazarkenki merakımın nesnesi, böylesine zorlu bir görevi üstlenmiş oldukları için hepsine de sempati duyduğum İsveçli jüri üyeleri değildi; İsveçli olmak gibi elverişsiz bir özelliği bulunmasa belki bu ödülü yıllar önce alacak olan Tomas Tranströmer ise hiç değildi. Hayır, benim olağanüstü bulduğum şey, sahne ışıklarını tek bir yazarın üzerine tutmaya ve bize bu kadar keyif verdiği için ona teşekkür etmeye yönelik cesur bir çaba olmaktan öteye hiçbir zaman geçemeyen bu yıllık ritüele dünyanın atfettiği prestij ve gösterdiği ilgidir. Hele de bu çaba, kazanan kişiyle, kaçınılmaz olarak gölgede bırakılan diğer birçok kişi arasında kapanması imkansız bir mesafe olduğunu ima etme riskini taşırken. Gölgede bırakılanlar arasında Luis Borges ve Thomas Bernhard da bulunuyor.