Mehmet Güreli
(Taraf, 27 Eylül 2012)
Asya’nın penasıdır tezene, Farsça çok manalı, derin taziyet kelimesi vardır köklerinde.
Yani bildiğimiz mızraptır kısaca.
Ama nerelerden gelir, neler anlatır, tellere dokunduğunda neler hisseder, işte Neşet Ertaş onları duyar, onları yaşar ve bizlere sunar. Türkülere dönüştürür...
Müziğin içindedir tezene; ona hız katar, onu koşturur, onla konuşur, onla dertleşir, onun dostudur.
Beslenme kaynağıdır âşığın, kaşığıdır, başka bir deyişle bir yörenin, bir bölgenin, bir coğrafyanın ya da toprağın, atmosferin ruhudur, sesidir.
Hatta daha da ilerisi, bir vuruşun, bir tavrın, bir stilin şiiridir; bağlamayla, sazla buluşmasıdır.
Öyle kolay kavranacak, öyle kolay anlatılacak gibi de değildir tezeneyle yaşayanların hikâyesi.
Yüzyılların saygısını taşır içinde, tepelerde dolaşan tüm canlılarla konuşur, rüzgârın şiddetiyle beslenir, onu parmakları arasında tutan ozanlara, âşıklara, şairlere, dervişlere hayat verir, rengini sessizce aldığı toprakla birlikte anılır..
Bir gizli bir güç kaynağıdır ve ancak sıcaklığını hissedenlerle coşar, genişletir dünyayı.
Neşet Ertaş da onla buluştuğunda şimşekler çakar gökyüzünde, tüm boyun eğmemişler bozkırların bağrından kopup gelip onun melodileriyle yaşamın anlamını keşfe çıkarlar.
Yavuz Turgul’un Gönül Yarası filminin Beyoğlu’ndaki çekimleri sırasında yakından görmüştüm büyük ustayı.
Gözleriyle konuşuyordu.
Yeri dolmayacak, başka bir duruştur Neşet Ertaş, sazıyla biraraya geldiğinde görünmez ellerinden, alevler fışkırır her vuruşunda.
Öyle hâkimdir ki kendi olmanın sesine, şarkıları, türküleri onla birlikte akar nehirlere, dağlar eşlik eder, bulutlar esirgemez gözyaşlarını...
Ardındaki vurmalı çalgılar ekibiyle birlikte melodileri dörtnala, onlara layık bir dünyanın hayaliyle bozkırın içinden süzülürler.
Dağlar eğilmez, nehirler, ırmaklar taşar, güneş yakar yüreğimizi, yağmur tanelerini bekleyen toprak çatlar ama konuşmaz hiç, ağaçlar kurur, kuşlar susar, milyonlarca tabletin özlemi yeri göğü çatırdatır.
Sahnede onun gözleri her şeyi anlatır bize.
Besteleri o kadar samimi bir iç yolculuğu yansıtır ki; dinlerken milyonlarca kuş cıvıltısının doğallığı pencereden süzülüyor sanırsınız.
O tatlı dilli, güler yüzlü, ceylan gözlülerin acılardan uzak kalması, korunması için karışmıştır dünyaya; sahnelerde uçmuş, coşturmuş gerçek, harika bir insanın nasıl olması gerektiğini sözleriyle, müziğiyle, duruşuyla sunmuştur cümle âleme...
Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar dil gizli gizli
Melodilerin ömrü söyler son sözü...
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçanın gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle yol gizli gizli
İnceliklerle doludur Neşet Ertaş’ın dünyası.
Bu dizeler arasında belki anahtar kelime derilmektir diyebiliriz.
Toplamak anlamına gelir ama sözkonusu gül olunca koparmak olarak da okuyabiliriz. Bir de rızadan söz eder, yani izinden, gönlün dokunulmaz, görünmez alanının cümlelerini kurar. Aşkın mabedinde dolaşır gizlice...
Hoyratlar der, hayatın inceliklerini kavrayamayanlar için. Satır aralarında onlardan uzak durmayı öğütler gibidir sessizce...
Seher vakti garip garip bülbül öterken
Kirpiklerin oku cana batarken
Cümle âlem uykusunda uyurken
Kimseler görmeden gel gizli gizli
Büyük ustayı yansıtmak zor.
Melodilerinin ömrü anlatacaktır her şeyi; dünya var oldukça Neşet Ertaş bizlerle yaşayacaktır.
Sana güle güle derken imkânsız ağlamamak.