Yaşam

Neil deGrasse Tyson ile uzay hakkında

Evren hakkında bilebileceklerimizin sınırları nelerdir? Deutsche Welle, astrofizikçi Neil deGrasse Tyson ile uzay araştırmaları ve yeni kitabı "Evrene Hoş Geldiniz" hakkında bir söyleşi gerçekleştirdi.

15 Aralık 2016 17:21

DW: Yazarlar J. Richard Gott ve Michael Strauss ile "Evrene Hoş Geldiniz" başlığını taşıyan yeni bir kitap yayımladınız. Princeton Üniversitesi'nde verdiğiniz bir dersi temel alan kitap, evrenin büyüklüğünü tahayyül edebilme amacını taşıyan, sayı bazlı bir düşünce egzersiziyle başlıyor. Bu egzersizi sizin üzerinizde denemek istedim...

Neil deGrasse Tyson: Oo, hadi bakalım! [gülüyor]

DW: ...ve eminim ki bundan korkuyorsunuz! Geçen gün bir çocuğa evreni sonsuz bir yayılmışlık olarak tarif etmeye çalıştım. Ama bu kafamı epey karıştırdı, çünkü evrenin de bir şeyin içinde bulunması gerektiğini söyledim. Çocuk da dedi ki, "E iyi de, peki sonsuz artı nasıl oluyor?" Bu soru beni afallattı, o yüzden size sorayım dedim. "Sonsuz artı bir"? Mümkün mü bu?

Neil deGrasse Tyson: Bu biraz çocukken sorduğumuz "Bildiğin en büyük sayı ne?" sorusuna benziyor. Sen "Bir milyon" dersin, ben de "E peki bir milyon artı bir? O daha büyük bir sayı" derim. Sonra sen "Bir milyar" dersin. Bu böyle gider. Ve nihayetinde sonsuzluğun ne olduğunu öğrenirsin ve dersin ki: "Sonsuzluk artı bir!"

DW: Ama bunlar gerçek değil, sadece matematiksel kavramlar.

Neil deGrasse Tyson: Evet, aynen. Çocukların yaptığı şeyin yetişkin versiyonu bu. Gözlemlenebilir evrende bulunan 'sayılabilir' şeylerin sayısı sınırlı. Mesela evrendeki partikülleri sayamıyoruz, elimizden gelen sadece bir tahmin yürütmek. Az önce verdiğimiz çocuk-sayı örneğinin paralelinde bu, 10 ila 80 arası bir rakama tekabül ediyor. E peki saymanın bir yolu yoksa sayıların neyden büyük olduklarını nasıl anlayacağız? Olay şu: Büyük sayıların yalnızca bir olayla bağlantıları olduğu sürece değerleri var. O yüzden kendimize şu soruyu soralım: Toplamda kaç farklı kurallara uygun satranç oyunu oynayabiliriz? Tahminen 10 ila 25 binin arasında ve tekrarlıyorum, burada 'şeyleri' değil, 'olayları' sayıyoruz. E o zaman, sonsuzlukların başka sonsuzluklardan daha büyük olduğu fikri doğru bir fikir. Kulağa delice geldiğini biliyorum ama bu doğru. Sonsuz artı bir, sizi bir sonraki sonsuzluğun diyarına götürür. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, sonsuz artı bir sonsuza eşittir. Ama tabii bunu göstermek için özenli bir matematiksel kanıt gerekir.

DW: Haydi sonsuzluğun derinlerine inelim. 2001'de Bush yönetimi altında ABD Hava-Uzay Endüstrisinin Geleceği isminde bir komisyona liderlik ettiniz. Bunun ardından da "Ay, Mars ve Ötesi" komisyonu geldi. Merak ettiğim konu şu: Şu anda uzay bilimleriyle doğrudan ilgilenmeyen rastgele kişileri uzaya gönderebilecek ve "E niye gitmesinler ki?" diyebilecek bir noktada mı bulunuyoruz?

Neil deGrasse Tyson: Tabii ki gitmeliler! Yirmi yıl önce keşfin yüzyıllar boyunca nasıl bir değişime uğradığını inceleyen bir makale yazmıştım. Araştırmamda sadece üç tane itici güç bulabildim. Müthiş pahalı şeyler yapan bir medeniyet içerisinde, sadece üç... Biri savaş, yani "Ölmek istemiyorum" itici gücü. Diğeri ekonomi, yani "Yoksul ölmek istemiyorum". Bugünlerde dünya farklılaştığı için pek sık görmediğimiz üçüncüsü ise, soyluluğa ya da tanrısallığa övgü.

Şimdi Columbus’un seyahatlerine baktığınızda bunun bir çeşit ekonomik geri dönüş arayışı olduğunu görüyorsunuz. Hindistan'dan İspanya'ya hızlıca ulaşmanın yolunun arayışı. Ve Apollo programı... Bugünlerde artık Amerika'da hiç kimse bunun ne olduğunu tam olarak hatırlamıyor. "Biz Amerikalıyız, elbette keşfe çıkacağız" diye düşünüyorlar ve şunu hatırlamıyorlar: O keşiflere çıkarken Sovyetler Birliği'yle savaş halindeydik. Yani tüm bunlar azılı bir yarışın ürünüydü.

DW: Sovyetlerin kazandığı bir savaş.

Neil deGrasse Tyson: [gülüyor] Eh, uzaya dair aklınıza gelebilecek tüm başarılara ilk ulaşan hep onlar oldu. Ama biz Ay'a onlardan daha önce gittik ve dedik ki: "Biz kazandık!" Ama ilk uydu, ilk insan olmayan hayvan, ilk insan, ilk uzay istasyonu, ilk kadın, -kara tenli bir Kübalı olan- ilk siyah kişi, uzayda ilk yürüyüş... Hepsini ilk onlar başardı. Bunların hepsi Rus başarısıydı. Dolayısıyla bizim uzay programımız onlarınkine bir 'tepki' niteliği taşıyordu, 'etki' değil. Söylemek istediğim şu: Tüm bunların arkasında askeri bir motivasyon yatıyordu. Şimdi Mars'a gitmek istiyoruz ya mesela, sen de bana diyeceksin ki şirketler yapacaklar bunu... Ben de sana şunu diyorum: "Hayır, yapmayacaklar." Yapmalarını istemediğimden değil ama yapmayacaklar işte.

DW: Neden ki?

Neil deGrasse Tyson: İş modelinin ne olduğunu sormanız gerekiyor. Hükümetler, şirketlere göre çok daha geniş bir ufka sahip. Şirketlerin üç aylık raporları var, hükümetlerse sürekli bu işin içinde. Bu yüzden eğer SpaceX, uzay araçlarından birini Mars'a göndermeyi başarırsa, benim görüşümce bu iyi bir iş modeli geliştirebildiklerinden kaynaklanmayacak, aksine NASA'nın bunu onlardan satın almış olmasından kaynaklanacak. SpaceX, araçlarını NASA'nın kendi fabrikalarında üretebileceği her şeyden daha ucuza üretti.

Ama bu başlangıçtan beri böyle oldu, şu an sadece daha bir görünür halde. Füzenin yan tarafında SpaceX yazıyor olabilir, ama taşıdığı yükün tamamı NASA'dan geliyor.

DW: Ee?

Neil deGrasse Tyson: 'Ee'si, bir uzay programından uzay endüstrisine doğru ilerliyoruz.

DW: Uzayla ilgili anlamayı beklediğimiz çok şey var, mesela uzay endüstrisi, asteroid madenciliği, yerçekimsel dalgalar, karadelikler, ya da Alpha Centauri sistemine insansız uzay roketi göndermek gibi. Sizce bu araştırmalardan hangisi en cezbedici?

Neil deGrasse Tyson: Olay ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiği değil çünkü bu değer yargısı içeren bir araştırmayı ima eder. Ben herhangi bir akademik alanda herhangi bir bilinmeyenin derinine inen her araştırmayı seviyorum. Bunların hepsini yapmamız lazım. 1920'li yıllar, o zamanlar son derece müphem bir konu olan kuantum fiziğinin doğumuna sahne olmuştu. Eğer o günlerde yaşasaydık, "Atom dediğiniz bu hipotetik şeyi çalışmalı mıyız" der miydik? Böyle şeyler 50-60 sene alıyor. Artık bilgi teknolojileri devriminin farkına varmalıyız. Bugün bazı hesaplara göre dünyanın toplam gayri safi yurtiçi hasılasının üçte biri buradan geliyor. Bilginin dijital olarak yaratılması, saklanması ve elde edilmesi, kuantum fiziğinin mümkün kıldığı bir şey. Kuantum fiziği olmasaydı bilgisayar olmazdı. Peki bunu 1920'lerde öngörebilen biri var mıydı? Tabii ki yoktu.

Astrofizikçi, profesör ve yazar Neil deGrasse Tyson, aynı zamanda New York'ta bulunan Hayden Planetaryumu'nun da direktörü. Profesörler J. Richard Gott ve Michael Strauss ile birlikte yazdığı "Evrene Hoş Geldiniz" kitabı, Princeton Üniversitesi Yayınları'ndan çıktı.

© Deutsche Welle Türkçe

Zulfikar Abbany