Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Alain de Botton'un The New York Times'da "Neden yanlış kişiyle evleneceksiniz" başlığıyla yayımlanan makalesiyle ilgili olarak "Sorunun yanıtı burada gençler: Yanlış kişiyle evleneceksiniz, çünkü o sizin hayallerinizde yarattığınız aslında hiç var olmayan birisi değil, kanlı–canlı, iyi yönleri olduğu kadar yetersiz yönleri de olabilen gerçek bir insandır, bir hayal değildir. Ve unutmayın ki sizinle evlenecek kadın ya da erkek de aynı hatayı yapmıştır, o da yanlış kişiyle evlenmiştir" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın bugün (8 Temmuz 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Başlıktaki soruyu okuyan bekâr okuyucuların tüylerinin ürperdiğini hissediyor gibiyim.
Hayır, başlık bana ait değil, bunu sihirli küreme bakıp uğursuz bir kehanet olarak ortaya atıyor değilim.
Bu başlık, Alain de Botton’un, 26 Mayıs’ta The New York Times’ta yayınlanan makalesinin başlığı.
Alain de Botton, bu makalesinde, bizde de “Aşk Dersleri” ismiyle yayınlanan kitabının ana fikrinden hareket ediyor. (Sel Yayıncılık, Çeviren: Özge Çelik.)
Makalenin tepesinde Marion Fayolle’nin çizdiği, beş ayrı kareden oluşan bir illüstrasyon var, önce onu anlatayım.
Birinci karede beyaz elbiseli bir genç kadın, kendi boyunda bir kâğıda bir erkek resmi çizmeye başlıyor. Kızın beyaz elbisesinden ve elindeki çiçek buketinden gelin ya da gelin adayı olduğunu çıkartıyoruz.
İkinci karede kız, çizdiği erkek resmini, dudaklarından öpüyor.
Üçüncü karede, tıpkı, prensesin kurbağayı öpüp kanlı canlı yakışıklı bir prense dönüştürmesi gibi kâğıdın arkasından kanlı canlı ama prense de pek benzemeyen bir erkek, resmi üstten kıvırmaya başlayarak ortaya çıkıyor.
Dördüncü karede, kızın çizdiği resim, erkeğin elinde buruş buruş bir kâğıt parçasına dönüşürken, kız elindeki çiçeği düşürüyor.
Beşinci karede, çiçek ve resmin çizildiği buruşturulmuş kâğıt ayaklarının dibinde, oğlan kıza sarılmış, kız hüzünlü bir ifadeyle başını oğlanın göğsüne yaslamış.
Bir tür “Hayaller Ferrari, gerçekler Şahin” durumu sizin anlayacağınız.
Alain de Botton, bu makalesinin esin kaynağı olan romanında “Aşk, sevgilinin bizim zayıflıklarımızı ve dengesizliklerimizi düzeltmeyi vaat eden özelliklerine duyulan hayranlık demektir. Bir tamamlanma arayışıdır”diye yazıyor.
***
“İlk görüşte aşk” diye bir şeye inanır mısınız, bilemiyorum.
Ama inananların sayısı, inanmayanlardan çok olmalı ki bu temel prensip üzerine yapılmış filmleri, dizileri milyonlar seyrediyor, şarkıları ezberleniyor, romanları okunuyor.
Ben kişisel olarak buna inanmam.
“İlk görüşte” hissettiğimiz şey, aşk değil bir “cinsel çekim” olsa gerek diye düşünürüm.
Aşk, bir süreç işidir çünkü, yoldan geçerken pat diye insanın kafasına düşmez.
Cinsel çekim derken salt cinsellikten söz etmediğimi de bilmenizi isterim.
Bir erkeğin ya da kadının, birisine karşı neden çekim hissettiğini tam olarak açıklamak zor.
İnsanlara sorsak, belki de sorduğumuz insan sayısı kadar değişik yanıt alabileceğimiz bir soru bu.
Kimi için kaş-göz, kimisi için boy bos, kimisi için zekâ-akıl, kimisi için meslek-şöhret vs olabilir bu çekimin nedeni.
Diyelim ki “kaş-göz” diyenler en büyük grubu oluştursun, onların içinde de yüzlerce alt küme bulabiliriz.
Süreç bu çekimden sonra başlar.
Öyle bir çekimdir ki ona direnmeyi bırakın, tam tersine o çekime iyice kapılıp karşımızdakinin içinde eriyip yok olma isteğine dönüşür adeta.
Onda, belki de hiç sahip olmadığı özellikleri vehmederiz.
“Aşkın gözü kördür” aşamasına geçiyoruz böylece.
O her şeyin en iyisidir. Güzeldir, akıllıdır, zekidir, çekicidir, baş döndürücüdür, esprilidir, odur, budur.
Ve böylesine mükemmel bir yaratığın nasıl olup da bizim gibi bir sefili, yetersizi beğendiğinden kaynaklanan kuruntular da başlar.
Kıskançlık krizlerinin nedeni biraz da budur.
Oysa karşımızdakine, hissettiğimiz bu yetersizliklerle ilgili ne düşündüğünü sorsak, alacağımız yanıt büyük olasılıkla boş boş bakan bir çift göz olacaktır.
Çünkü o da zaten tam tersini düşünüyordur. Tıpkı, bizim onun hakkındaki düşüncelerimiz gibi.
Ama bu gerçek soruyu sormaya kimse cesaret edemez, onun yerine rol yapmaya başlar.
Karşımızdaki insanın nasıl birisini arzuladığı ile ilgili tahminlerimizden kaynaklanan bir senaryo yazar, onu oynarız.
O da aynısını yapar.
Sonra onlar erer muradına, bizler de çıkarız kerevetine.
Zamanla rol olarak oynadığımız bazı şeyleri içselleştirip kişiliğimizin bir parçası haline getirmiş olsak bile oyun oynama becerisinin ve takatinin de bir sonu vardır, gerçekler birer birer ortaya çıkmaya başlar.
Ferrari’nin Şahin’e dönüştüğü, “mükemmel erkek” ya da “mükemmel kadın” diye yücelttiğimiz varlığın kendisi gibi olmaya başladığı bir dönem.
Marifet, daha sonra bununla birlikte yaşamaya alışmak ile ilgilidir.
Romantizmin sonu gelmiştir.
Alain de Botton’un başlıktaki sorusunun yanıtı da burada gençler:
Yanlış kişiyle evleneceksiniz, çünkü o sizin hayallerinizde yarattığınız aslında hiç var olmayan birisi değil, kanlı–canlı, iyi yönleri olduğu kadar yetersiz yönleri de olabilen gerçek bir insandır, bir hayal değildir.
Ve unutmayın ki sizinle evlenecek kadın ya da erkek de aynı hatayı yapmıştır, o da yanlış kişiyle evlenmiştir.
“E şimdi ne olacak, hemen boşanalım mı” diye soranlar olduğunu duyar gibiyim.
Hayır, bu gerekmeyebilir.
Önemli olan beklentileriniz ile gerçekler arasındaki dengeyi tutturabiliyor olmanız.
Aşkın, sevgiye dönüşümü ile ilgili bir başka süreç bu, ona da daha sonra döneriz.
Shakespeare’den bir sone ile toparlayalım sözü, Talat Sait Halman’ın çevirisiyle:
“Sevgi demem sevgiye / Bir döneklik yaparsa bir değişme görünce, / Başka yola saparsa sevgili saptı diye. / Zamanın soytarısı değildir sevgi asla, / Gül yüzlüler göçse de orağına düşerek / O değişmez kısacık günlerle, haftalarla, / Direnir ve katlanır mahşerin ucuna dek.” (Bu soneyi Asuman Kafaoğlu Büke’nin Cumhuriyet Kitap’ta yayınlanan, Alain de Botton eleştirisinden aldım.)
Bu sone de “Aşkın ömrü üç yıldır, hayır üç günlük eğlencedir” diyenlere kapak olsun!