Cumhuriyet Vakıf Yönetim Kurulu Üyesi Nebil Özgentürk, Cumhuriyet gazetesinin tutuklu 10 yazar ve yöneticisinden biri olan Hakan Kara için bir yazı kaleme aldı. Özgentürk, eski dostundan bahsederken "Soyadı Kara, yüreği bembeyaz arkadaşım!.. Çevreye duyarlı ve ilgili olduğu gibi, bilişime de akıl ötesi bir yeteneği olacaktı. Bilgisayarı 'daktilo ötesi' kullanamayan ben, seyrek de olsa buluşmalarımızda bilişim-dijital söylevi çeken, bilgiler veren Hakan’ı hayranlıkla dinleyecektim hep... Yine, havada uçuşan kelimelerden bir şeyler kapamayacak, daktiloda kalacaktım tabii!.." diye yazdı.
Çiçeği burnunda gazetecilerdik 80’lerin ortalarında… Günaydın gazetesinin İzmir bürosunda didinip duruyorduk kendimizi ispat için... Hakan, bir yandan Ege Gazetecilik’te okuyor, geceleri de nöbetçi muhabirlik yapıyordu. Bense üniversiteden henüz mezun olmuştum, polis-adliye muhabirliğiyle işin alfabesine girişmiştim. Gün aydınken çalışıyordum! Gündüzcüydüm yani...
Muhabbetimiz çok iyi tutmuştu Hakan’la, akşam nöbete gelmesini bekliyor, normalinden daha geç çıkıyordum bürodan...
Amatör, hevesli, mesleki hayaller kuran iki genç adam...
Sanat sohbetleri yapıyor, geleceğimizi konuşuyorduk, güncel meseleler, havadan, sudan konular...
Hava, su, evet... Hakan, sıkı çevreciydi. Almanya’da büyümüş olmanın da etkisiyle epey ilgi duyuyordu çevre sorunlarına...
Ama... Her ikimizin de Rahmi Turan ekolünün bol fotoğraflı, iri manşetli Günaydın ve Tan’ında daha çok cinayet, kaza, fuar ya da güncel, aktüel haberlerde imzası çıkıyordu.
Çok da şakasını yapardık haberlerimizin!.. Boşanmalar, Ege’ye gelen meraklı turistler, evden kaçan âşıklar haberleri vs...
1 yıla kalmadan Hakan, Cumhuriyet Ege Bürosu’na transfer oldu. Ben de iki yıl sonra yine İstanbul’a, Günaydın’a geldim...
2-3 yıl süren İzmir serüveninde Hakan gitarını kapar resitaller verir, ben de bazen gitarın yanına bağlamamı iliştirir, yarım yamalak becerimle hevesimi giderirdim!.. Açıkçası sıkı gitar çalardı Hakan...
"Gönlümle baş başa düşündüm demin/Artık bir sihirsiz nefes gibisin/ Şimdi ta içinde bomboş kalbimin/ Akisleri sönen bir ses gibisin/Maziye karışıp sevda yeminim/Bir anda unuttum seni eminim/ Kalbimde kalbine yok bile kinim/Bence artık sen de herkes gibisin...
Nâzım’ın üstte yer alan dizelerinden yapılan besteyi muhteşem yorumlardı...
Sevdiğim, söylemeye çalıştığım türkülere de gitarıyla eşlik ederdi, İzmir’in günbatımlarında, Ege’nin kıyılarında, arkadaş grupları arasında, evlerimizin balkonlarında... Let It Be’yle başlanır, Kordoba’yla sürer, Lady D’arbanville’le es verilirdi... The Beatles’dan, Livaneli’den, Cat Stevens’tan, Ruhi Su’dan şarkılar, türküler, karmakarışık sesler nefesler...
Güzel, çok güzel zamanlardı…
Hem hevesli, hem acemi gazeteci çocuklardık… (Sezen’in kulağı çınlasın!)
Dedim ya, bizim Alamancı Hakan, Cumhuriyet Ege’ye geçer geçmez, Hikmet Abi’nin teşvikiyle, Almanya’da basılan çevreci-yeşilci dergileri de kaynak alarak ardı ardına çevre haberleri, dosyaları yapar olmuştu. Termik santrallar, Kaz Dağları’ndaki altın madenlerinin yaydığı zehirler, Akdeniz foklarının korunması, deltalar vs... Ve en önemlisi de Dalyan sahillerindeki Caretta Caretta kaplumbağalarının korunmasına dair onlarca haber...
Tam istediği, hayalini kurduğu bir dünyadaydı gazetecilikte... Üniversitede yüksek lisans tez konusu çevreydi zaten. Mesele çivi çakmaksa, hayata kalmaksa, açın bakın arşivlere Hakan’ın insanlığa, çevre duyarlılığına katkısı -ki aldığı onlarca çevre ödülü de bunun taçlanmasıydı- yüksek boyuttadır..
***
Yıllar yıllar sonra İstanbul’da buluşacaktık Hakan Karasinir’le... Soyadındaki “Sinir” çoktaaan gitmiş, Hakan Kara olarak biliniyordu bizim basın çevresinde...
Soyadı Kara, yüreği bembeyaz arkadaşım!..
Çevreye duyarlı ve ilgili olduğu gibi, bilişime de akıl ötesi bir yeteneği olacaktı. Bilgisayarı “daktilo ötesi” kullanamayan ben, seyrek de olsa buluşmalarımızda bilişim-dijital söylevi çeken, bilgiler veren Hakan’ı hayranlıkla dinleyecektim hep... Yine, havada uçuşan kelimelerden bir şeyler kapamayacak, daktiloda kalacaktım tabii!..
Hakan, Cumhuriyet’in yıllarca haber müdürlüğünü üstlendi, çevre-yeşil sayfalarını da yapacaktı, dijitale geçiş, arşivin dijitalleşmesi vs. de cabası...
Ben de yıllar içinde İstanbul’da zorlu, rekabeti bol ama keyif veren televizyon- belgesel-portre yoluna giriş yapacaktım bildiğiniz gibi...
Az görüşsek de çok arkadaştık yine...
Basın âlemindeki ilk arkadaşlarımdan biriydi benim, tabii ilk arkadaşlık kolay biter mi? Tabii ki birbirimizi incitmeden, dertte tasada, memleket sorununda bazen gözyaşı dökerek, kimi zaman beyin fırtınası yaparak, bazen de gülümsemeyle gelip geçti yıllar...
Çoluk çocuk sahibi olduk. Kocaman adamlar olduk. Ailecek görüştüğümüz de oluyordu. Aynı yaşlarda iki çocuğu büyüten 50 yaş kuşağı iki baba, iki eski dost, sıkı dostlar...
Cumhuriyet’i hiç terk etmedi, Cumhuriyet de hiç terk etmedi Hakan’ı...
İlginçtir, buluşma mekânımız da Balık Pazarı’ndaki Cumhuriyet oluyordu hep... Ve yine can dostlarımızdan Musa Kart da oluyordu masada... Musa sayesinde kahkahaya pencere açıyorduk kimi zaman...
Gitar resitalleri mi dediniz? Ne tuhaf... 80’li İzmir zamanlarımızdan bu yana bir daha olmadı gitar akşamları... O biz bize gitarlı, türkülü iklim bir daha oluşmadı.
Hevesimiz ve neşemiz kırılmıştı belki kim bilir? Nasıl kırılmasın ki?..
Gündemin jet hızıyla değiştiği “son dakikalar ülkesi”ydi burası...
Hayata bakın ki Cumhuriyet’teki diğer dostlar gibi bir “son dakika haberi”yle içeri alındı yılların haber müdürü Hakan... İki aya yaklaşacak nerdeyse...
Ama yine “son dakika haberi”yle dışarı çıkacağına, çıkacaklarına çok inanıyorum..
Çıktığında da Hakan’ı zorlayacağım bu kez, “gitarını kap, imbat akşamlarındaki gibi şarkılarını söyle” diyeceğim...
Sesin akisleri sönmeden...